Mimarlar olarak bu konuda neler yapabilir, ne gibi öneriler
geliştirebiliriz? Her şeyden önce mimarlık eğitiminin içerisinde çevre sorununun
daha etkin bir şekilde ele alınması; mimari tasarımın olmazsa olmaz bir parçası
olarak çevre verilerinin incelenmesi, çevreye duyarlı tasarımın öneminin eğitim
sürecinde daha sık vurgulanması gerekiyor. Her geçen gün yeni bilgiler ortaya
çıkıyor, eğitim sürecinde edindiğimiz bilgilerin eskimesi konunun sürekli
mesleki gelişim kapsamında da ele alınmasını, enerji etkin yapılar ve çevre
konulu eğitimlerin teşvik edilmesini gündeme getiriyor.
Mimari tasarımda enerji duyarlılığı konusunda geleneksel yapıların
öğrettiklerini tekrar hatırlamakta fayda olduğunu düşünüyorum. Modern yapılarda
da bu yerel özelliklerin, çevre verilerinin mimari karşılıklarının
değerlendirilmesi, bu duyarlılığın taşınması pekâlâ mümkündür. İklim faktörünün
mimarinin vazgeçilmez öğesi olarak vurgulanması, buna yönelik çözümlerin
aranması, belki de yerine göre alternatif enerji kaynaklarının yapılarda
kullanımının mimari açıdan değerlendirilmesi gerekecektir. Şüphesiz ki bu
arayışın istenmesi, teşvik edilmesi de gerekiyor. Mimarın tek başına deneysel
bir yaklaşımla bunu araması mümkün değildir. Yapı üretim süreci, doğası gereği
çok bileşenlidir. Öncelikle işverenin bunu talep etmesi, yönetmeliklerin bunu
zorlaması, yönetimlerin çeşitli teşviklerle bu yatırımları kârlı kılabilecek hale
getirmesi gerekiyor. Böylesi bir yaklaşımın ancak, merkezî olarak benimsenecek
bir ulusal enerji ve ekoloji politikası ile sağlanabileceğini düşünüyorum.
Kentler üzerinde atık gazların birikimi ile oluşan sera etkisinin
ve karbondioksit emisyonunun yarısı, inşaat ve ulaşım sektörlerinden
kaynaklanmaktadır. Mimarlar gelecek nesillere iklim ve doğal döngüsü
bozulmamış, sağlıklı ve sürdürülebilir çevreler bırakmakta birinci derecede
yükümlüdürler. Tasarımın içine sindirilmemiş bir çevre yaklaşımının yarattığı
sorunların, teknolojinin gücüyle aşılabileceğinin çözüm olarak gösterilmesi
yanıltıcı olabilmektedir.
“Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği” çerçevesinde
sürdürülmekte olan çalışmaların önem kazandığını belirtmeliyim. Bu yönetmelik
çerçevesinde, yapıların enerji performanslarının ölçülmesi ve buna yönelik
bilgilerin projelerde yer alması uygulamasına geçilmesi planlanmaktadır. Enerji
verimliliği açısından mimari tasarımın, daha baştan önemli bir süreç olduğunu
burada vurgulamamız gerekiyor; daha baştan yanlış konumlanmış ve yanlış
projelendirilmiş bir yapının enerji sakınımı, en iyi ihtimalle bile verimsiz
olacaktır. Mimari proje detayları ve tasarım kriterleri bu konuda büyük bir
önem taşıyor. En temiz, en ekonomik enerji kullanılmayan enerjidir. Bu da iyi
organize edilmiş bir mekân organizasyonunu gerektiriyor.
Ülkemizde yapı ve yapılı çevre üretimi alanında kaçırılan bir
fırsata da değinmek isterim. Büyük kaynaklar ayrılarak, önemli yetkiler
verilerek kurumsallaştırılan ve on binlerce konut üreten TOKİ’nin uygulamalarının
çevre duyarlılığı çerçevesinde de sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Küresel
iklim değişikliği olgusunun devlet eliyle düzenlenen böylesi büyük bir yapı
üretiminin programında yer alması, ülkemizin yapı teknolojisinde nitelik
açısından yeni bir atılım yaratması beklenirdi, bu fırsatın
değerlendirilmediğini düşünüyorum.
Elimizdeki kaynakların sınırlılığının farkına varmamız; kentlerimizin,
yaşam çevrelerimizin daha iyi yaşam kalitesine sahip olmalarının; teknik
bilgimizi ve yaratıcılığımızı bu yönde de kullanabilmemize bağlı olacağını
söylemek isterim. Mimarlığı, toplumsal yaşamın ve kültürün maddi ve moral
gereksinmelerine göre, yapı, toplu yapı ve kent biçimlendirmesi, tasarımı,
üretimi, kullanımı ve yeniden kullanımı kolektif süreçleri ve sonuçlarını
kapsayan ve güzel sanatlar ağırlıklı bir kültür faaliyeti olarak tanımlıyoruz.
Bu tanımın çerçevelediği bir hizmete talip olmanın sorumluluğunu taşıyabilmek
gerekiyor.
Güney Mimarlık dergisinin 6. sayısında (Aralık 2011) yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder