Hatırlanacağı gibi ilk Mimarlık ve Eğitim Kurultayı fikri 1999
depreminin sonrasında gündeme gelmişti. Marmara depreminden sonra yıkımın
nedeni eksik teknik hizmet olarak gösterilmiş; o zamanki yönetim yine kanun
hükmünde kararnamelerle ortamı düzenlemeye kalkışmış; 595 ve 601 sayılı kanun
hükmünde kararnamelerle bir takım uzmanlıklar ihdas edilmişti. Tartışmalar ve
davalar sonucunda bu KHK’lar iptal edildi, başka süreçler yaşandı. Aradan geçen
14 yıla rağmen hâlâ daha kanun hükmünde kararnamelerle, torba yasalarla yapı üretim
sürecinin düzenlenmesine çalışıldığını, getirilen her yeni yönetmeliğin başka
başka sorunlara yol açtığını, sonuçta yine tartışıldığını görüyoruz.
Kurultaylar, Kazanımları, Mimarlık Alanından Güçlü Sesler
İki yılda bir düzenlenen Mimarlık ve Eğitim Kurultaylarının
temalarını ve ev sahipliğini üstlenen mimarlık okullarını hatırlayalım:
1)
Nasıl Bir Gelecek, Nasıl Bir Mimarlık?
(2001 / YTÜ)
2)
Mimarın Formasyonu Nedir, Ne Olmalıdır?
(2003 / MSGSÜ)
3)
Mimarlık ve Eğitimi Yeniden Yapılanırken
(2005/ İTÜ)
4)
Mimarlık ve Eğitimi / Süreklilik ve
Değişim (2007 / ODTÜ)
5)
Kalite / Yetki ve Sorumluluk (2009 / İKÜ)
6)
Mimarlık Eyleminin Gelişimi ve
Çeşitlenmesi (2011 / DEÜ)
7)
Mimarlık Eğitim ve Meslek Alanında
Bütünleşme ve Dayanışma (2013 / AÜ)
Kurultaylardan geriye ne kaldı, bunca çaba, bunca kaynak
ayrılması, enerji harcanması, saatler süren toplantılar, raporlar üretilmesi
gerçekten yerine ulaşıyor mu? Zaman zaman yeterli verim alınamadığı gibi bir
duygu taşıyabiliyoruz. Her şeye rağmen çabaların boşa gitmediğini, sonuçta zihinlerimizde
yine de önemli bir tortu kaldığını düşünüyorum.
Öncelikle, Kurultayların mimarlık ortamındaki paydaşların
birbiriyle tartışma kültürünün gelişmesine önemli katkı sağladığını belirtmemiz
gerekiyor. Buna daha önce de değinildi, “kurultay ortamlarının en önemli
kazanımı nedir” diye sorulduğunda sorunları beraber tartışma kültürümüzün
geliştiğini söyleyebiliriz.
Mimarlık eğitiminin ve mimarlık meslek ortamının birbirinden
kaynaklanan ve birbirine yansıyan sorunlarının bir bütün olarak ele alınmasının
önemli olduğunun kavranması Kurultay çalışmalarının temel motivasyonu olduğunu
belirtebiliriz. Mimarlık alanındaki paydaşların birbirini dinleme, anlama ve
ortak değerlendirme ortamının sağlanması, ortak değerlendirme platformlarının
oluşması, bugün karşımızdaki devasa sorunların üstesinden gelebilme konusundaki
ortak irade gösterebilmemizi, bu konuda umutlu olabilmemizi sağladı.
Kurultaylar, çalışma gruplarının kurultay süresinin dışında bütün döneme
yayılan çalışmalarının derlenmesi olarak kurgulandı. Ele alınan konuların bir
bütün olarak birbirine bağlanmasını ve değerlendirilmesini istiyorduk. Bu da ne
kadar iyi kurgulanırsa kurgulansın sınırlı bir tartışma ortamında
sağlanamayacak bir yoğunluğu gerektiriyordu. Neticede iki yıllık süre içersinde
konunun bütün paydaşlarıyla beraber irdelenmesi, raporlanması ve kurultaya
getirilmesi gibi bir yöntem benimsendi. Mimarlık eğitiminin başlangıcından,
sürekli mesleki eğitime kadar geniş bir yelpazede her konu kendi içerisinde irdelendi,
farklı yapılanma önerileri ortaya atıldı, bir kısmı olgunlaştı, kurumlaştı.
Sorunun bir bütün olarak, birbirine bağlı bir zincir olarak
gözden geçirilmesi ve her birisinin beraber irdelenmesinin sağlanması
kurultayların önemli bir kazanımı olarak karşımıza geldi. Elbette eğitim de
eksikti, elbette yönetmeliklerimiz eksikti, elbette Türkiye’deki genel tasarım
kültürü ya da mimarlığa bakışta sorunlar vardı ve bütün bunların birlikte ele
alınması gerekiyordu. Ayrıca birlikte ele alınması demek genel bir söylemle
yetinilmemesi, eğitimin nasıl geliştirilmesi gerekiyorsa, onun ayrı olarak ele
alınması ve bütün içersinde yerine oturtulması; keza yönetmeliklerimizdeki eksiklikler,
Oda’nın yapması gerekenler, vb., hepsinin ayrı ayrı, detaylı bir şekilde ele
alınması ve bütün içersinde yerine oturtulması gerekiyordu.
Bu süre içersinde mimarlık ortamındaki ve eğitim
kurumlarındaki değişik örgütlenmeler ya da mevcut örgütlenmelerin bir arada
çalışması gündeme geldi, MOBBİG’le, MİDEKON’la, benzeri kurumlarla birlikte
çalışma yürütmeye başladık. MOBBİG toplantılarındaki kazanımlar kurultaylara
aktarıldı, MİDEKON Mimarlık Dekanları Konseyi’yle beraber YÖK’e gittik,
birlikte çalışmalar yürüttük ve ortamın ürettiği kararların, ürettiği fikirlerin
nasıl hayata geçeceği konusunda uygulamacılar olarak beraber çözüm yolları
bulmaya çalıştık. Keza, bu Kurultay sürecinde Eskişehir’de toplanan MİDEKON’un meslek
örgütlerine yapılan saldırılara yönelik destek bildirisi ortak çalışma ve
dayanışma duygumuzun gelişmesine katkı yapmıştır.
Bu süreç içersinde hepimizin mimarlık meslek uygulamasıyla
ilgili ayrı bir görüşü vardı. Oda içersinde de bir tartışma süreci yaşandı;
mimarlık meslek hukuku nasıl olmalıdır, mimarlık eğitiminin süresi nasıl
olmalıdır, mimarlık eğitiminden sonra meslek pratiği nasıl olmalıdır, mesleğe
kabul nasıl olmalıdır gibi konularda tartışmalar yürüttük ve bu tartışmalar
sonucunda belli bir karara vardık. Oda genel kurullarında kendi içimizdeki
hukuku sağlamak açısından belli bir karar aldık, bir kanun tasarısını
paylaştık. Dolayısıyla, o tarihten itibaren Oda yöneticileri olarak bir kurumla
görüşmeye gittiğimizde görüşümüzü kendi görüşümüz olarak değil, Oda’nın kabul
edilmiş görüşü olarak sunar hale geldik. Nitekim daha sonra da Oda yöneticileri
olarak Mimarlık ve Eğitim Kurultaylarında, MOBBİG’de, diğer kurumlarla beraber
yaptığımız tartışmalarda mimarlık eğitiminin süresi, niteliği ve mesleğe kabul
konularında nasıl davranılması gerektiği konusunda yine benzer şekilde bir
mutabakata vardık. Bunu önemli buluyorum. Uluslararası mimarlık kuruluşlarının
bize uygulanmasını tavsiye ettikleri kararlar, süreler, nitelikler ve
Türkiye’deki bir takım yasal zorunlulukları biz bu süreç içersinde Mimarlar
Odası ve eğitimciler olarak beraberce bir noktaya getirebildik.
Bazı oluşumlar süreç içersinde kurultay kazanımı olarak
hayatımıza girdi; Sürekli Mesleki Gelişim Merkezi (SMGM) ve Mimarlık
Akreditasyon Kurulu (MİAK) kurultay tartışmalarının bir ürünü olarak
hayatımızda yer aldı, kendi yapılanmaları içinde çalışmalarını sürdürüyorlar. Bu
alandaki çalışmalar Kurultay’a aktarıldı, tartışıldı. Kurultay süresinde
yapılan değerlendirmelerden bazılarını ayrıca ele almak ve vurgulamak
istiyorum.
Mesleğe Kabul Süreci
Mimarlık ve mimarlık eğitiminde uluslararası standartların
aranması kurultaylar sürecinde çok sık gündeme geldi ve çalışmalarımıza yön
gösterdi. Biz kendi kendimize yeterlilik duygusundan sıyrılmaya başladık. Çok
iyi eğitim veriyorduk, çok mimar yetiştiriyorduk, ama mimarlarımız
sınırlarımızdan bir metre dışarı çıktıklarında “siz mimar değilsiniz”
denildiği zaman şaşkına dönüyorlardı ve biz de yurtdışında mimar olarak
tanınmayan mimarlar yetiştirenler olarak mahcup oluyorduk. Bunun nasıl
giderilebileceği konusunu tartışıyoruz uzunca bir süredir. Uluslararası alanda
aynı standartlarda eğitim yapmak, aynı asgari eğitim koşullarını verebilmek
önemli. Dört yılda yetki almak ve bu yetkiyi kayıtsız, şartsız ömür boyu
kullanmanın artık olamayacağı çok kolay kabullenilmese de, sürekli mesleki
gelişim konusundaki çalışmalarda hukuksal olarak bir geri adım atılmasına neden
olunsa da, zihinlerde yer etmeye başladı.
Geçtiğimiz Kurultaylarda gündeme gelerek oluşturulmasına
çalıştığımız Mesleğe Kabul Kurulu (MiMeKK), Mimarlar Odası bünyesinde bir
süredir çalışmalarını sürdürüyor. Kurultay’da yapılan sunuş ve
değerlendirmelerde, daha önce gerçekleştirilen MOBBİG toplantılarında bu
çerçevedeki gelişmeler aktarıldı, yaşanan sıkıntılar dile getirildi. Öncelikle
YÖK’ün diplomalarda unvan yazılmamasına yönelik düzenlemesinden sonraki süreçte
unvan değerlendirmesinin nasıl olacağı, özellikle farklı lisans ve lisansüstü eğitimlerini
tamamlayarak diploma denkliğini YÖK’ten alanların durumlarının ne olacağı gibi
konular bu kurulun gündeminde önemli bir yer işgal ediyor. Mevzuatın getirdiği
sınırlamalar çerçevesinde konunun ele alınmasının oluşturduğu bir rahatsızlığın
söz konusu olduğunu söyleyebilirim. Ülkemizde yetkilendirme 4 yıllık bir lisans
eğitimine dayalı olarak verilmektedir. Tanımın yetersizliği, okulların farklı
düzeyde olmaları, dolayısıyla farklı okullardan gelenler arasındaki
eşitsizliğin değerlendirilemediği durumlarda sadece yurt dışındaki okullardan
gelen diplomalar üzerinde değerlendirme yapılabilmesi ve bu süreçte de lisans
eğitimine odaklı bir yetkilendirmenin esas alınması ana sorun noktalarından
birisi olarak gözükmektedir.
AB çerçevesinde düzenlenen uyum yasalarından “Mesleki Yeterliliklerin Belirlenmesi ve
Karşılıklı Tanınması” başlıklı AB direktifi bu kapsamda yaratılan
sorunların çözümü konusunda önemli bir eşik olarak değerlendiriliyordu. Farklı
ülkelerdeki yetki mekanizmalarının, uluslararası standartlara uyan bir eğitimi
sağlayan ve yeterli meslek pratiğini gerçekleştirenlere yönelik kendi bünyelerinde
yapacakları değerlendirme sonuçlarını diğer ülkelerin kabul etmeleri şeklinde
özetlenebilecek bir düzenlemeydi bu. Sürücü ehliyetlerinin diğer ülkelerde de
geçerli olmasına benzer bir yaklaşımın bu alanda da uygulanabilmesi için
öncelikle ülkelerin yetki veren kurumlarının yeterli denetimi yapabilmeleri,
istenen uluslararası standartlara uyumlu bir eşiğin gözetilip gözetilmediğinin
denetlenmesiyle tanınırlığın sağlanması mümkün olabilecekti. Nitekim AB
ülkelerinin ve bazı aday ülkelerin kendi aralarındaki meslek hukuku böyle
işlemektedir. Bu yasal düzenlemenin AIA (Amerikan Mimarlar Enstitüsü) ile ACE
arasındaki mutabakatla daha geniş bir çerçevede geçerlilik kazanması farklı
ülkelerde meslek uygulaması yapmak isteyen mimarların bu kapsamda
karşılaşabilecekleri sıkıntıları hafifletmekteydi. Ancak ülkemizle AB
arasındaki ilişkilerin dalgalı bir seyir izlemesi ve bu uyum yasasının, AB
Genel Sekreterliği bünyesinde hazır olmasına rağmen bekletilmesinin doğal
olarak bazı haksız uygulamalara yol açabildiğini görüyoruz.
Değişik ülkelerde mimarlık eğitimini gerçekleştirenlerin
sayısı her geçen gün artmaktadır. Özellikle ABD’de çok farklı tarzda mimarlık
eğitimi verilmektedir. Bu okullardan gelen 3 yıllık lisans diplomalarının YÖK
tarafından lisans diplomasına eşdeğerde olduğuna dair bir onay görmesi,
ülkemizde ve KKTC’de eğitim gören ve 4 yıllık lisans eğitimi sonucu yetki
alabilenler açısından haksız bir uygulama olarak görülebilir. Öte yandan yurt
dışından lisans ve lisansüstü eğitimi süresince alınan toplam derslerin 4
yıllık lisans eğitimi şartı nedeniyle dikkate alınamaması da bir başka
haksızlığa konu olmaktadır. Özellikle ülkemizdeki yetersizliği bilinen
okullardan mezun olanların yanı sıra böyle bir eğitimin sonucunu “yetersiz”
bulmak, değerlendirememiş olmak da farklı tartışmalara yol açabilmektedir.
Üstelik bunların tartıştığımız bugünlerde ülkemizdeki bir
üniversitenin 3 yılda lisans diploması vereceğini, 4 yılda tezsiz yüksek lisans
diploması vereceğini belirten bir habere rastlamamız doğrusu şaşırtıcıdır.
YÖK’ün ülkemizdeki üniversitelerin de 3 yıllık lisans diploması verebilmesine
yönelik düşüncesi hayata geçiyor demektir. YÖK’ün bu politikası unvan / yetki
sorununu başka boyutlara taşımaktadır. Bologna sürecinden sonra bazı ülkelerde
üç yıllık eğitimden mezun olanların belli büyüklükteki yapıların projelerini
yapabildiği düzenlemelere gidildiğini de görüyoruz. Bu konunun Türkiye’de
riskli bir tartışmaya yol açacağını belirtmekle yetineyim.
Kurultayda henüz gündeme gelmeyen bu son gelişme dışında,
mesleğe kabul aşamasındaki sorunların bir çalıştay çerçevesinde ilgili
kurumlarla birlikte irdelenmesi ve bir yol haritası hazırlanması görüşülmüştür.
Özellikle büyük umutlarla mimarlık eğitimini tamamladığını düşünerek geri dönen
mimar adaylarının önüne bazı seçeneklerin konabilmesi, tamamlama eğitimi
benzeri bazı düzenlemelerin yapılabilmesi önemli gündem maddelerimizden biri.
Mimarlık Okullarının Durumu
“Mimarlığın ve mimarların kimyası değişiyor.” Kurultay
sunuşunda dile getirdiğim bu sav doğal olarak hayli tartışmalı; dilerim
önümüzdeki süreçte farklı katılımlarla bu konuyu değişik boyutlarıyla ele alma
fırsatı buluruz. Mimarlık okulları arasındaki farkların giderek artması,
öğretim üyesi yetersizliği, mekân ve altyapı eksiklikleri ve pek çok idari
sorun altında boğuşan okulların durumu elbette Kurultay ortamlarında da ele
alınan konulardan birisi. Devlet ve Vakıf bünyesindeki okullarda farklı
boyutlarda sorunlar olduğunun bilinmesi, ayrıştıran, dışlayan, ötekileştiren
değil, sorunları irdeleyen bir değerlendirme sürecine ihtiyaç olduğunun unutulmaması
gerekiyor. Mimarlık kontenjanlarının durumu ve bu kontenjanların dağılımındaki
dengesizlikler özel bir değerlendirmeye ihtiyaç gösteriyor. Burada esas sorun
devlet üniversitesi ve vakıf üniversitesi arasında bozulan dengenin, vakıf
üniversitesi mezunlarının hızla artmasının yakın ve orta vadede mezun olacak
mimarların sınıfsal bileşimindeki değişikliğin, iş olanaklarındaki
eşitsizliğin, bunun meslek ortamına nasıl yansıyacağının ele alınması,
değerlendirilmesidir.
Birinci Kurultaydan
itibaren sonuç bildirilerinde alınan bir karar var. Öğrenci kontenjanlarının
arttırılmaması, yeterli altyapı ve öğretim kadrosu oluşturulmadan yeni mimarlık
okullarının açılmaması konusunda çağrılar yapıldı, bu çağrılar değişik
kurumlara iletildi, ama ne yazık ki bunlar gerçekleşmedi. Başarısız olduğumuz
hususlardan biri bu. Birinci Kurultay sırasında Türkiye’de 32 mimarlık okulu
varmış, şu anda 83. 2001 yılında kontenjan 1.859’muş, şu anda 5.631. Öğrenci
sayısını tahmini olarak söyleyebiliyoruz: 2001 yılında toplam 6.400 mimarlık
öğrencisi olduğunu tahmin etmişiz. Bu Kurultay sırasında kontenjanlara dayalı
olarak yaptığımız hesaba göre, afla gelen öğrencilerin de sayılarını buna eklersek, şu anda
20.000 civarında öğrenci olduğunu söyleyebiliriz.
Mimar sayısında da hızlı bir artış olduğunu görüyoruz. 2001
yılında Türkiye’deki kayıtlı mimar sayısı 26.702 olarak gözüküyor, bugün ise
Kasım ayı başı itibarıyla 43.049 mimar üyemiz var. Avrupa’daki ve Türkiye’deki
mimarlarla ilgili sayılara baktığımızda Avrupa’daki mimarların nüfusa oranının
10.000’de 8 olduğunu; Türkiye’de ise her 10.000 kişiye 6 mimar düştüğünü
görüyoruz. Türkiye’deki nüfus, kentleşme oranı, inşaat, yapı, ruhsat sayıları,
vb. ele alındığında daha fazla mimar gereksinimi olan bir ülkeymişiz gibi
gözüküyor. Ama Türkiye’deki yapı sektörü ne yazık ki bu çapta bir mimar
istihdamını sağlayamıyor. TOKİ’nin yaptığı yüz binlerce konutun tip projelerle
yapıldığını biliyoruz. Özellikle kamu kesiminde ciddi bir mimar eksikliği var,
hiçbir teknik eleman istihdam etmeyen yüzlerce belediye olduğunu biliyoruz. AB
ülkeleri ve Türkiye arasında aynı büyüklükteki kentlerdeki teknik eleman
sayısının karşılaştırılmasının oldukça çarpıcı sonuçlar vereceğini söylemek
için kâhin olmaya gerek yok. Ülkemizde kamu kesimindeki yapı üretimi ve imarla
ilgili yapılanmanın yıllardan beri erozyona uğratıldığını, teknik eleman
istihdamının asgariye indirildiğini, kamunun elindeki bilgi birikimi ve deneyim
havuzunun heba edildiğini bu kapsamda dile getirmek isterim.
“Mimarlık Bölümü Açılması ve Sürdürülmesinde Aranacak Asgari Koşullar”
başlıklı çalışma Dokuz Eylül Üniversitesi’nde düzenlenen 6. Kurultay’da
sunulmuştu. (Bu çalışmanın güncellenmiş hali Mimarlık dergisinin 374. sayısında
yayınlandı.) Üniversite yönetimlerinin, yeterli kaynak sıkıntısı çeken bölüm
yöneticilerinin özellikle değerlendirecekleri, kullanacakları önemli bir belge.
Bu tür raporların, değerlendirmelerin belirli sürelerle güncellenmesi ve
mimarlık kamuoyuna sunulması gerektiğini düşünüyorum. YÖK’ün sürekli olarak yeni
mimarlık okullarına gerekli izni vermesi, “üniversiteye girmeyen kalmasın”
düşüncesiyle kontenjanları sürekli artırması, ama yeterli öğretim elemanı ve
mekân olanağı sağlamaması, kaynak ayırmaması, eksiklikleri görmezden gelmesi,
mimarlık okullarını tercih eden gençlerin ciddi bir hayal kırıklığına
uğramalarına yol açıyor. MOBBİG toplantılarında da değinildiği gibi, bugün
mimarlık eğitiminin en önemli sorunlarından birisi yeterli öğretim kadrosunun
bulunmamasıdır. Açılan ve açılması planlanan okulların sayısı ve mevcut kadro
dikkate alındığında önümüzdeki 20 yılın bu alandaki eksikliği gidermeye ancak
yeteceği dile getiriliyor.
Kurultaylarda önemli bir yan etkinlik olarak diploma sergileri
düzenleniyor. Bu seneki Kurultay’da da değişik okullardan seçilerek gönderilen
birer projenin dikkatle incelendiği gözledik. Sergi Kurultay sonrası değişik
okulları gezebiliyor, nitekim bu sergiye de talip olan okullar oldu. Bir başka
boyutta bu projeleri değerlendirmek mümkün olabilir. Değişik okullardaki
eğitimin öğrenciler ve akademisyenler tarafından karşılaştırılabileceği,
elbette bir yarışma ortamında değil, ancak farklı yaklaşımların olumlu ve
olumsuz yönleriyle ele alınabileceği bir değerlendirme ortamı Kurultay
bünyesinde, öncesi ve/veya sonrasında sağlanabilir ve Kurultay kazanımlarını
zenginleştirebilir diye düşünüyorum.
YÖK Değerlendirilmelidir
Mimarlık eğitimini değerlendirdiğimiz Kurultay’da elbette
YÖK’ün ve YÖK politikalarının gündeme gelmesi kaçınılmazdı. YÖK’ün yıllar
içerisinde hırpalanan imajının yeni YÖK Başkanı tarafından yeniden kurgulanması
aşamasında yeni bir yapılanmanın olabileceği yanılgısı yaratılmak istenmişti.
Bunu en çarpıcı şekilde bizzat YÖK’ün kendisi yıktı diyebiliriz. Kurultay
öncesi günlerde üniversitelerde daha fazla özgürlük hedeflendiğinin YÖK Başkanı
tarafından açıklandığının ertesinde YÖK Genel Kurulu bir dolu polisiye tedbiri
içeren yeni öğrenci disiplin yönetmeliğini açıkladı. Getirilen düzenlemenin
üniversitelerin baskısıyla alındığının dile getirilmesi elbette bir mazeret
değil, ama bir gerçeğin ifadesi olarak hafızalarımızda yer etti. Üniversite
yönetimlerinin içler acısı halini, özellikle rektörlerin ODTÜ Rektörlüğüne
yönelik açıklama yapma konusunda gösterdikleri gayret sırasında görme
fırsatımız olmuştu. Özgür düşüncenin yuvaları olması gereken üniversitelerin
içine düşürüldüğü bu durumdan kurtarılması, 12 Eylül döneminin önemli bir
kurumu olan YÖK’ün kaldırılması, özgür ve özerk üniversite talebi uğruna
yapılan mücadelenin ülkemizin demokrasi mücadelesinin önemli bir parçası
olduğunu unutmamamız ve bu yönde davranışlarımızı belirlememiz gerektiğini
vurgulamak ihtiyacını hissediyorum.
Bu gereklilik YÖK’ün hedeflerinin irdelenmesi, mesleğimizi ve
mimarlık eğitimimizi yakından ilgilendiren düzenlemeler konusunda kurumun ve
başkanının söylemlerinin dikkatli bir şekilde değerlendirilmesini de doğal
olarak kapsamaktadır. Küreselleşmenin mesleğimize ve mimarlık eğitimine
yansımaları her geçen gün artmakta, iletişim ortamlarının ve çeşitli değişim
programlarının yaygınlaşmasıyla ortak çalışmalar yapılmakta, bu tür karşılıklı
etkileşim teşvik edilmektedir. Yabancı dilde eğitimin artması, mimarlık
öğrencilerinin yurtdışı deneyimi edinmeleri, bu kapsamda değerlendirilebilir.
Öte yandan bazı soruların da ortaya atılması, konunun değişik boyutlarıyla
irdelenmesi önemli. Mimarlık öğrencileri kendileri için nasıl bir gelecek
öngörüyorlar? Ya da bir başka ifadeyle ülkemizdeki mimarlık eğitimini
tamamlayanların yurt dışı bürolarda çalışan ücretli elemanlar olarak
çalışmalarıyla yetinmelerini mi istiyoruz? UIA’nın verilerine göre Birleşik
Krallıktaki mimarlık bürolarında çalışan mimarların üçte birinin yabancı
kökenli olduğu belirtiliyor. Hindistan’ın dünyaya bilgisayar mühendisi ihraç
etmesine benzer bir olgudan söz edilmesi erken bir tartışma mıdır? Benzeri
soruların ortaya atılması ve farklı yönlerden katkılarda irdelenmesi gerektiği
görüşündeyim.
YÖK Başkanının basına verdiği demeçlerde ısrarla vurguladığı
bir başka husus da yabancı öğrenci beklentisi üzerine oldu. Verilen bilgilere
göre dünyadaki “yabancı öğrenci pazarı” yaklaşık 4 milyon civarındaymış.
Türkiye’nin bu pazardaki payı henüz 6.000 kadar ve bir hedef olarak bunun
artırılması, bunun için de yabancı dilde eğitim yapan kurumların sayısının
artırılması hedefleniyor. Bu konunun Erasmus benzeri değişim programlarının geliştirilmesinin
ötesinde bir eğitim ekonomisi yatırımı gibi ele alınmasındaki tuhaflık çarpıcı.
Üstelik eğitim alanında dünya sıralamasındaki yerimizin pek de parlak
olmadığını gösteren araştırma raporlarının yayınlandığı bugünlerde böylesi
açılımlar farklı bir hedef kitlesine yönelik bir beklenti mi var diye insanı
düşündürüyor.
Kontenjanların bu kadar çok sayıda artırılması ve buna karşın
mezunlara yönelik iş potansiyelinin olmaması, böyle bir planlamanın eksikliği
YÖK Başkanına sorulduğunda cevap oldukça ilginçti: “Herkesin eğitim alması iyi
olur, ancak mezun olduğu alanda iş yapması gerekmez. Biz herkese yönelik farklı
seçeneklerle alan değiştirme olanağı tanıyoruz. Farklı zamanlarda alınabilecek
mesleki eğitimlerle yeni alanlara kayılması mümkün olabilecek”. Bu verilerden
hareketle farklı yorumlar yapabilmek, bütün bunları üniversitelere farklı
roller de verilebileceğinin işareti olarak algılamak mümkün. Farklı alanlara
kayabilmenin, değişik kulvarlara geçebilmenin nasıl mümkün olabileceği üzerine
yıllardır fikir üretiyor, seçenek geliştirmeye çalışıyoruz. Eğitim sürecindeki
olanakların meslek ortamında nasıl bir geçişkenliğe, nasıl bir yetkilendirmeye
yol açabileceği, düzenlemelerin nasıl olacağı çok dikkatle değerlendirilmesi
gereken önemli bir konu. YÖK’ün belirlediği bu stratejik hedeflerin sadece
mimarları ilgilendirmediği, konunun farklı ortamlarda irdelenmeye muhtaç
olduğunu belirtmekle yetinelim.
Staj ve Meslek Pratiği
Kurultay’da mimarlık eğitimi süreci içerisinde
gerçekleştirilmesi gerekli stajın nasıl daha etkin bir şekilde
gerçekleştirilebileceği ele alındı, değerlendirildi. Mimarlık okullarının
farklı staj yönetmeliklerinin, staj çeşitlerinin, staj yeri sağlayan büroların
durumunun ele alındığı, Erasmus kapsamında yurt dışı staj olanaklarının
bilgilendirmesinin yapıldığı bir değerlendirme ortamı oluştu. Henüz yasal bir
zorunluluk olmasa da yakın vadede gündeme geleceğini düşündüğümüz eğitim
sonrası yapılması gereken meslek pratiğinin de bu kapsamda birlikte ele
alınması üzerinde duruldu. Önceki Kurultaylarda gündeme gelen, ancak hayata
geçiremediğimiz “Staj ve Meslek Pratiği Eşgüdüm Kurulu”nun Mimarlar Odası ve
mimarlık okullarının beraberliğinde oluşturulması bu Kurultay’ın hedefleri
olarak bir kez daha kayda geçti. Kurultaylar sürecinde MOBBİG ile birlikte
oluşturduğumuz MİAK benzeri bir yapılanmanın bu alandaki bilgi birikiminin
sağlanması yönünde etkin bir yarar sağlayacağını düşünüyorum. Zaman zaman
mimarlık okullarından eğitim sürecindeki staj konusunda düzenleyici bir
yapılanmanın yanlışlığı üzerinde endişeler dile getirildiğini görüyoruz. Ancak
bu oluşumun bir eşgüdüm amacı taşıdığını, deney aktarımı sağlayacağı, bilgi
biriktirme ve staj alanları konusunda gözlenen eksiklikleri giderme konusunda
ortak çalışma yapma konusunda irade gösterebileceğini vurgulamak isterim.
Büro staj yerlerinin çeşitlenmesi ve staj sürecinde
öğrencilerin ve büro sahiplerinin deneyimlerinin değerlendirilebileceği ortamların
yaratılması, büro sicillerinin tutulması, bir anlamda mimarlık bürolarının
akreditasyonunun sağlanması hedeflenmektedir. Sadece büro stajı alanıyla
sınırlı kalmayan, şantiye ve diğer staj türlerinin de geliştirilmesi, okulların
ve öğrencilerin deneyimlerinin aktarılacağı ortamların oluşması önemli bir
yarar sağlayacaktır. Kamu inşaatlarında, öncelikle de üniversitelerin kendi
inşaatlarında stajyer istihdam edilmesinin zorlanması da gerekir. Yaz okulları
gibi farklı deneyim ortamlarının geliştirilmesi, bu olanakların staj olarak
kabul edilmesinin sağlanması önemli bir zenginlik katacaktır diye düşünüyorum.
Kurultay’da Katılım ve
Paylaşım
Kurultaylardaki katılım ve paylaşım konusuna değinmek isterim.
Kurultay oturumlarına yaklaşık olarak 500 ile 550-600 kişi katılıyor, süreç
içersinde de bir o kadar kişiyle yazışma yoluyla iletişim kuruluyor. Salonların
dolu olmasını, hazırlığındaki emeğe saygı kapsamında istiyoruz tabii, ama
nereden bakarsanız bakın, 43.000 kişilik bir mimar topluluğundan ve 20.000 civarındaki
öğrenciyi ilgilendiren bir çalışmadan bahsediyoruz. Kurultay’a doğrudan katılan
500-600 kişinin bunlarla nasıl etkileşim kurduğu, buradaki çalışmaların
sonuçlarını nasıl aktardığı önemli.
Katılım konusunda Kurultay’ın başından itibaren web sayfasının
oluşturulması, toplantılara katılmayan, özellikle Anadolu’dan, bulundukları
şehirlerden toplantılara katılamayan, katkı yapamayanların toplantılarda
konuşulanları izlemesi ve sürece katılmaları hedeflendi. Katılımdaki eksikliğin
dile getirilmesine rağmen katılımın başka şekilde yapılabileceğine dair
yaratıcı önerilerin ortaya çıkmadığını da gördük. Dileriz bundan sonra
yapılabilir; yani, toplantıların kayda alınması, web’e aktarılması ve web
üzerinden tartışma yapılmasının yanı sıra daha aktif katılım ve paylaşım
ortamları nasıl sağlanabilir diye önerilerin gündeme gelmesi yararlı olur diye
düşünüyorum.
Eskişehir’deki Kurultay’da konuşan öğrenciler de Kurultay’daki
öğrenci katılımının eksikliğini vurguladılar. İkinci Kurultay’dan itibaren
öğrenci forumları yapılıyor, öğrenci arkadaşlarımızla sürekli olarak iletişim
kurmaya çalışılıyor. Eskişehir’deki Kurultay öncesinde ve sırasında da öğrenci
forumları gerçekleştirildi. Kurultay’a katılan öğrencilerin, yaklaşık 20.000
civarında mimarlık öğrencisiyle nasıl iletişim kurduklarını elbette bilemiyoruz.
Öğrenci arkadaşlarımız doğal olarak bir süre sonra meslektaşımız oluyor,
aramıza katılıyorlar, yerlerine yeni meslektaş adaylarımız geliyor. Bu da daha
etkin bir öğrenci örgütlülüğünün gündeme alınmasını gerekli kılıyor.
Meslek Etiği Vurgusu
Kurultay’daki sunuşlarda meslek etiğine vurgu yapılmasını
önemli bulduğumu belirtmek isterim. Kentlerimizdeki kaotik yapının sürdüğü,
şiddetli rant saldırısının olduğu bir ortamda meslektaşlarımızın performanslarını
sorgulayabilmeleri, arada durup “nereye gidiyoruz?” diye bakabilmelerinin,
bunun yapılabildiği ortamların oluşabilmesini sağlamak da önemli bir görev.
Dünyadakine paralel olarak yıllardır yeni liberal söylemlerin baskısı altında
bir ideolojik bombardımana tutuluyoruz. Değer yargılarımız, kente, mesleğimize
bakışımız sorgulanıyor, sorgulatılıyor. Bu süreçten ancak mesleğimizin
toplumsal sorumluluğunun farkında olmamızla, kendimizi güçlü hissedebilmemiz,
yalnız olmadığımızı bilmenin verdiği güven duygusuyla sağlıklı sonuçlar
çıkarabiliriz. Kurultay’da dile getirilen “meslek yemini” önerisi bunu sağlar
mı, emin değilim. Bu konuların her ortamda işlenmesi, geliştirilmesi, meslek
ortamında etik kodların olabileceği tartışması yanında mimarlık eğitiminde
meslek etiği duygusunun nasıl ele alınabileceği irdelenmelidir. Sadece okunması
zorunlu bir ders kitabı gibi değil, tüm eğitimin içine sindirilmiş bir meslek
etiği duygusunu nasıl işleyebileceğimizi gündeme almalı, tartışmalıyız.
Diğer Tasarım Gruplarıyla
İlişkiler
Bugün kentlerimiz her zamankinden çok daha saldırgan bir
yapılaşma baskısı altında hızla kötüleşmekte. Katılım mekanizmaları sadece
yatırımcıyla yapılan görüşmelerle sınırlı; kentle, kentleşmeyle ilgili hemen
tüm önemli kararlar her türlü demokratik tartışma ortamından gizlenerek
“hızlıca” alınmakta ve hayata geçirilmektedir. Meslek örgütlerinin anayasadan
kaynaklanan sorgulama, değerlendirme görevleri engellenmekte, değişik baskı
mekanizmalarıyla meslek odaları üzerine tahakküm kurulmaya çalışılmaktadır.
Kentin, kentleşmenin, yapılaşmanın gündemde olduğu bu ortamda doğrusu içimizi
burkan bir gerilimin de dile getirilmesi kaçınılmaz oluyor. Yıllardır eğitimden
de kaynaklanan bir kopuşun yaşandığı şehir planlama ve mimarlık alanlarındaki
ayrım derinleşmeye devam ediyor. Tasarım alanındaki farklı lisans eğitimlerinin
birbirlerine ilişkin alanlarda ayrılığın altını çizme gayretleri, planlama ve
kentleşme sorunlarıyla mimarlığın bağının kopması, mimari tasarımın kent
bütününden kopartılması ve mimarların parsele yönelik çerçevede düşünmeleri,
bununla yetinmeleri ve benzeri olguların yarattığı rahatsızlıklar gündemdedir.
Bilindiği gibi Ekim ayının ilk pazartesi günü Dünya Mimarlık
Günü’dür, 8 Kasım da Dünya Şehircilik Günü olarak kutlanmaktadır. Konu
itibariyle birbirinin tamamlayan, asla ayrı düşünülemeyecek bu iki alanla
ilgili yapılan toplantılarda, etkinliklerde birlikte yer alma, ortak duruş
sergileyebilme olgunluğunu gösterebilirdik, ne yazık ki olmadı. TMMOB çatısı
altında, aynı yasal mevzuat çerçevesinde faaliyet gösteren odalar olarak
elbette pek çok konuda dayanışma içerisinde oluyor, ortak davalar açabiliyoruz.
Sübjektif isteklerimizin ötesinde şartlar bizi daha yoğun bağlarla
kenetlenmemizi gerekli kılıyor.
Kurultay süreçlerinde özellikle mimarlık fakülteleri
bünyesindeki diğer tasarım gruplarıyla ilişkilerimiz konusu çok irdelendi.
Hatta belli modeller üretildi, o modeller tartışmaya da sunuldu. Fakat bu
değerlendirmelerimiz diğer tasarım gruplarının katılımının eksik olmasından
kaynaklanan bir tepkiyle karşılandı. Ortak değerlendirme platformunun
yaratılması gereği açık bir şekilde görülüyor. Bu konuda en önemli görevin
mimarlık dekanlarına düştüğünü, Mimarlık Dekanları Konseyi’nin TMMOB’nin ilgili
odalarıyla beraber örgütleyebileceği bir çalışmanın yürütülmesinin mümkün
olduğunu düşünüyorum. Dilerim, önümüzdeki dönemde bu kapsamda; mimarlık
fakülteleri bünyesindeki diğer tasarım gruplarıyla beraber gerek eğitim, gerek
eğitim sonrası yetkilendirme konularını birlikte tartıştığımız platformlar
yaratabiliriz.
Toplum ve Mimarlık
Mimarlığın bir işverene bağlı olarak yapılabilecek bir meslek
olması doğal olarak işverenlerimizin de eğitimli olmasını, mimarlığı,
kentleşmeyi önemsemelerini gerekli kılıyor. Eskişehir Büyükşehir Belediye
Başkanı’nın Kurultay’ın açılış oturumundaki performansı, mimarlığa bakışını
sergilemede gösterdiği özgüven patlaması, bu konudaki sorunun büyüklüğünü bir
kez daha göstermiş oldu.
Bu Kurultay’da da dile getirildi, daha önceki kurultaylarda
toplum ve mimarlık konusunun daha etkin işlendiğini hatırlayacaksınız. Bu
tartışmaların sonucunda Ulusal Mimarlık Politikası gündeme gelmiş ve bir metin
üretilmişti. Bu metin Cumhurbaşkanı başta olmak üzere değişik kamu kurumu
yöneticilerine de iletilmişti. Şimdi Türkiye’de deprem risklerinin bertaraf
edilmesi adına İstanbul’un, büyük kentlerimizin, her taraftaki binaların
yeniden yeniden yıkılarak yapılması ve büyük kamu kaynaklarının kullanılması
gündeme geliyor. Ulusal Mimarlık Politikası metninin güncellenmesinin ve tekrar
tartışılmasının tam zamanıdır diye düşünüyorum.
Sonuç Olarak
Zaman zaman umutsuzluğa yol açacak gelişmeler yaşansa da sonuç
olarak ısrar edilmesi gerektiğini söylemek isterim. “Sorunları tartışıyoruz da
ne oluyor?” gibi bir duyguya asla kapılmadan, buradaki beraberliğimizden
aldığımız güçle Kurultay’ın kararlarını, üretilen fikirleri ete kemiğe
büründürerek ilgili kurumlara iletmek, takip etmek, peşinde koşmak gerekir diye
düşünüyorum. Kurultay sürecinde değerlendirilen ve sonuç bildirilerine de
yansıyan hususların bazıları ne yazık ki hayata geçemedi. Takip edilmeli, ısrarcı
olunmalıdır; Kurultay’ın paydaşı olan her kurum bu ortamdan kendine görev
çıkarmalıdır. Bunun bir yaptırımı yoktur, ama Kurultay’ın anlamı da budur!..
4 Aralık 2013 / Etiket: Mimarlık Eğitimi, Meslek
Örgütlenmesi
VII. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı Eskişehir Anadolu
Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Bu Kurultayla ilgili değerlendirme
notları Mimarlık dergisinin 375. sayısında (Ocak - Şubat 2014) yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder