Ülkemizin ve kentlerimizin yapılaşmasına yönelik uygulamaların ve kararların, bunlara ilişkin yasal mevzuatın hazırlanması süreçlerinin şeffaf bir şekilde tüm ilgili taraflarca tartışılması ve irdelenmesi dileğimizi bir kez daha yineliyoruz. Yerel ve merkezî organlarda görev alan yöneticilerin, katılımcılığı sadece yatırımcının fikirlerinin alınması ve isteklerinin yerine getirilmesi olarak algılamamalarını diliyoruz. Meslek örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve kentlilerin, yaşam çevrelerinin oluşmasında yapacakları katkı son derece önemlidir ve değerlendirildiğinde kazançlı çıkacak olan kentlerimiz, ülkemiz ve demokrasimiz olacaktır.
Yapı ve yapılı çevre üretiminde
ülkemizde en büyük işveren günümüzde de devlettir. Kamu yapılarının
kentlerimizin imajındaki belirleyici rolünü gözlemek bile kamu yönetiminin
yapılı çevrenin oluşumundaki rolünü vurgulamamız için yeterli olabilir. Kamunun
sadece kendi yapılarının oluşturulmasında değil, yapılı çevrenin üretilmesinin
yasal çerçevesini belirlerken ve bunu denetlerken gösterdiği başarı veya
başarısızlık da kentlerimizin şekillenmesindeki en önemli etken olmaya devam
ediyor. Kamu yönetiminden yapı üretilmesi sürecindeki mevzuatın iyileştirilmesi
yönünde gayret göstermelerini beklerken tam tersi bir sürecin yaşandığını gözlüyoruz.
Kentlerimizdeki yapılı çevreyi
belirleyen en önemli etkenlerden bir diğeri de yerel yönetimlerdir. İmar
uygulamalarının yol göstericisi, denetleyicisi olmalarının yanı sıra bizzat
yapı üreten bir kurum olarak da yerel yönetimlerin önemi büyüktür. Belediyelerin
mimarlık ve kent planlaması alanındaki eksikliklerini gidermek, kentlerin
planlı gelişimini sağlayacak adımlar atmak yerine gösterişli projeler yapmaya
yeltenmeleri, bu konuda neredeyse ısrarlı olmaları şaşırtıcıdır.
Yönetimlerin sorumlu oldukları bölgenin
konut dokusunun belirli bir tarihe referans verecek şekilde tasarlanmasını
istemelerine, mimarlara bu yönde telkinde bulunmalarına, hatta yer yer “estetik
kurullar” oluşturarak baskıyı sistemleştirmeye çalışmalarına daha sık
rastlamaya başladığımızı üzülerek belirtmek isterim. Estetik kurulların mimarın
müelliflik haklarının gasp edildiği yerler olarak yapılandırılması estetik
kelimesinin çağrıştırdığı olumlu duygunun zedelenmesine yol açabileceği
endişesini taşıyorum.
Kent panoramasındaki olumsuz görünümde
mimarların da payı olduğu hep dile getirilir. Elbette bunun da sorgulanması
gerekiyor. Yapı üretiminin çok yönlü, çok bileşenli yapısının getirdiği
olumsuzlukların, mimarın kendisinden beklenen teknik ve yaratıcı katkıyı
verememesinde önemli bir etken olduğunu öncelikle vurgulamak ve meslektaşlarımı
haksız yere itham etmek istemem. İmar parsellerinin birbirine benzerliği, imar
durumunun getirdiği sınırlamalar, belirsiz bir tüketiciye yönelik yapılaşma
pratiği ve bunun getirdiği sıkıntıların yanı sıra, bizlerden iyiyi güzeli
arayan, ayıplı kötü hizmeti reddeden bilinçli bir tüketicinin eksikliği de
mimari kaliteyi, dahası kaliteyi arama duygusunun yitirilmesine yol
açıyor. Bütün bu olumsuz koşullar içerisinde mesleğini saygın bir şekilde
yapmak isteyen, bunu başaran, eserini gururla gösterebilen meslektaşlarımız
şüphesiz ki vardır ve ülkemizin mimarlık birikimi onların çabalarıyla
gelişmektedir.
Mimarlığın ve mimarın toplumsal
sorumluluğunun, kentlerimizin ve yaşam çevrelerimizin daha kaliteli, daha
yaşanılır olmasının güvencesi olduğunu düşünüyorum.
Güney Mimarlık dergisinin 14. sayısında (Aralık 2013)
yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder