23 Ağustos 2010 Pazartesi

Toplum ve Mimarlık Çalışmalarının Kapsamı Üzerine

Öncelikle şöyle bir soru sorularak başlanabilir: “Toplumla mimarlık arasında (varsa) kopukluğun nedenleri nelerdir?” Bu soru değişik ortamlarda gündeme gelmiş, irdelenmiş ve bazı tespitler yapılmıştır. “Türkiye Mimarlık Politikası” metninde şu ifadelere yer verildiğini görüyoruz:

“Mimarlık kültürü ile toplum, mimarlık hizmeti ile kullanıcı arasındaki bağın koparılması olumsuz çevre oluşumunun en önemli nedenidir.

Yaşam yerlerimizin, mimarlık kültürü ve hizmetinden yoksun mekânlarla biçimlenmesine neden olan bu kopuş, giderek yapı kültürünün yozlaşması sonucunu yaratmıştır. Bugün artık, bu mekânsal oluşumlar, yaşadığımız toplumsal-kültürel erozyonun en etkin unsurları olarak, geri dönülmez biçimde yaşamımızı biçimlemektedir.

Bu kısır döngüyü aşmak için, toplumsal-kültürel yaşamımızda mimarlık ve mimarlık hizmeti etkin kılınmalıdır. Mimarlığın, sanatsal, kültürel, insancıl ve işlevsel özellikleri ile toplumu ve kentleri yeniden buluşturmak, kimlikli, uygar ve esenlikli bir gelecek için, en güçlü güvencelerden biridir.”


Toplum, barınmanın bir gereksinim olmasının yanı sıra temel bir hak olduğunun yeterince farkında değildir ve haklarının karşılığını nereden talep edeceğini de yeterince bilmemektedir. Bu algılama ve değerlendirme zorluğu, mimarlık hizmetini toplumun isteyip istememesinden daha çok, böyle bir hizmetin gerekliliğinin ne kadar farkında olduğuna götürmektedir. Araştırılması ve yanıtının bulunması gereken husus, bu talebin gerçekten toplum gereksinme duyduğu için mi oluştuğu, yoksa imar planlarının, yapılaşma süreçlerinin dayatması sonucunda toplumun mecbur kaldığı için mi mimara yöneldiğidir. Bireyler yaşam alanlarının bir bölümünün niteliğini belirleme ve kalitesini değiştirme olanağına sahiptirler. Buna karşın toplumun ortak olarak kullanmak zorunda olduğu yapı ve mekânların nitelikleri artık kişisel tercihlere bağlı kalamamakta; kentte yaşamı paylaştığı diğer insanlar, onların verdikleri kararlar ve kent yöneticilerinin de içinde yer aldığı daha karmaşık bir mekanizma ortaya çıkmaktadır.

Mimarlık ve Kentlerimizin Yaşam Kalitesi

Mimarlığı, toplumsal yaşamın ve kültürün maddi ve moral gereksinmelerine göre, yapı, toplu yapı ve kent biçimlendirmesi, tasarımı, üretimi, kullanımı ve yeniden kullanımı kolektif süreçleri ve sonuçlarını kapsayan ve güzel sanatlar ağırlıklı bir kültür faaliyeti olarak tanımlıyoruz. Bu tanım doğal olarak bizlere, yapılı çevrelerimizin biçimlenmesinde önemli bir sorumluluk yüklemektedir. Biz, bugünün mimarları olarak kendimizi, bu topraklardaki kültürel mimari mirası sağlıklaştırmanın yanı sıra daha da zenginleştirerek gelecek kuşaklara aktarma göreviyle yükümlü hissediyoruz. Onca mimarın, yapı ustasının eserinin, birikiminin yanına kendi yorumumuzu, yapımızı koymayı; yaratıcılığımızı esirgememeyi; nitelikli tasarım katkısıyla sadece yapının sahibinin ve kullanıcısının değil, kentin ve kentlinin de yaşam kalitesini, beğeni düzeyini yükselten bir etki bırakabilmeyi önemsiyoruz. Mimarlık mesleği, en temelde, insana ve çevreye saygılı yapılar yapmakla yükümlüdür. Yapı elde etme sürecinde toplam kaliteden bahsederken tek bir yapının değil yaşam çevresinin toplam kalitesini gözeterek hareket etmemiz gerektiğini düşünüyoruz.

Kentleri yaşanılır kılan, yaşam kalitesini yükselten, yaşayanları mutlu eden kriterler vardır. Bunlar, kentin korunan ve yaşatılan tarihî mimarisi, çağı yansıtan yapıları, insanca ve etkin ulaşım sistemi, yürüme ve bisiklet yolu ağları, yeşil alanlar, buluşma yerleri, meydanlar gibi öğelerdir. Bu kriterlerle kentlerimize baktığımız zaman içimizi acıtan, gelecek için karamsar olmamıza yol açan bir manzara ile karşılaşıyoruz. Özellikle son elli yıldır yaşanan yoğun göç ve hızlı kentleşmenin acı sonuçlarını görüyoruz.

Kente İlişkin Kararlara Katılım ve Kentlilik Bilincinin Geliştirilmesi

Toplum ve Mimarlık konusunda öncelikle toplumun mekânla, kentle ilişkisinin irdelenmesinin önemi üzerinde durmamız gerekiyor. Kentler sosyal gelişmelerin, kültürel etkinliklerin uygarlıkların oluşup yoğunlaştığı merkezler olarak kentlilik bilincini etkiler. Kentlerin mimari örgüsü bir yandan orada yaşamış, o kentleri biçimlendirmiş olan toplumun tarihsel gelişimini ve kültürel düzeyini yansıtıp mimari miras oluştururken, bir yandan da içinde yaşayanların davranış ve yaşam biçimini belirler. Bir kentin gerçek sahibi; o kentte yaşayan, kentle bütünleşen ve kendisini kente ait hisseden kişilerdir. Kentlilik bilinci, kentte yaşayanların kentle bütünleşmesi, kendini kente ait hissetmesi ve dolayısıyla yaşadığı kente karşı sorumluluk duymasıdır. Kentlilik bilinci, kentsel yaşamı ve kentsel yaşam kalitesini savunmayı ve sahiplenmeyi gerektirir.

Kentlilik kültürünün ve kentlilik bilincinin geliştirilmesi yönünde yerel yönetimlerin ve merkezi kurumların çalışmaları olmaktadır. Mimarlar Odası kentlilik bilincinin geliştirilmesinde mekânsal sorunların önemi konusuna vurgu yapmakta, toplumun mekânla ilgilenmesini sağlamaya çalışmaktadır. Toplumun mimarlığı tanıması ve mimarlıkla ilgilenmesi kentsel yaşam kalitesi için bir öngereklilik olarak görülmektedir.

Kentlilik Bilincinin Oluşturulmasında Dikkate Alınması Gerekli Etkenler 

Bu alandaki çalışmalarda dikkate alınması gereken bazı konuların altını çizmek istiyorum. Bu başlıkları artırmak, her birisinin içini doldurmak ve uygun görüldüğü kadarıyla genişletmek mümkündür. Kentlilik bilincinin geliştirilmesine yönelik bu öneriler Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın düzenlediği Kentleşme Şûrası çalışmaları sırasında ilgili komisyonda dile getirilmiş ve değerlendirmeye alınmıştır. 

-       Kentin yaşam kalitesini etkileyen unsurların vurgulanması: Bir kentin yaşam kalitesini belirleyen etkenlerle ilgili bilimsel yaklaşımların vurgulanması, kent yönetimlerinin programlarında bunlara yönelik çalışmaların yer almasına yol açabilecektir.

-       “Toplum ve Mimarlık” çalışmaları: Toplumla birlikte kentleşme ve mimarlık sorunlarının tartışılması, topluma yönelik kentleşme ve mimarlık alanında yayınların, duyuruların yapılması. Mimarlığın toplum hayatındaki yerinin, toplumun mimarlıkla ve kentleşmeyle kurduğu veya kuramadığı ilişkinin sorgulanması.

-       “Çocuk ve Mimarlık” çalışmaları: Her yaştan çocuğa yönelik mimarlık ve tasarım kültürünün verilmesine yönelik çalışmaların öneminin vurgulanması. Herkesin mimar veya planlamacı olmayacağı, ancak doğal olarak mimarlık hizmetlerinin kullanıcısı ve/veya işvereni olacağı, bir kentte yaşayacağından hareketle tasarıma yönelik kültürün geliştirilmesine yönelik çalışmaları kapsamaktadır.

-       Herkes için tasarım / erişilebilirlik: Toplumun yüzde 10 gibi önemli bir kesimini kapsayan özürlülerle ilgili mekânsal düzenlemelerin hayata geçirilmesi, sadece özürlülerin değil yaşlıların da kent aktivitesine katılabilmelerine ve kenti kentliyle ortak paylaşımlarına yol açabilecektir.

-       Kent mimarlık rehberleri: Kentlerin mimarlık rehberlerinin yapılması, kentlilerin yaşadıkları kentle ilişki kurmalarına yardımcı olabileceği gibi nasıl bir kentte yaşadıklarının farkında olmalarına, farkındalığın artmasına katkıda bulunacaktır.

-       Kent bilgilendirme noktaları / plaketleri: Kentlerin sürekli değişen ortamında kent hafızasının yitirilmesi tehlikesine karşı kent bilgilendirme noktalarının oluşturulmasının yararlı olacağını düşünebiliriz. 

-       Sokak isimleri: Sokak isimlerinin çok sık değiştirilmesinin de benzer şekilde kent hafızasının sürekliliğini zedelemekte olduğunun görülmesi gerekiyor. Bu uygulamadan vazgeçilmesinin önerilmesinin yanı sıra mevcut sokak isimlerinin nereden kaynaklandığına ilişkin bir açıklamanın sokak tabelalarının altına konmasının yararlı olacağı açıktır.

-       Kentlilik bilincinin metropol ve küçük kentler ölçeğinde farklı yaklaşımlarla ele alınması: Doğal olarak metropol insanlarının kente sahiplenmesiyle küçük kentlerde oturanların yaklaşımı farklı olacaktır.    

-       Somut olmayan kültürel miras (UNESCO) çalışmalarının önemi: Özellikle küçük kentlere yönelik yapılacak böylesi bir derlemenin ortak kent bilincinin oluşmasında önemli bir etken olacağı vurgulanmalıdır.

-       Tarihte seçmecilik yapılmasının sakıncaları: Kent ve toplum tarihiyle ilgili anlatımlarda, ele alınan projelerde tarihe seçmeci bir anlayışla yaklaşılmasının ortak kültürel birikime zarar vermesi, bunun neticesinde bir kısım kültürel birikimin ötekileştirilmesine, dışlanmasına yol açması tehlikesine dikkat çekmek gerekiyor.

-       Cumhuriyet dönemi mimari mirasının yok edilmesi: Aynı kapsamda ele alınabilecek bir anlayış sonucunda Cumhuriyet dönemi mimarisinin hızla yok edilmesi ve sadece belirli bir mimari tarza yönelik yapıların tercih edilmesinin kimliksizliği ve kültürel mirasın yok edilmesine yol açması; bunun da kentin ortak hafızasını zedeleyen bir unsur olacağının vurgulanması gerekecektir.

-       Kentin ortak alanlarının geliştirilmesi: Kentlerin sadece konut alanları olarak genişlemesinin ciddi sıkıntı yaratmasına değinilmelidir. Gerek kente yeni gelenlerin, gerekse mevcut kentlilerin kentteki ortak kullanım alanlarının artması, kaynaşmayı, ortak paylaşımı geliştirecek bir unsur olarak vurgulanmalıdır.

-       Göç ve kent yoksulları: Değişik nedenlerle kente göç devam etmektedir. Ancak özellikle yeni gelenlerle mevcut halkın kaynaşmasında ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bir insanın kendi ülkesinde göçmen olması, istenmemesi, sevilmemesi son derece trajiktir. Bunun giderilmesi yönünde ekonomik ve sosyal tedbirlerin yanı sıra mekânsal tedbirlerin de alınması, yeni gelenlerin kent hayatına katılmalarına olanak verecek farklı ortamların yaratılması gerekmektedir.

-       Sanayi kentleri ve sanayisizleşen kentler: Pek çok kentimiz belirli bir sanayinin yapılanması üzerine kurulmuştur ve hayatiyetini devam ettirmiştir. Bunun önemli bir ortak hafıza yaratmasının önemine dikkat çekmek, ayrıca kapanan sanayi tesislerinin yaratacağı boşluğun insanlarda kentle bağlantı kurmak konusundaki eksikliğin vurgulanması yerinde olacaktır.

-       Endüstri arkeolojisinin değerlendirilmesi: Sanayisizleşen kentlerdeki eski sanayi yapılarının birer endüstri arkeolojisi olarak değerlendirilmesinin planlanmasının, sanayi tesislerinin kapanmasının yaratacağı boşluğun kısmen doldurulmasında önemli bir etken olacağı düşünülmelidir.

-       Kıyı kentlerindeki yanlış yapılaşma: Kıyı kentlerinde kıyının kentliler tarafından kullanılamayacak derecede kentten koparıldığı durumlara rastlanmaktadır. Bu küçük kıyı kasabalarında da büyük kentlerde de yaşanmaktadır. Oysa kıyıların kentlilerin ortak buluşma ve yaşama mekânı olarak önemi büyüktür.  

-       Turizmin kent bilincine olumlu ve olumsuz etkileri: Turizmin kentlerimizde gerçekleştirdiği olağanüstü hızlı değişim olumlu ve olumsuz yönleriyle ele alınmalı ve dikkatli bir şekilde irdelenmesi gerekliliği vurgulanmalıdır.

-       Ulaşım projelerinin kentin ortak belleğini zedelemesi: Özellikle kent içi ulaşım projelerinde alınan yanlış kararların kentin ortak kullanım alanlarını parçaladığı ve kullanılamaz hale getirdiği görülmektedir.

-       Katılımcılık kültürünün geliştirilmesi: Katılımcılık bir kültür sorunudur ve önemle üzerinde durulması gerekmektedir. Kent mekânlarının kullanımında “halkın katılımı”nda gözlenen yağma kültürüyle, planlama süreçlerine halkın katılımı özlemimiz karıştırılmamalıdır. 

-       Kente yabancı ve uzak üniversite yerleşkelerinin sorunu: Özellikle Anadolu kentlerindeki üniversitelerin kentlerden oldukça uzak yerleşkelerde yapılanması, üniversite ortamının kente yapabileceğini umduğumuz olumlu katkıyı sağlayamadığı görülmektedir.

-       Tüketici haklarının korunması: Kentlilik bilincinin artmasına paralel olarak gündeme gelmesi gereken tüketici hakları sorunun önemine vurgu yapılması mümkündür. Kenti yönetenlere yönelik olarak kentlilerin haklı taleplerinin vurgulanması, eksik hizmetle yetinilmemesi, kent hizmetlerinin iyileştirilmesinde ve kentliler için de iyiye özlemin aranması duygusunun gelişmesinde yararlı olacaktır.

-       Uluslararası belgeler ve uluslararası deneyimlerin önemi: Ülkemizin de üyesi olarak içinde yer aldığı uluslararası kuruluşların ürettikleri belgelerin önemi büyüktür. Bu belgeler pek çok deneyden süzülerek gelmiş metinlerdir ve ülkemiz için de yararlanılması, içselleştirilmesi yönünde çaba gösterilmesi önemlidir. Ayrıca “Yavaş Kentler” gibi deneyimlerin izlenmesinin ve aktarılmasının önemi vurgulanmalıdır.

Bu kapsamda getirilen diğer önerilerle birlikte Komisyon raporu şekillenmiş ve Şûra’ya sunulmuştur. Dileğimiz Kentleşme Şûrası çalışmalarının raflarda unutulmaması, hayata geçmesidir. 

Türkiye Mimarlık Politikası

Ulusal Mimarlık Politikaları, mimarlık ürünleri ve yapılı çevrenin niteliğinin kamu yararına olduğu düşüncesinden hareketle, mimarlık uygulamalarında standartları yukarıya çekme hedefini, hükümet politikalarıyla bütünleştirme amacını taşımaktadır. Toplum ve Mimarlık çalışmalarının ana metinlerinden birisi olması gereken Türkiye Mimarlık Politikası metninin her zaman mimarlık kamuoyunun gündeminde olması gerektiğini düşünüyorum. Bu belgede temel olarak, mimarlık hizmetlerinin topluma ulaştırılması sürecinde göz önünde tutulması gereken ilkelerin sıralandığını görüyoruz. Bunlardan ilki “bütün yurttaşlara kaliteli yaşam çevreleri sağlamak” olarak tanımlanmıştır. Bu tanım mimarın topluma karşı görevlerinin bir özeti niteliğindedir. Bu ana görev, sürdürülebilir bir mimarlık politikasını yürürlüğe koymakla sağlanabilecektir. Bu kalitenin elde edilmesi, daha nitelikli mimarlık ve kent ortamlarının oluşturulabilmesi için toplumun süreçlere katılımının sağlanması, politikalar belgesinde ayrıca yer almaktadır.

Toplumun gereksinmelerinin karşılanmasında, kamu hizmetlerinin önem taşıdığı, bu nedenle kamu yatırımlarının gerçekleştirilmesinde mimari kalitenin gözetilmesi de bir başka ilke olarak politikalar belgesinde ortaya konmuştur. Mimarlık politikaları içerisinde, mimarlıkla ilgili uygulamanın toplum karşısındaki sorumluluğunu mesleki etik kurallara bağlı olarak garanti altına almak ve merkezî / yerel yönetim işbirliği ile kentlilerin, kentli kuruluşların toplumun demokratik katılımını içeren eylem programlarını yürütmek de önemli bir yer tutmaktadır. Görüldüğü gibi bu politikalar yaşam kültürünün mekâna yansıması olarak nitelendirilebilecek, mimarlığın ülkemiz gündeminde yer alması ve içselleştirilmesi gereken hususları içermektedir.

Dünya deneyimlerini aktarmak amacıyla uluslararası alandaki metinlerin çevirisi Mimarlar Odası tarafından yapılmıştır. Bu metinlerin mimarlık ortamında tartışılması, değişik ülkelerdeki yerel yönetimlerin hazırladıkları yerel mimarlık politikalarının bir örnek olarak işlenmesinin önemi büyüktür.

Çocuk ve Mimarlık

Kentlilik bilincinin, kente karşı duyarlılığın nasıl geliştirileceği noktasında çocuk ve mimarlık çalışmalarının önemi gündeme gelmektedir. Her yaştan çocuğa mimarlık ve tasarım kültürünün verilmesine yönelik “Çocuk ve Mimarlık” çalışmaların önemini vurgulamak isterim. Bu başlık çerçevesinde şubelerimiz etkinlikler düzenlemekte, çocuk ve mimarlık konusunda dünya ülkelerindeki çocuk ve mimarlık çalışmalarının deneyiminden yararlanılmaktadır. Bu çalışmalarla mimarlık alanından çocuk eğitimine katkı yapmak, çocuğu ve mimarlığı yaratıcılık üzerinden birbirine bağlamak hedeflenmektedir. Herkesin mimar veya planlamacı olmayacağını, ancak doğal olarak mimarlık hizmetlerinin kullanıcısı ve/veya işvereni olacağını, bir kentte yaşayacağını, kentli olacağını düşünüyoruz. Kentlilik bilincine ulaşması yönünde gelişim sağlamasını, mimarlığı sevmesini, önemsemesini hedefliyoruz. Bu çalışmalar sonucunda duyarlı, düşünebilen ve sorgulayabilen, çevrelerine ilişkin izlenim ve özlemlerini özgürce ifade edebilen; kentleşme, yapılı çevre üzerine gözlemler yapabilen gençlerin eğitimine yardımcı olmak istiyoruz.

Mimarlık alanından çocuk eğitimine katkı vermek, çocuğu ve mimarlığı yaratıcılık üzerinden birbirine bağlamaktır. Çocuklara mimarlığı aktarmanın olumlu yanları olarak; kendi fiziksel çevresi ile yapılı çevre hakkında farkındalık geliştirmesi; mekân algısı konusunda duyarlılık geliştirmesi; kentlilik bilincine ulaşması yönünde gelişim sağlaması; mimarlığı sevmesi; duyarlı, düşünebilen ve sorgulayabilen bireylerin çevrelerine ilişkin izlenim ve özlemlerini özgür olarak ifade etmesi, belirtilebilir.

Bu kapsamda dile getirilen çalışma önerileri de şöyle sıralanabilir: Çocukların eğitim süreçleri dışında ilgilerini çekecek programlar oluşturmak; mimarlığı kimi hallerde özgün mekânları gezerek tanıtmak ve anlatmak; nasıl bir çevre istediklerini sorgulamalarına olanak sağlayan etkinlikler yapmak; çocuklara mimarlığı onların bakış açılarıyla anlatmak; eğitici renkli, resimli dizi kitaplar çıkartmak, çizgi roman üretmek; mahallelerde mimarlığı anlatan basit kurgulu atölyeler düzenlemek; “Yaz Okulları” düzenlemek; ilk ve orta öğretim düzeyinde ve il bazında MEB ile birlikte “nasıl bir mimarlık istiyorsunuz?” başlıklı kompozisyon yarışması düzenlemek.  

Uluslararası Mimarlar Birliği’nin katılımıyla Ankara Şubemizce düzenlenen Archild etkinliği bu konuda yürütülen başarılı çalışmalardan biri olmuştur. Bu etkinlikte dile getirmeye çalıştığım düşüncelerimi burada da özetlemek isterim. 

Çocukların okullarına yalnız başına ve yürüyerek gidebilmeleri, kenti yayalar için çekici kılmayı ön plana alan, araç kullanmayı ise zorlaştıran bir planlama yaklaşımının hâkim olması, kentlerin genelinde duyumsanabilen rahatlatıcı ortamın en önemli nedeni olmaktadır. “Yürünülebilir kentler” ve “çocuk dostu kentler” tanımlamaları artık kentleşme terminolojisine girmiştir. Ne yazık ki kentlerimizin özellikle çocuklar için giderek daha sorunlu hale geldiğini, çocukların dış mekânlardan yararlanma olanaklarının azaldığını, giderek kapalı alanlara, evlerin içine doğru çekildiklerini ve bunun da çocukların sosyalleşmesi yönünde olumsuz bir etki bıraktığını görmek zorundayız. Sokağın yaşanabilir sosyal bir mekân olarak kaybı, kentte güvensizliğin artması ve kentsel bozulmayı da beraberinde getirmektedir; oysa sokağın sosyal bir arena olarak algılanması gerektiğini; çocukların sokağını ve yaşam çevresini doya doya yaşaması gerektiğini düşünüyoruz. Kent içinde, kentle bütünleşmiş, yeterli güven ortamı sağlanmış, çocukların kentlilerle birlikte rahatça oyun oynayabilecekleri ortamların sağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Çocukların yeni bir şeyler öğrenmelerine olanak tanıyacak, sosyalleşmelerini sağlayacak yeni oyun alanlarının tasarlanması, bu alanların kent planlamasının vazgeçilmez bir öğesi olarak yer alması gerektiğini düşünüyoruz.

Sadece çocuklarla doğrudan ilgili bazı mekânların değil, tüm kentin herkesin erişebilirliğine yönelik olarak tasarlanması gerektiğini; ama özellikle kültür ve eğitim mekânlarının, parkların çocukların ebeveynleriyle birlikte rahatça gidebilecekleri yerler olarak tasarlanması gerektiğini düşünüyoruz. Çocuk oyun alanlarının ve oyun alanı donatılarının birbirinin kopyası olarak üretilmeleri yerine özgün tasarımların teşvik edilmesi gerektiğini; mimarların, endüstri tasarımcılarının bu alana da eğilmeleri gerektiğini düşünüyoruz.

Çocuklarımızın yaşadığı kentlerin tarihî ve doğal varlıklarına sahip çıkabilmesinin, ancak onları yakından tanımakla mümkün olabileceğini; eğitimlerinin bir parçası olarak kentlerini, yaşam çevrelerini tanımalarına olanak sağlayacak programların ve teknik gezilerin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Çocukluğun doğasındaki yaratıcılığın ortaya çıkmasını sağlayacak, çocuğun yaşam çevresine yönelik önerilerini aktarabilecek olanakların sunulmasını; bu heyecanın kentlerimizin tasarımına yansıyabileceğini, bunun geleceğimiz için bir umut olduğunu düşünüyoruz. Geleceğin sağlıklı, yaşanılır, çocuk dostu kentlerini birlikte oluşturabilmenin mümkün olduğunu; bunun yapılı çevrenin oluşumunda yer alan herkesin bir parçası olduğu sorumluluk zincirinin kurulması; bilginin, kültürün egemen olabilmesiyle sağlanabileceğini düşünüyorum.

Göç ve Kent Yoksulluğu Üzerine Neler Yapılabilir

Değişik nedenlerle kentlere göçün devam ettiğini, bunun da etkisiyle kent yoksulluğunun her geçen gün arttığını gözlüyoruz. Mimarinin yoksulluk üzerine, özellikle kent yoksulluğu üzerine bir söyleminin olması, programında bu konuya yer vermesi kaçınılmaz. Kentlerin giderek büyümesi ve kent nüfusunun artması ile mega kent kavramı ortaya çıkmış ve sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Çöküntü alanları, gecekondu bölgeleri oluşmakta, kent nüfusunun büyük bir bölümü sağlıksız, kaçak yerleşmelerde oturmakta ve yoksulluk içinde, birçok şeyden yoksun olarak yaşamaktadır. Bu yaşam biçimi de toplumsal sorunlara yol açmakta, umutsuz insanlar ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’de yoksul nüfus on milyon civarında tanımlanmaktadır. Yoksul dendiğinde anlaşılması gereken toplum kesimi, konutu olmayan, düzenli işi olmayan, yardım beklentisi içinde olan ve ailenin çözülme süreci içinde olduğu kesimdir. Yoksulluk sadece maddi boyutu olan bir olgu değildir, aynı zamanda birçok şeyden yoksunluğu da beraberinde taşır. Mimarlar Odası bu konuya yönelik söyleminde öncelikle barınma hakkının en temel insan hakkı olduğunu vurgulamakta, bunun sağlanabilmesi için öneriler geliştirilmesinin önemini belirtmektedir.

Ülkemizde gerek yakın, gerekse uzak tarihinde önemli göç olayları yaşanmış, büyük nüfusların yer değiştirmesi, iskânı söz konusu olmuştur. 1950’lerde uluslararası ekonomik politikalara bağlı olarak başlayan sanayileşme gayretleriyle birlikte, kırlardan büyük kentlere akan işsizler ordusunun, ekonomik hayata katılmaları ve barınma ortamlarını oluşturma çabaları yıllarca sürmüştür, sürmektedir. Bu hızlı kentleşme kentlerimizi yaşanabilir olmaktan giderek uzaklaştırmış; kentlileşme hızı, kentleşme hızına ayak uyduramamış; plansızlık, kaçak yapılaşma, gecekondulaşma, bir kimlik kaybı içinde kentsel dokunun, tarihsel mirasın ve doğal çevrenin bozulmasına neden olmuştur. Bu sorunlar, tutarsız siyasal yaklaşımlarla birleşerek daha da büyümüş, sorunları çözemeyen iktidarlar, artık kentleşme biçimimiz haline gelen sağlıksız yerleşmeleri bile, imar afları, kentsel dönüşüm ve hukuk dışı imar operasyonları ile ranta yönelik bir ekonomik kaynak haline getirmişlerdir. Kentlerimizde yaşanan bu olumsuz sürecin yansımalarını, başta İstanbul olmak üzere hemen her yerde gözlememiz mümkündür. 

Yıllardır süren ve büyük sıkıntılar yaşadığımız çatışma ortamının bir sonucu olarak yaşanan göç dalgası ise, çok başka yönleri ve etkileriyle ele alınması gereken bir süreçtir, hâlâ daha da devam etmektedir. Geleneksel üretim yapısı içerisinde kendi kendisine yeten insanların yaşadıkları topraklardan koparılması ve büyük kentlerde ancak sığınacak durumda bulunmaları ciddi bir sosyolojik sorun olarak önümüzde durmaktadır. Kentler kendi kırsalından gelenleri bünyesine alma, onlarla birlikte hemhal olma sürecini yaşayamamakta, bölgenin sosyal ve ekonomik yapısının böyle bir potansiyeli bulunmamaktadır. Ekonomik hayatın içine girme yolları sınırlanmış bu insanların, kentin sosyal hayatına da girmelerinin mümkün olmadığı, kendi yarattıkları ve itildikleri gettolar içinde nefretlerini büyüterek yaşadıklarını gözlüyoruz. Yeni gelenlerle mevcut halkın kaynaşmasındaki ciddi sorunların giderilmesi yönünde ekonomik ve sosyal tedbirlerin yanı sıra mekânsal tedbirlerin de alınması, yeni gelenlerin kent hayatına katılmalarına olanak verecek farklı ortamların yaratılması gerekmektedir.

Mimarinin bu soruna bir cevabı, buna yönelik çözüm önerileri olabilir mi? Bir insan olarak, bir yurttaş olarak şüphesiz ilgilendiğimiz bu konunun bir mimar olarak ele alınabilme şartları var mıdır? Yoksulluğa, göçten kaynaklanan yoğun barınma sorunlarına, göçün yarattığı devasa kent sorunlarına mimarlığın tek başına çare bulması şüphesiz mümkün değildir. Ancak bu olgu, mimarlığın böyle bir sorunu dışlaması, yok sayması, onu düşünmemesi anlamına gelmemelidir. Mimarlık, sadece mimarlık hizmetinin bedelini ödeyebilenlerin ihtiyaçlarına hizmet eden seçkinci bir meslek olarak mı kalacaktır? Mimarlık hizmetinin hâlâ daha yoksullar için lüks görülmesinden kaynaklanan bir duygu muafiyeti içerisindeyiz. Yoksullar için çalışmak, fikir üretmek ödüllendirilmediği gibi, aksini kimsenin ayıplamadığı da ortadadır; oysa bu durum son derece düşündürücüdür. Meselenin bir de etik yönü olduğunu vurgulamamız gerekmektedir. Bu ülkenin mimarları olarak, yoksullukla, göçle gelen yoğun barınma sorunlarıyla ilgili projelerin üretilmesinde, gerçekleştirilmesinde aktif rol alınabileceğini düşünüyorum.

Özürlüler ve Mimarlık

Kentlerimizdeki mekânsal düzenlemelerin özürlülerin kent yaşamına katılmasına çok da elverecek düzeyde olmadığını biliyoruz. Belki son zamanların moda yaklaşımlarıyla bazı kaldırımların ucuna özürlülere yönelik rampaların konması, son derece kötü tasarlanmış bu düzenlemelerle yetinilmesi, bu alanda daha pek çok çalışmanın yapılması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Nüfusumuzun yüzde onu civarında özürlü vatandaşımızın bulunduğunu, önemli bir kısmının ortopedik özürlü olduğunu ve bunun yoksullar arasında daha büyük oranda olduğunu öncelikle not etmemiz gerekiyor. Ayrıca yaşlı ve çocuklu kişilerin de toplum yaşamına katılımını zorlaştıran mekânsal engellerin giderilmesi yönünde çalışma yürütülmesi, doğru bir tasarımın aranması ve uygulanması yönünde çağrı yapılması oldukça geniş bir toplum kesimini ilgilendirmektedir. Düzenlenen kamu mekânlarında, özel yapılarda gösterilecek özenin bu vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştırmakla kalmayacağını, onların da üretken olabilmesinin önünü açacağını unutmamalıyız. Ayrıca erişilebilirliğin sadece özürlülerin değil, herkesin ihtiyacı olduğunu da vurgulamak isterim. “Erişilebilir olan bir mekânda kimse engelli değildir, erişilebilirliğin sağlanmadığı ortamlarda ise herkes engellidir.” Kent yöneticilerinin ve meslektaşlarımızın gösterecekleri özen, pek çok insanın mimarlık nedeniyle daha da zorluk çekmelerinin önüne geçebilecektir. Bu konunun kentlerimizin yaşanılır kılınmasının önemli göstergelerinden birisi olduğunu vurgulamak isterim.

Güncel Konularda Toplumu Bilgilendirmek

Toplum ve Mimarlık kapsamında ele alınması gereken ana unsurlardan biri de basınla ilişkiler olmalıdır. Mimarlar Odası şimdiye kadar oldukça önemli deneyimler kazanmıştır. Basında diğer meslek kuruluşlarına göre çok fazla yer almakta, sık sık basının sorularına muhatap olmaktadır. Özellikle Mimarlar Odası birimlerinin etkinlikleri ve yöneticilerinin mesajları yerel basında çok sık yer almakta ve etkili olmaktadır. Ancak bunların yeterli olduğunu söyleyemeyiz.

Öncelikli olarak kendi söylemimizi uygun bir şekilde dile getirebilmek, düşüncelerimizi, itirazlarımızı, önerilerimizi öncelikle meslektaşlarımızın, giderek de toplumun anlayacağı bir dilde sunabilmeliyiz. Bir diğer önemli konu ise bir olaydan hareketle topluma yönelik mesajlarımızı uygun sözlerle, net ifadelerle verebilmeyi becerebilmektir. Haklılığımızın anlatılması, kentin sağlıklı bir şekilde yapılanması yolundaki görüşlerin, çözüm yollarının gösterilmesi gerekmektedir. Önemli olan, mimarlığın, planlamanın sağlıklı bir yaşam çevresi için nasıl vazgeçilmez bir girdi olduğunun anlatılması olmalıdır.

Ülkemizin en güncel sorunlarından birisi olan Afetler, özellikle de deprem konusu üzerinde titizlikle durmamız gereken bir konu olarak gündemimizdedir. Ülkemizdeki afetlerin çoğunlukla yapılaşma kararlarının yanlışlığı nedeniyle çok acı sonuçları olmaktadır. Böylesi ortamlarda kentlerimizdeki yapılaşma sorunları gündeme gelmekte ve sorgulanmaktadır. Toplum ortalıktaki bilgi kirlenmesinden rahatsız olmakta, sağlıklı bilgi edinmek istemektedir. Toplum ve mimarlık kapsamındaki bu değerlendirmede afet ve mimarlık konusuna da değinilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Kamuoyunda uyanan “sağlam ve kaliteli mekân arayışı” konusundaki duyarlılığın değerlendirilmesi önem kazanmaktadır.   

Önümüzdeki yıllarda çevre konularının daha sık gündemimize gelmesi ve konunun meslektaşlarımızca içselleştirilmesi ve çevreye daha duyarlı bir mimarlığın yapılabilirliğinin tartışılması kaçınılmaz olacaktır. Sorun küresel çevre sorunlarının bir araştırma konusu olarak üniversitelerde yer alması değil, bunun mimarlık pratiğimize, günlük yaşamımıza henüz yansımamasıdır. Bu hayati konunun meslek uygulamalarına, imar mevzuatına, yönetmeliklerimize ve tabii ki daha yaygın biçimde eğitimimize girmesi kaçınılmazdır. Mimarlığın çok bileşenli yapısının doğası gereği mimarın işverenini, toplumu bu yönde bilgilendirmesi; bu yönde bir tasarımın aranmasını, teşvik edilmesini sağlamaya yönelik adımların atılması hayati önemdedir.  

Sonuç Yerine

Toplumda mimarlık kültürünün yerleşmesini, benimsenmesini, mimarlık değerlerinin sadece ilgili kişi ve kurumlar tarafından değil, herkes tarafından içselleştirilmesini önemsediğimizi özellikle belirtmek isterim. Dileğimiz yaşam çevrelerimizin, kentlerimizin bu topraklardaki kültürel birikime yakışan bir şekilde mimarlıkla bütünleşmesidir.  

“Mimarlığın Toplum Hizmetinde Olacağı” bir dünya için; yaşam çevrelerimizin geleceği için mücadele ediyoruz. Sorunların büyüklüğü dayanışmamızı güçlü kılmayı, ortak aklı aramayı, bulmayı gerektirmektedir. Bunu gerçekleştireceğimize inanıyorum, yeter ki istensin, yeter ki nereye gittiğimizin farkına varalım.

23 Ağustos 2010 / Etiket: Kent Kültürü, Meslek Örgütlenmesi, Erişilebilirlik

Mimarlar Odası Toplum ve Mimarlık alanında önemli bir tartışma zemini yaratmasını umduğu “Türkiye Mimarlık Politikası’na Doğru” metnini 2006 yılında mimarlık kamuoyunun değerlendirmesine sunmuştu. Mimarlığın toplumsal sorumluluğu bağlamında, günümüz dünyasında toplumun yaşam kalitesinin artırılmasına yönelik gündemlerin Türkiye Mimarlık Politikası oluşum süreci ile bağını kurmayı amaçlayan çalışmalar, bu içeriğe uygun temaların işlenmesi her zaman Mimarlar Odası’nın gündeminde olmuştur. Güney Mimarlık dergisinin ilk sayısında (Eylül 2010) Toplum ve Mimarlık başlığı altında yürütülen çalışmaları aktarmak, konunun boyutlarıyla ilgili bazı hatırlatmalar yapmak istedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder