Hepimizin
yakından bildiği gibi, ülkemizde 20. yüzyıl boyunca çok değişik nedenlerle göç
olayları, büyük nüfus hareketleri yaşandı. 1950’lerde başlayan sanayileşme
gayretleriyle birlikte, kırlardan büyük kentlere akan işsizler ordusunun,
ekonomik hayata katılmaları ve barınma ortamlarını oluşturma çabaları yıllarca
sürmüş; kentlileşme hızı, kentleşme hızına ayak uyduramamış; plansızlık, kaçak
yapılaşma, gecekondulaşma, bir kimlik kaybı içinde kentsel dokunun, tarihsel
mirasın ve doğal çevrenin bozulmasına neden olmuştur.
25
yıldır büyük sıkıntılar yaşadığımız çatışma ortamının bir sonucu olarak yaşanan
göç dalgası, çok başka yönleri ve etkileriyle ele alınması gereken bir süreçtir
ve başta Adana olmak üzere kentlerimizde yaşanan barınma sorununu
derinleştirmiştir. Geleneksel üretim yapısı içerisinde kendi kendisine yeten
insanların yaşadıkları topraklardan koparılması ve büyük kentlerde ancak
sığınacak durumda bulunmaları ciddi bir sosyolojik sorun olarak önümüzde
durmaktadır.
Göçle
artan kent yoksulluğuna yönelik çok yönlü ve kapsamlı sosyal politikaların
gerekli olduğunu, yerel yönetimlerin sadece prestijli alanlar üretmek yerine,
kent yoksullarına yönelik projeler de üretmeleri gerektiğini vurgulamak isterim.
Kentlerimizin çeperlerinde güvenlik endişesiyle koruma duvarlı sitelerin her
geçen gün arttığını görüyoruz. Kentlerimizde yaşam çevrelerimize yüksek
duvarlar örerek, bazı engeller koyarak huzuru aramak, steril alanlar yaratmak,
ancak böyle rahat edebileceğimizi zannetmek ne acı; üstelik bunun çözüm
olmadığı da ortada.
Kentler
kendi kırsalından gelenleri bünyesine alma, onlarla birlikte hemhal olma
sürecini yaşayamamakta, bölgenin sosyal ve ekonomik yapısının böyle bir
potansiyeli bulunmamaktadır. Ekonomik hayatın içine girme yolları sınırlanmış
bu insanların, kentin sosyal hayatına da girmelerinin mümkün olmadığı, kendi
yarattıkları ve itildikleri gettolar içinde nefretlerini büyüterek
yaşadıklarını gözlüyoruz. Yeni gelenlerle kentlilerin kaynaşmasındaki ciddi
sorunların giderilmesi yönünde ekonomik ve sosyal tedbirlerin yanı sıra
mekânsal tedbirlerin de alınması, yeni gelenlerin kent hayatına katılmalarına
olanak verecek farklı ortamların yaratılmasının önemini görmemiz gerekiyor.
Yoksulluğun
giderilmesi sadece ve öncelikle mimarlığın görevi olmamakla birlikte, mimarlık
bu konudaki siyasi ve ekonomik programların önde gelen destekçisi olmak
durumundadır. En az kaynak ve harcamayla en nitelikli konutun üretilmesi
hedefini gerçekleştirebilmek, buna engel olabilecek ve yüksek kâr ile
tüketiciliği özendiren piyasa koşullarını sorgulamak mimarlığın gündeminde önemli
bir yer tutmalıdır.
Güney Mimarlık dergisinin 4. sayısında (Haziran 2011) yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder