31 Mayıs 2011 Salı

Göçün Yoğunlaştırdığı Kent Sorunları ve Mimarın Sorumluluğu

Bu sayımızda “Göç ve Mimarlık” temasını ele alıyoruz; değerli uzmanların ve meslektaşlarımızın konuyla ilgili katkılarını sayfalarımızda bulacaksınız. Dergimizde bu temayı işlememizi kimsenin yadırgamayacağını düşünüyorum. Çukurova’nın yıllardan beri göç alan bir bölge olduğunu, kent yoksulluğunun Adana’da yakıcı bir sorun olarak durduğunu biliyoruz. Göçün kentlerimiz üzerindeki ezici baskısını değerlendirmek, bilgilerimizi paylaşmak ve kentlerimiz için anlamlı sonuçlar çıkarmak istedik.

Hepimizin yakından bildiği gibi, ülkemizde 20. yüzyıl boyunca çok değişik nedenlerle göç olayları, büyük nüfus hareketleri yaşandı. 1950’lerde başlayan sanayileşme gayretleriyle birlikte, kırlardan büyük kentlere akan işsizler ordusunun, ekonomik hayata katılmaları ve barınma ortamlarını oluşturma çabaları yıllarca sürmüş; kentlileşme hızı, kentleşme hızına ayak uyduramamış; plansızlık, kaçak yapılaşma, gecekondulaşma, bir kimlik kaybı içinde kentsel dokunun, tarihsel mirasın ve doğal çevrenin bozulmasına neden olmuştur.
25 yıldır büyük sıkıntılar yaşadığımız çatışma ortamının bir sonucu olarak yaşanan göç dalgası, çok başka yönleri ve etkileriyle ele alınması gereken bir süreçtir ve başta Adana olmak üzere kentlerimizde yaşanan barınma sorununu derinleştirmiştir. Geleneksel üretim yapısı içerisinde kendi kendisine yeten insanların yaşadıkları topraklardan koparılması ve büyük kentlerde ancak sığınacak durumda bulunmaları ciddi bir sosyolojik sorun olarak önümüzde durmaktadır.

Göçle artan kent yoksulluğuna yönelik çok yönlü ve kapsamlı sosyal politikaların gerekli olduğunu, yerel yönetimlerin sadece prestijli alanlar üretmek yerine, kent yoksullarına yönelik projeler de üretmeleri gerektiğini vurgulamak isterim. Kentlerimizin çeperlerinde güvenlik endişesiyle koruma duvarlı sitelerin her geçen gün arttığını görüyoruz. Kentlerimizde yaşam çevrelerimize yüksek duvarlar örerek, bazı engeller koyarak huzuru aramak, steril alanlar yaratmak, ancak böyle rahat edebileceğimizi zannetmek ne acı; üstelik bunun çözüm olmadığı da ortada.

Kentler kendi kırsalından gelenleri bünyesine alma, onlarla birlikte hemhal olma sürecini yaşayamamakta, bölgenin sosyal ve ekonomik yapısının böyle bir potansiyeli bulunmamaktadır. Ekonomik hayatın içine girme yolları sınırlanmış bu insanların, kentin sosyal hayatına da girmelerinin mümkün olmadığı, kendi yarattıkları ve itildikleri gettolar içinde nefretlerini büyüterek yaşadıklarını gözlüyoruz. Yeni gelenlerle kentlilerin kaynaşmasındaki ciddi sorunların giderilmesi yönünde ekonomik ve sosyal tedbirlerin yanı sıra mekânsal tedbirlerin de alınması, yeni gelenlerin kent hayatına katılmalarına olanak verecek farklı ortamların yaratılmasının önemini görmemiz gerekiyor.
 
Göçün yoğunlaştırdığı yoksulluk karşısında mimarlığın tavrını ve yapılması gerekenleri ele aldığımızda öncelikle insan hakları hukuku kapsamında yapılması gerekenleri vurgulamalıyız. Kenti paylaşanların, kentlerde iyi bir şekilde yaşamaya, temiz su, sağlıklı ortamlar, ulaşım, elektrik ve diğer hizmetlere rahatça erişebilmeye hakkı olduğunu koşulsuz benimsemek durumundayız. Kente göçen kişilerin umutlarına yanıt verecek, onları daha da mutsuz kılmayacak mekânsal düzenlemelerin yapılmasında mimarların yadsınamayacak rolleri olduğuna inanıyor, bu konuda uygulanabilir çözümler oluşturmayı toplumsal sorumluluğumuzun doğal bir gereği olarak görüyorum.

Yoksulluğun giderilmesi sadece ve öncelikle mimarlığın görevi olmamakla birlikte, mimarlık bu konudaki siyasi ve ekonomik programların önde gelen destekçisi olmak durumundadır. En az kaynak ve harcamayla en nitelikli konutun üretilmesi hedefini gerçekleştirebilmek, buna engel olabilecek ve yüksek kâr ile tüketiciliği özendiren piyasa koşullarını sorgulamak mimarlığın gündeminde önemli bir yer tutmalıdır.
 
Olumsuz kentsel yaşam çevrelerinin oluşmasında göçlerin etkisini yadsımamakla beraber, mimarlık kültürü ile toplumun, mimarlık hizmeti ile kullanıcı arasındaki bağların giderek kopmasını da bir olumsuzluk olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal ve kültürel yaşamımızda mimarlığı etkin kılmamız gerektiğine, kentlerin umutların gerçeğe dönüştüğü sağlıklı çevreler olmasında mimarlığın önemli bir yeri olduğuna inanıyorum.

Güney Mimarlık dergisinin 4. sayısında (Haziran 2011) yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder