7 Mart 2011 Pazartesi

Kültürel Miras ve Koruma

Güney Mimarlık dergisinin bu sayısında çok önemli bir konuyu değerlendirmeye çalıştık. Ülkemizin birçok kültüre kaynaklık etmiş ve birçok kültürü buluşturmuş bir mimarlıklar ülkesi olduğunu söylüyoruz. Ancak kültürel mirasımızın bugün pek de övünebileceğimiz bir durumda olmadığını; Adana başta olmak üzere bölge kentlerindeki zengin birikimin her geçen gün biraz daha hırpalanmakta olduğunu da gözlüyoruz. Elbette gözlemekle kalmıyor, müdahale ediyor ve elimizden gelen katkıyı esirgememeye çalışıyoruz. İşte bu sayının dosyasındaki katkılarda meslektaşlarımızın değerlendirmelerini, uyarılarını, yapılanları ve yapılamayanları göreceksiniz.     

Bu konuda umutlu olmamıza yol açacak gelişmeleri öncelikle belirtmemiz gerekiyor. Günümüzde koruma kültürünün kapsamının, anıt yapılardan kent dokularına, tarihî kent merkezlerine kadar genişlediğini büyük bir memnuniyetle görüyoruz. Değişik nedenlerle bazı değerlerini yitirmiş bu bölgelerin kentler için bir sorun yumağı gibi görülmemesi, bir zenginlik olarak algılanması ve hak ettiği özende çözüm üretilmesi, kaynak ayrılarak sağlıklaştırılmaları ve çağdaş kullanımlarla kent yaşamına katılmaları gündeme gelmiştir. Kültürel miras kapsamında değerlendirilmesini istediğimiz yapıların ve tarihî çevrelerin, gelecek kuşaklara sağlıklaştırılarak devredilmesi gereken, bize emanet edilmiş birer kültür varlıkları olduğunu görmemiz ve o duyguyla bunlara yaklaşmamız gerektiğini vurgulamak isterim.

Pek çok yerel yönetim bu alanda hızlı hareket etmek, sorunların üzerinden atlamak için aceleci davranmakta, dolayısıyla hata yapmakta, hatalı restorasyonlara göz yumulmaktadır. Bir başka önemli sorun da kültürel mirasımıza sahiplenme kapsamında ortaya çıkmaktadır. Kentlerimizin kültürel mirası değişik katmanlardan oluşmaktadır, bazı yerel yöneticilerimiz ideolojik yaklaşımlarla seçmeci davrandığını görüyoruz. Bazı kültürlerin izlerinin yok olmasına göz yumulmakta, özen gösterilmemekte, diğerleri ise yüceltilmeye çalışılmaktadır. Oysa bu topraklardaki her türlü kültür birikimi bizimdir, tüm insanlığındır.

Kültürel mirasa sahiplenme ne yazık ki, toplum katmanlarında bir yaşam biçimi haline gelememiştir. Koruma bir kalkınma faktörü olarak değil, aksine yatırımları engelleyen, kentlerimizin mekânsal gelişimine olanak sağlamayan bir olgu olarak görülmektedir. Şüphesiz ki bu anlayışın arkasında hızlı kentleşme, kent merkezlerindeki rantın giderek artması, kültürel varlıkların günümüz yaşamına uyarlanarak kullanılabileceği ilkesinin benimsenmemesi gibi hususlar bulunmaktadır.

Kentsel sit alanlarının müzecilik anlayışıyla korunması, her yapının müzeye dönüştürülmesi mümkün değildir. Böyle bir dokunun korunması, ancak içindeki hayatın sürmesiyle mümkün olabilir. Yönetimlerin sosyal içerikli proje desteği vermeleri, katılımı özendirmelerini böylesi alanların sağlıklaştırılarak yaşatılması için vazgeçilmez olarak görüyoruz. Farklı kullanım amaçlarıyla yapıların yeniden gündeme gelmesi önümüze bambaşka ufuklar açmakta, yeni seçenekler, yeni olanaklar sunmaktadır. Yeni işlev kazandırılarak toplum hayatına katılması sağlanan yapılardaki restorasyonların, yeni fonksiyonların gereklerini ve çağdaş konforu sağlamasıyla, ayrıca da yapının orijinal halinin okunabilmesini olanaklı kılmasıyla başarıya ulaşabileceğini düşünüyorum. Meslektaşlarımıza bu konuda da önemli görevler düştüğüne inanıyorum. 

Bu konuda aşılması gereken çok yol olduğunu görüyoruz. Bunca çabaya rağmen tarihî mimari mirasın bir zenginlik olarak içselleştirilmesini sağlayamamışsak; tarihî yapı stokunun korunması alanında çok mesafe alınmasına rağmen, hâlâ daha bu yapıların içerisine çağdaş konforun nasıl konabileceğinin kolay bir yolunu gösterememişsek; üstelik bu yapıların yanına onlarla barışık, dokuya uyumlu olabilecek çağdaş yapılar yapılması konusunda da gerekli özeni gösterememiş ve eskinin yıkılmasını neredeyse teşvik eden bir yaklaşım sergilemişsek işimiz çok daha zor olacaktır. Elbette uğraşacağız… 

Güney Mimarlık dergisinin 3. sayısında (Nisan 2011) yer almıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder