“Mimarlık kültürü ile toplum,
mimarlık hizmeti ile kullanıcı arasındaki bağın koparılması olumsuz çevre
oluşumunun en önemli nedenidir.
Yaşam yerlerimizin, mimarlık
kültürü ve hizmetinden yoksun mekânlarla biçimlenmesine neden olan bu kopuş,
giderek yapı kültürünün yozlaşması sonucunu yaratmıştır. Bugün artık, bu
mekânsal oluşumlar, yaşadığımız toplumsal-kültürel erozyonun en etkin unsurları
olarak, geri dönülmez biçimde yaşamımızı biçimlemektedir.
Bu kısır döngüyü aşmak için,
toplumsal-kültürel yaşamımızda mimarlık ve mimarlık hizmeti etkin kılınmalıdır.
Mimarlığın, sanatsal, kültürel, insancıl ve işlevsel özellikleri ile toplumu ve
kentleri yeniden buluşturmak, kimlikli, uygar ve esenlikli bir gelecek için, en
güçlü güvencelerden biridir.”
Toplum, barınmanın bir gereksinim olmasının yanı sıra temel bir hak olduğunun yeterince farkında değildir ve haklarının karşılığını nereden talep edeceğini de yeterince bilmemektedir. Bu algılama ve değerlendirme zorluğu, mimarlık hizmetini toplumun isteyip istememesinden daha çok, böyle bir hizmetin gerekliliğinin ne kadar farkında olduğuna götürmektedir. Araştırılması ve yanıtının bulunması gereken husus, bu talebin gerçekten toplum gereksinme duyduğu için mi oluştuğu, yoksa imar planlarının, yapılaşma süreçlerinin dayatması sonucunda toplumun mecbur kaldığı için mi mimara yöneldiğidir. Bireyler yaşam alanlarının bir bölümünün niteliğini belirleme ve kalitesini değiştirme olanağına sahiptirler. Buna karşın toplumun ortak olarak kullanmak zorunda olduğu yapı ve mekânların nitelikleri artık kişisel tercihlere bağlı kalamamakta; kentte yaşamı paylaştığı diğer insanlar, onların verdikleri kararlar ve kent yöneticilerinin de içinde yer aldığı daha karmaşık bir mekanizma ortaya çıkmaktadır.
Mimarlık
ve Kentlerimizin Yaşam Kalitesi
Mimarlığı, toplumsal yaşamın ve kültürün maddi ve moral
gereksinmelerine göre, yapı, toplu yapı ve kent biçimlendirmesi, tasarımı,
üretimi, kullanımı ve yeniden kullanımı kolektif süreçleri ve sonuçlarını
kapsayan ve güzel sanatlar ağırlıklı bir kültür faaliyeti olarak tanımlıyoruz.
Bu tanım doğal olarak bizlere, yapılı çevrelerimizin biçimlenmesinde önemli bir
sorumluluk yüklemektedir. Biz, bugünün mimarları olarak kendimizi, bu
topraklardaki kültürel mimari mirası sağlıklaştırmanın yanı sıra daha da
zenginleştirerek gelecek kuşaklara aktarma göreviyle yükümlü hissediyoruz. Onca
mimarın, yapı ustasının eserinin, birikiminin yanına kendi yorumumuzu, yapımızı
koymayı; yaratıcılığımızı esirgememeyi; nitelikli tasarım katkısıyla sadece
yapının sahibinin ve kullanıcısının değil, kentin ve kentlinin de yaşam
kalitesini, beğeni düzeyini yükselten bir etki bırakabilmeyi önemsiyoruz.
Mimarlık mesleği, en temelde, insana ve çevreye saygılı yapılar yapmakla
yükümlüdür. Yapı elde etme sürecinde toplam kaliteden bahsederken tek bir
yapının değil yaşam çevresinin toplam kalitesini gözeterek hareket etmemiz
gerektiğini düşünüyoruz.
Kentleri yaşanılır kılan, yaşam kalitesini yükselten, yaşayanları
mutlu eden kriterler vardır. Bunlar, kentin korunan ve yaşatılan tarihî
mimarisi, çağı yansıtan yapıları, insanca ve etkin ulaşım sistemi, yürüme ve
bisiklet yolu ağları, yeşil alanlar, buluşma yerleri, meydanlar gibi öğelerdir.
Bu kriterlerle kentlerimize baktığımız zaman içimizi acıtan, gelecek için
karamsar olmamıza yol açan bir manzara ile karşılaşıyoruz. Özellikle son elli
yıldır yaşanan yoğun göç ve hızlı kentleşmenin acı sonuçlarını görüyoruz.
Kente
İlişkin Kararlara Katılım ve Kentlilik Bilincinin Geliştirilmesi
Toplum ve Mimarlık konusunda öncelikle toplumun mekânla, kentle
ilişkisinin irdelenmesinin önemi üzerinde durmamız gerekiyor. Kentler sosyal
gelişmelerin, kültürel etkinliklerin uygarlıkların oluşup yoğunlaştığı
merkezler olarak kentlilik bilincini etkiler. Kentlerin mimari örgüsü bir
yandan orada yaşamış, o kentleri biçimlendirmiş olan toplumun tarihsel
gelişimini ve kültürel düzeyini yansıtıp mimari miras oluştururken, bir yandan
da içinde yaşayanların davranış ve yaşam biçimini belirler. Bir kentin gerçek
sahibi; o kentte yaşayan, kentle bütünleşen ve kendisini kente ait hisseden
kişilerdir. Kentlilik bilinci, kentte yaşayanların kentle bütünleşmesi, kendini
kente ait hissetmesi ve dolayısıyla yaşadığı kente karşı sorumluluk duymasıdır.
Kentlilik bilinci, kentsel yaşamı ve kentsel yaşam kalitesini savunmayı ve
sahiplenmeyi gerektirir.
Kentlilik
kültürünün ve kentlilik bilincinin geliştirilmesi yönünde yerel yönetimlerin ve
merkezi kurumların çalışmaları olmaktadır. Mimarlar Odası kentlilik bilincinin
geliştirilmesinde mekânsal sorunların önemi konusuna vurgu yapmakta, toplumun
mekânla ilgilenmesini sağlamaya çalışmaktadır. Toplumun mimarlığı tanıması ve
mimarlıkla ilgilenmesi kentsel yaşam kalitesi için bir öngereklilik olarak görülmektedir.
Kentlilik Bilincinin
Oluşturulmasında Dikkate Alınması Gerekli Etkenler
Bu
alandaki çalışmalarda dikkate alınması gereken bazı konuların altını çizmek
istiyorum. Bu başlıkları artırmak, her birisinin içini doldurmak ve uygun
görüldüğü kadarıyla genişletmek mümkündür. Kentlilik bilincinin
geliştirilmesine yönelik bu öneriler Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın
düzenlediği Kentleşme Şûrası çalışmaları sırasında ilgili komisyonda dile
getirilmiş ve değerlendirmeye alınmıştır.
-
Kentin
yaşam kalitesini etkileyen unsurların vurgulanması: Bir
kentin yaşam kalitesini belirleyen etkenlerle ilgili bilimsel yaklaşımların
vurgulanması, kent yönetimlerinin programlarında bunlara yönelik çalışmaların
yer almasına yol açabilecektir.
-
“Toplum
ve Mimarlık” çalışmaları: Toplumla birlikte kentleşme ve mimarlık
sorunlarının tartışılması, topluma yönelik kentleşme ve mimarlık alanında
yayınların, duyuruların yapılması. Mimarlığın toplum hayatındaki yerinin,
toplumun mimarlıkla ve kentleşmeyle kurduğu veya kuramadığı ilişkinin
sorgulanması.
-
“Çocuk ve
Mimarlık” çalışmaları: Her yaştan çocuğa yönelik mimarlık ve
tasarım kültürünün verilmesine yönelik çalışmaların öneminin vurgulanması.
Herkesin mimar veya planlamacı olmayacağı, ancak doğal olarak mimarlık hizmetlerinin
kullanıcısı ve/veya işvereni olacağı, bir kentte yaşayacağından hareketle
tasarıma yönelik kültürün geliştirilmesine yönelik çalışmaları kapsamaktadır.
-
Herkes
için tasarım / erişilebilirlik: Toplumun yüzde 10 gibi önemli bir
kesimini kapsayan özürlülerle ilgili mekânsal düzenlemelerin hayata geçirilmesi, sadece özürlülerin
değil yaşlıların da kent aktivitesine katılabilmelerine ve kenti kentliyle
ortak paylaşımlarına yol açabilecektir.
-
Kent
mimarlık rehberleri: Kentlerin mimarlık rehberlerinin yapılması, kentlilerin
yaşadıkları kentle ilişki kurmalarına yardımcı olabileceği gibi nasıl bir
kentte yaşadıklarının farkında olmalarına, farkındalığın artmasına katkıda
bulunacaktır.
-
Kent
bilgilendirme noktaları / plaketleri: Kentlerin sürekli değişen ortamında
kent hafızasının yitirilmesi tehlikesine karşı kent bilgilendirme noktalarının
oluşturulmasının yararlı olacağını düşünebiliriz.
-
Sokak
isimleri: Sokak isimlerinin çok sık değiştirilmesinin de benzer şekilde kent
hafızasının sürekliliğini zedelemekte olduğunun görülmesi gerekiyor. Bu
uygulamadan vazgeçilmesinin önerilmesinin yanı sıra mevcut sokak isimlerinin
nereden kaynaklandığına ilişkin bir açıklamanın sokak tabelalarının altına
konmasının yararlı olacağı açıktır.
-
Kentlilik
bilincinin metropol ve küçük kentler ölçeğinde farklı yaklaşımlarla ele
alınması: Doğal olarak metropol insanlarının kente sahiplenmesiyle küçük
kentlerde oturanların yaklaşımı farklı olacaktır.
-
Somut
olmayan kültürel miras (UNESCO) çalışmalarının önemi: Özellikle
küçük kentlere yönelik yapılacak böylesi bir derlemenin ortak kent bilincinin
oluşmasında önemli bir etken olacağı vurgulanmalıdır.
-
Tarihte
seçmecilik yapılmasının sakıncaları: Kent ve toplum tarihiyle ilgili
anlatımlarda, ele alınan projelerde tarihe seçmeci bir anlayışla
yaklaşılmasının ortak kültürel birikime zarar vermesi, bunun neticesinde bir
kısım kültürel birikimin ötekileştirilmesine, dışlanmasına yol açması
tehlikesine dikkat çekmek gerekiyor.
-
Cumhuriyet
dönemi mimari mirasının yok edilmesi: Aynı kapsamda ele alınabilecek
bir anlayış sonucunda Cumhuriyet dönemi mimarisinin hızla yok edilmesi ve
sadece belirli bir mimari tarza yönelik yapıların tercih edilmesinin
kimliksizliği ve kültürel mirasın yok edilmesine yol açması; bunun da kentin
ortak hafızasını zedeleyen bir unsur olacağının vurgulanması gerekecektir.
-
Kentin
ortak alanlarının geliştirilmesi: Kentlerin sadece konut alanları
olarak genişlemesinin ciddi sıkıntı yaratmasına değinilmelidir. Gerek kente
yeni gelenlerin, gerekse mevcut kentlilerin kentteki ortak kullanım alanlarının
artması, kaynaşmayı, ortak paylaşımı geliştirecek bir unsur olarak
vurgulanmalıdır.
-
Göç ve
kent yoksulları: Değişik nedenlerle kente göç devam etmektedir. Ancak özellikle
yeni gelenlerle mevcut halkın kaynaşmasında ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bir
insanın kendi ülkesinde göçmen olması, istenmemesi, sevilmemesi son derece
trajiktir. Bunun giderilmesi yönünde ekonomik ve sosyal tedbirlerin yanı sıra
mekânsal tedbirlerin de alınması, yeni gelenlerin kent hayatına katılmalarına
olanak verecek farklı ortamların yaratılması gerekmektedir.
-
Sanayi
kentleri ve sanayisizleşen kentler: Pek çok kentimiz belirli bir
sanayinin yapılanması üzerine kurulmuştur ve hayatiyetini devam ettirmiştir.
Bunun önemli bir ortak hafıza yaratmasının önemine dikkat çekmek, ayrıca
kapanan sanayi tesislerinin yaratacağı boşluğun insanlarda kentle bağlantı
kurmak konusundaki eksikliğin vurgulanması yerinde olacaktır.
-
Endüstri
arkeolojisinin değerlendirilmesi: Sanayisizleşen kentlerdeki eski
sanayi yapılarının birer endüstri arkeolojisi olarak değerlendirilmesinin
planlanmasının, sanayi tesislerinin kapanmasının yaratacağı boşluğun kısmen
doldurulmasında önemli bir etken olacağı düşünülmelidir.
-
Kıyı
kentlerindeki yanlış yapılaşma: Kıyı kentlerinde kıyının
kentliler tarafından kullanılamayacak derecede kentten koparıldığı durumlara
rastlanmaktadır. Bu küçük kıyı kasabalarında da büyük kentlerde de
yaşanmaktadır. Oysa kıyıların kentlilerin ortak buluşma ve yaşama mekânı olarak
önemi büyüktür.
-
Turizmin
kent bilincine olumlu ve olumsuz etkileri: Turizmin kentlerimizde
gerçekleştirdiği olağanüstü hızlı değişim olumlu ve olumsuz yönleriyle ele
alınmalı ve dikkatli bir şekilde irdelenmesi gerekliliği vurgulanmalıdır.
-
Ulaşım
projelerinin kentin ortak belleğini zedelemesi: Özellikle
kent içi ulaşım projelerinde alınan yanlış kararların kentin ortak kullanım
alanlarını parçaladığı ve kullanılamaz hale getirdiği görülmektedir.
-
Katılımcılık
kültürünün geliştirilmesi: Katılımcılık bir kültür sorunudur ve önemle
üzerinde durulması gerekmektedir. Kent mekânlarının kullanımında “halkın
katılımı”nda gözlenen yağma kültürüyle, planlama süreçlerine halkın katılımı
özlemimiz karıştırılmamalıdır.
-
Kente
yabancı ve uzak üniversite yerleşkelerinin sorunu: Özellikle
Anadolu kentlerindeki üniversitelerin kentlerden oldukça uzak yerleşkelerde
yapılanması, üniversite ortamının kente yapabileceğini umduğumuz olumlu katkıyı
sağlayamadığı görülmektedir.
-
Tüketici
haklarının korunması: Kentlilik bilincinin artmasına paralel olarak
gündeme gelmesi gereken tüketici hakları sorunun önemine vurgu yapılması
mümkündür. Kenti yönetenlere yönelik olarak kentlilerin haklı taleplerinin
vurgulanması, eksik hizmetle yetinilmemesi, kent hizmetlerinin
iyileştirilmesinde ve kentliler için de iyiye özlemin aranması duygusunun
gelişmesinde yararlı olacaktır.
-
Uluslararası
belgeler ve uluslararası deneyimlerin önemi: Ülkemizin de üyesi olarak
içinde yer aldığı uluslararası kuruluşların ürettikleri belgelerin önemi
büyüktür. Bu belgeler pek çok deneyden süzülerek gelmiş metinlerdir ve ülkemiz
için de yararlanılması, içselleştirilmesi yönünde çaba gösterilmesi önemlidir.
Ayrıca “Yavaş Kentler” gibi
deneyimlerin izlenmesinin ve aktarılmasının önemi vurgulanmalıdır.
Bu
kapsamda getirilen diğer önerilerle birlikte Komisyon raporu şekillenmiş ve
Şûra’ya sunulmuştur. Dileğimiz Kentleşme Şûrası çalışmalarının raflarda
unutulmaması, hayata geçmesidir.
Türkiye Mimarlık
Politikası
Ulusal
Mimarlık Politikaları, mimarlık ürünleri ve yapılı çevrenin niteliğinin kamu
yararına olduğu düşüncesinden hareketle, mimarlık uygulamalarında standartları
yukarıya çekme hedefini, hükümet politikalarıyla bütünleştirme amacını
taşımaktadır. Toplum ve Mimarlık çalışmalarının ana metinlerinden birisi olması
gereken Türkiye Mimarlık Politikası metninin her zaman mimarlık kamuoyunun
gündeminde olması gerektiğini düşünüyorum. Bu belgede temel olarak, mimarlık
hizmetlerinin topluma ulaştırılması sürecinde göz önünde tutulması gereken
ilkelerin sıralandığını görüyoruz. Bunlardan ilki “bütün yurttaşlara kaliteli
yaşam çevreleri sağlamak” olarak tanımlanmıştır. Bu tanım mimarın topluma karşı
görevlerinin bir özeti niteliğindedir. Bu ana görev, sürdürülebilir bir
mimarlık politikasını yürürlüğe koymakla sağlanabilecektir. Bu kalitenin elde edilmesi,
daha nitelikli mimarlık ve kent ortamlarının oluşturulabilmesi için toplumun
süreçlere katılımının sağlanması, politikalar belgesinde ayrıca yer almaktadır.
Toplumun
gereksinmelerinin karşılanmasında, kamu hizmetlerinin önem taşıdığı, bu nedenle
kamu yatırımlarının gerçekleştirilmesinde mimari kalitenin gözetilmesi de bir
başka ilke olarak politikalar belgesinde ortaya konmuştur. Mimarlık
politikaları içerisinde, mimarlıkla ilgili uygulamanın toplum karşısındaki
sorumluluğunu mesleki etik kurallara bağlı olarak garanti altına almak ve
merkezî / yerel yönetim işbirliği ile kentlilerin, kentli kuruluşların toplumun
demokratik katılımını içeren eylem programlarını yürütmek de önemli bir yer
tutmaktadır. Görüldüğü gibi bu politikalar yaşam kültürünün mekâna yansıması
olarak nitelendirilebilecek, mimarlığın ülkemiz gündeminde yer alması ve
içselleştirilmesi gereken hususları içermektedir.
Dünya
deneyimlerini aktarmak amacıyla uluslararası alandaki metinlerin çevirisi
Mimarlar Odası tarafından yapılmıştır. Bu metinlerin mimarlık ortamında
tartışılması, değişik ülkelerdeki yerel yönetimlerin hazırladıkları yerel
mimarlık politikalarının bir örnek olarak işlenmesinin önemi büyüktür.
Çocuk ve Mimarlık
Kentlilik
bilincinin, kente karşı duyarlılığın nasıl geliştirileceği noktasında çocuk ve
mimarlık çalışmalarının önemi gündeme gelmektedir. Her yaştan çocuğa mimarlık
ve tasarım kültürünün verilmesine yönelik “Çocuk ve Mimarlık” çalışmaların
önemini vurgulamak isterim. Bu başlık çerçevesinde şubelerimiz etkinlikler
düzenlemekte, çocuk ve mimarlık konusunda dünya ülkelerindeki çocuk ve mimarlık
çalışmalarının deneyiminden yararlanılmaktadır. Bu çalışmalarla mimarlık
alanından çocuk eğitimine katkı yapmak, çocuğu ve mimarlığı yaratıcılık
üzerinden birbirine bağlamak hedeflenmektedir. Herkesin mimar veya planlamacı
olmayacağını, ancak doğal olarak mimarlık hizmetlerinin kullanıcısı ve/veya
işvereni olacağını, bir kentte yaşayacağını, kentli olacağını düşünüyoruz.
Kentlilik bilincine ulaşması yönünde gelişim sağlamasını, mimarlığı sevmesini,
önemsemesini hedefliyoruz. Bu çalışmalar sonucunda duyarlı, düşünebilen ve
sorgulayabilen, çevrelerine ilişkin izlenim ve özlemlerini özgürce ifade
edebilen; kentleşme, yapılı çevre üzerine gözlemler yapabilen gençlerin
eğitimine yardımcı olmak istiyoruz.
Mimarlık
alanından çocuk eğitimine katkı vermek, çocuğu ve mimarlığı yaratıcılık
üzerinden birbirine bağlamaktır. Çocuklara mimarlığı aktarmanın olumlu yanları olarak;
kendi fiziksel çevresi ile yapılı çevre hakkında farkındalık geliştirmesi; mekân
algısı konusunda duyarlılık geliştirmesi; kentlilik bilincine ulaşması yönünde
gelişim sağlaması; mimarlığı sevmesi; duyarlı, düşünebilen ve sorgulayabilen
bireylerin çevrelerine ilişkin izlenim ve özlemlerini özgür olarak ifade
etmesi, belirtilebilir.
Bu
kapsamda dile getirilen çalışma önerileri de şöyle sıralanabilir: Çocukların
eğitim süreçleri dışında ilgilerini çekecek programlar oluşturmak; mimarlığı
kimi hallerde özgün mekânları gezerek tanıtmak ve anlatmak; nasıl bir çevre
istediklerini sorgulamalarına olanak sağlayan etkinlikler yapmak; çocuklara
mimarlığı onların bakış açılarıyla anlatmak; eğitici renkli, resimli dizi
kitaplar çıkartmak, çizgi roman üretmek; mahallelerde mimarlığı anlatan basit
kurgulu atölyeler düzenlemek; “Yaz Okulları” düzenlemek; ilk ve orta öğretim
düzeyinde ve il bazında MEB ile birlikte “nasıl bir mimarlık istiyorsunuz?”
başlıklı kompozisyon yarışması düzenlemek.
Uluslararası
Mimarlar Birliği’nin katılımıyla Ankara Şubemizce düzenlenen Archild etkinliği
bu konuda yürütülen başarılı çalışmalardan biri olmuştur. Bu etkinlikte dile
getirmeye çalıştığım düşüncelerimi burada da özetlemek isterim.
Çocukların
okullarına yalnız başına ve yürüyerek gidebilmeleri, kenti yayalar için çekici
kılmayı ön plana alan, araç kullanmayı ise zorlaştıran bir planlama
yaklaşımının hâkim olması, kentlerin genelinde duyumsanabilen rahatlatıcı
ortamın en önemli nedeni olmaktadır. “Yürünülebilir kentler” ve “çocuk dostu
kentler” tanımlamaları artık kentleşme terminolojisine girmiştir. Ne yazık ki
kentlerimizin özellikle çocuklar için giderek daha sorunlu hale geldiğini,
çocukların dış mekânlardan yararlanma olanaklarının azaldığını, giderek kapalı
alanlara, evlerin içine doğru çekildiklerini ve bunun da çocukların
sosyalleşmesi yönünde olumsuz bir etki bıraktığını görmek zorundayız. Sokağın
yaşanabilir sosyal bir mekân olarak kaybı, kentte güvensizliğin artması ve
kentsel bozulmayı da beraberinde getirmektedir; oysa sokağın sosyal bir arena
olarak algılanması gerektiğini; çocukların sokağını ve yaşam çevresini doya
doya yaşaması gerektiğini düşünüyoruz. Kent içinde, kentle bütünleşmiş, yeterli
güven ortamı sağlanmış, çocukların kentlilerle birlikte rahatça oyun
oynayabilecekleri ortamların sağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Çocukların
yeni bir şeyler öğrenmelerine olanak tanıyacak, sosyalleşmelerini sağlayacak
yeni oyun alanlarının tasarlanması, bu alanların kent planlamasının vazgeçilmez
bir öğesi olarak yer alması gerektiğini düşünüyoruz.
Sadece
çocuklarla doğrudan ilgili bazı mekânların değil, tüm kentin herkesin
erişebilirliğine yönelik olarak tasarlanması gerektiğini; ama özellikle kültür
ve eğitim mekânlarının, parkların çocukların ebeveynleriyle birlikte rahatça
gidebilecekleri yerler olarak tasarlanması gerektiğini düşünüyoruz. Çocuk oyun
alanlarının ve oyun alanı donatılarının birbirinin kopyası olarak üretilmeleri
yerine özgün tasarımların teşvik edilmesi gerektiğini; mimarların, endüstri
tasarımcılarının bu alana da eğilmeleri gerektiğini düşünüyoruz.
Çocuklarımızın
yaşadığı kentlerin tarihî ve doğal varlıklarına sahip çıkabilmesinin, ancak
onları yakından tanımakla mümkün olabileceğini; eğitimlerinin bir parçası
olarak kentlerini, yaşam çevrelerini tanımalarına olanak sağlayacak
programların ve teknik gezilerin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Çocukluğun
doğasındaki yaratıcılığın ortaya çıkmasını sağlayacak, çocuğun yaşam çevresine
yönelik önerilerini aktarabilecek olanakların sunulmasını; bu heyecanın
kentlerimizin tasarımına yansıyabileceğini, bunun geleceğimiz için bir umut
olduğunu düşünüyoruz. Geleceğin sağlıklı, yaşanılır, çocuk dostu kentlerini
birlikte oluşturabilmenin mümkün olduğunu; bunun yapılı çevrenin oluşumunda yer
alan herkesin bir parçası olduğu sorumluluk zincirinin kurulması; bilginin,
kültürün egemen olabilmesiyle sağlanabileceğini düşünüyorum.
Göç ve Kent Yoksulluğu
Üzerine Neler Yapılabilir
Değişik
nedenlerle kentlere göçün devam ettiğini, bunun da etkisiyle kent yoksulluğunun
her geçen gün arttığını gözlüyoruz. Mimarinin yoksulluk üzerine, özellikle kent
yoksulluğu üzerine bir söyleminin olması, programında bu konuya yer vermesi
kaçınılmaz. Kentlerin giderek büyümesi ve kent nüfusunun artması ile mega kent
kavramı ortaya çıkmış ve sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Çöküntü
alanları, gecekondu bölgeleri oluşmakta, kent nüfusunun büyük bir bölümü
sağlıksız, kaçak yerleşmelerde oturmakta ve yoksulluk içinde, birçok şeyden
yoksun olarak yaşamaktadır. Bu yaşam biçimi de toplumsal sorunlara yol açmakta,
umutsuz insanlar ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’de yoksul nüfus on milyon
civarında tanımlanmaktadır. Yoksul dendiğinde anlaşılması gereken toplum
kesimi, konutu olmayan, düzenli işi olmayan, yardım beklentisi içinde olan ve
ailenin çözülme süreci içinde olduğu kesimdir. Yoksulluk sadece maddi boyutu
olan bir olgu değildir, aynı zamanda birçok şeyden yoksunluğu da beraberinde
taşır. Mimarlar Odası bu konuya yönelik söyleminde öncelikle barınma hakkının
en temel insan hakkı olduğunu vurgulamakta, bunun sağlanabilmesi için öneriler
geliştirilmesinin önemini belirtmektedir.
Ülkemizde
gerek yakın, gerekse uzak tarihinde önemli göç olayları yaşanmış, büyük
nüfusların yer değiştirmesi, iskânı söz konusu olmuştur. 1950’lerde
uluslararası ekonomik politikalara bağlı olarak başlayan sanayileşme
gayretleriyle birlikte, kırlardan büyük kentlere akan işsizler ordusunun,
ekonomik hayata katılmaları ve barınma ortamlarını oluşturma çabaları yıllarca
sürmüştür, sürmektedir. Bu hızlı kentleşme kentlerimizi yaşanabilir olmaktan
giderek uzaklaştırmış; kentlileşme hızı, kentleşme hızına ayak uyduramamış;
plansızlık, kaçak yapılaşma, gecekondulaşma, bir kimlik kaybı içinde kentsel
dokunun, tarihsel mirasın ve doğal çevrenin bozulmasına neden olmuştur. Bu
sorunlar, tutarsız siyasal yaklaşımlarla birleşerek daha da büyümüş, sorunları
çözemeyen iktidarlar, artık kentleşme biçimimiz haline gelen sağlıksız
yerleşmeleri bile, imar afları, kentsel dönüşüm ve hukuk dışı imar operasyonları
ile ranta yönelik bir ekonomik kaynak haline getirmişlerdir. Kentlerimizde
yaşanan bu olumsuz sürecin yansımalarını, başta İstanbul olmak üzere hemen her
yerde gözlememiz mümkündür.
Yıllardır
süren ve büyük sıkıntılar yaşadığımız çatışma ortamının bir sonucu olarak
yaşanan göç dalgası ise, çok başka yönleri ve etkileriyle ele alınması gereken
bir süreçtir, hâlâ daha da devam etmektedir. Geleneksel üretim yapısı
içerisinde kendi kendisine yeten insanların yaşadıkları topraklardan
koparılması ve büyük kentlerde ancak sığınacak durumda bulunmaları ciddi bir
sosyolojik sorun olarak önümüzde durmaktadır. Kentler kendi kırsalından
gelenleri bünyesine alma, onlarla birlikte hemhal olma sürecini yaşayamamakta,
bölgenin sosyal ve ekonomik yapısının böyle bir potansiyeli bulunmamaktadır.
Ekonomik hayatın içine girme yolları sınırlanmış bu insanların, kentin sosyal
hayatına da girmelerinin mümkün olmadığı, kendi yarattıkları ve itildikleri
gettolar içinde nefretlerini büyüterek yaşadıklarını gözlüyoruz. Yeni gelenlerle
mevcut halkın kaynaşmasındaki ciddi sorunların giderilmesi yönünde ekonomik ve
sosyal tedbirlerin yanı sıra mekânsal tedbirlerin de alınması, yeni gelenlerin
kent hayatına katılmalarına olanak verecek farklı ortamların yaratılması
gerekmektedir.
Mimarinin
bu soruna bir cevabı, buna yönelik çözüm önerileri olabilir mi? Bir insan
olarak, bir yurttaş olarak şüphesiz ilgilendiğimiz bu konunun bir mimar olarak
ele alınabilme şartları var mıdır? Yoksulluğa, göçten kaynaklanan yoğun barınma
sorunlarına, göçün yarattığı devasa kent sorunlarına mimarlığın tek başına çare
bulması şüphesiz mümkün değildir. Ancak bu olgu, mimarlığın böyle bir sorunu
dışlaması, yok sayması, onu düşünmemesi anlamına gelmemelidir. Mimarlık, sadece
mimarlık hizmetinin bedelini ödeyebilenlerin ihtiyaçlarına hizmet eden seçkinci
bir meslek olarak mı kalacaktır? Mimarlık hizmetinin hâlâ daha yoksullar için
lüks görülmesinden kaynaklanan bir duygu muafiyeti içerisindeyiz. Yoksullar
için çalışmak, fikir üretmek ödüllendirilmediği gibi, aksini kimsenin
ayıplamadığı da ortadadır; oysa bu durum son derece düşündürücüdür. Meselenin
bir de etik yönü olduğunu vurgulamamız gerekmektedir. Bu ülkenin mimarları
olarak, yoksullukla, göçle gelen yoğun barınma sorunlarıyla ilgili projelerin
üretilmesinde, gerçekleştirilmesinde aktif rol alınabileceğini düşünüyorum.
Özürlüler ve Mimarlık
Kentlerimizdeki
mekânsal düzenlemelerin özürlülerin kent yaşamına katılmasına çok da elverecek
düzeyde olmadığını biliyoruz. Belki son zamanların moda yaklaşımlarıyla bazı
kaldırımların ucuna özürlülere yönelik rampaların konması, son derece kötü
tasarlanmış bu düzenlemelerle yetinilmesi, bu alanda daha pek çok çalışmanın
yapılması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Nüfusumuzun yüzde onu civarında
özürlü vatandaşımızın bulunduğunu, önemli bir kısmının ortopedik özürlü
olduğunu ve bunun yoksullar arasında daha büyük oranda olduğunu öncelikle not
etmemiz gerekiyor. Ayrıca yaşlı ve çocuklu kişilerin de toplum yaşamına
katılımını zorlaştıran mekânsal engellerin giderilmesi yönünde çalışma
yürütülmesi, doğru bir tasarımın aranması ve uygulanması yönünde çağrı
yapılması oldukça geniş bir toplum kesimini ilgilendirmektedir. Düzenlenen kamu
mekânlarında, özel yapılarda gösterilecek özenin bu vatandaşlarımızın hayatını
kolaylaştırmakla kalmayacağını, onların da üretken olabilmesinin önünü
açacağını unutmamalıyız. Ayrıca erişilebilirliğin sadece özürlülerin değil,
herkesin ihtiyacı olduğunu da vurgulamak isterim. “Erişilebilir olan bir
mekânda kimse engelli değildir, erişilebilirliğin sağlanmadığı ortamlarda ise
herkes engellidir.” Kent yöneticilerinin ve meslektaşlarımızın gösterecekleri
özen, pek çok insanın mimarlık nedeniyle daha da zorluk çekmelerinin önüne
geçebilecektir. Bu konunun kentlerimizin yaşanılır kılınmasının önemli göstergelerinden
birisi olduğunu vurgulamak isterim.
Güncel Konularda
Toplumu Bilgilendirmek
Toplum
ve Mimarlık kapsamında ele alınması gereken ana unsurlardan biri de basınla
ilişkiler olmalıdır. Mimarlar Odası şimdiye kadar oldukça önemli deneyimler kazanmıştır.
Basında diğer meslek kuruluşlarına göre çok fazla yer almakta, sık sık basının
sorularına muhatap olmaktadır. Özellikle Mimarlar Odası birimlerinin
etkinlikleri ve yöneticilerinin mesajları yerel basında çok sık yer almakta ve
etkili olmaktadır. Ancak bunların yeterli olduğunu söyleyemeyiz.
Öncelikli
olarak kendi söylemimizi uygun bir şekilde dile getirebilmek, düşüncelerimizi,
itirazlarımızı, önerilerimizi öncelikle meslektaşlarımızın, giderek de toplumun
anlayacağı bir dilde sunabilmeliyiz. Bir diğer önemli konu ise bir olaydan
hareketle topluma yönelik mesajlarımızı uygun sözlerle, net ifadelerle
verebilmeyi becerebilmektir. Haklılığımızın anlatılması, kentin sağlıklı bir
şekilde yapılanması yolundaki görüşlerin, çözüm yollarının gösterilmesi gerekmektedir.
Önemli olan, mimarlığın, planlamanın sağlıklı bir yaşam çevresi için nasıl
vazgeçilmez bir girdi olduğunun anlatılması olmalıdır.
Ülkemizin
en güncel sorunlarından birisi olan Afetler, özellikle de deprem konusu
üzerinde titizlikle durmamız gereken bir konu olarak gündemimizdedir. Ülkemizdeki
afetlerin çoğunlukla yapılaşma kararlarının yanlışlığı nedeniyle çok acı
sonuçları olmaktadır. Böylesi ortamlarda kentlerimizdeki yapılaşma sorunları
gündeme gelmekte ve sorgulanmaktadır. Toplum ortalıktaki bilgi kirlenmesinden
rahatsız olmakta, sağlıklı bilgi edinmek istemektedir. Toplum ve mimarlık
kapsamındaki bu değerlendirmede afet ve mimarlık konusuna da değinilmesi kaçınılmaz
olmaktadır. Kamuoyunda uyanan “sağlam ve kaliteli mekân arayışı” konusundaki
duyarlılığın değerlendirilmesi önem kazanmaktadır.
Önümüzdeki
yıllarda çevre konularının daha sık gündemimize gelmesi ve konunun
meslektaşlarımızca içselleştirilmesi ve çevreye daha duyarlı bir mimarlığın
yapılabilirliğinin tartışılması kaçınılmaz olacaktır. Sorun küresel çevre
sorunlarının bir araştırma konusu olarak üniversitelerde yer alması değil,
bunun mimarlık pratiğimize, günlük yaşamımıza henüz yansımamasıdır. Bu hayati
konunun meslek uygulamalarına, imar mevzuatına, yönetmeliklerimize ve tabii ki
daha yaygın biçimde eğitimimize girmesi kaçınılmazdır. Mimarlığın çok bileşenli
yapısının doğası gereği mimarın işverenini, toplumu bu yönde bilgilendirmesi;
bu yönde bir tasarımın aranmasını, teşvik edilmesini sağlamaya yönelik adımların
atılması hayati önemdedir.
Sonuç Yerine
Toplumda
mimarlık kültürünün yerleşmesini, benimsenmesini, mimarlık değerlerinin sadece
ilgili kişi ve kurumlar tarafından değil, herkes tarafından içselleştirilmesini
önemsediğimizi özellikle belirtmek isterim. Dileğimiz yaşam çevrelerimizin,
kentlerimizin bu topraklardaki kültürel birikime yakışan bir şekilde mimarlıkla
bütünleşmesidir.
“Mimarlığın
Toplum Hizmetinde Olacağı” bir dünya için; yaşam çevrelerimizin geleceği için
mücadele ediyoruz. Sorunların büyüklüğü dayanışmamızı güçlü kılmayı, ortak aklı
aramayı, bulmayı gerektirmektedir. Bunu gerçekleştireceğimize inanıyorum, yeter
ki istensin, yeter ki nereye gittiğimizin farkına varalım.
23 Ağustos 2010 / Etiket: Kent Kültürü, Meslek Örgütlenmesi,
Erişilebilirlik
Mimarlar Odası Toplum ve Mimarlık alanında önemli bir tartışma
zemini yaratmasını umduğu “Türkiye Mimarlık Politikası’na Doğru” metnini 2006 yılında
mimarlık kamuoyunun değerlendirmesine sunmuştu. Mimarlığın toplumsal
sorumluluğu bağlamında, günümüz dünyasında toplumun yaşam kalitesinin
artırılmasına yönelik gündemlerin Türkiye Mimarlık Politikası oluşum süreci ile
bağını kurmayı amaçlayan çalışmalar, bu içeriğe uygun temaların işlenmesi her
zaman Mimarlar Odası’nın gündeminde olmuştur. Güney Mimarlık dergisinin ilk sayısında
(Eylül 2010) Toplum ve Mimarlık başlığı altında yürütülen çalışmaları aktarmak,
konunun boyutlarıyla ilgili bazı hatırlatmalar yapmak istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder