25 Kasım 2011 Cuma

Ekoloji ve Mimarlık

Günümüzde, enerji kullanımına bağlı çevre sorunları gün geçtikçe artmakta ve yenilenemeyen kaynakların miktarları ile ilgili karamsar tahminler yapılmaktadır. Konu ülke gündemine de bütün yakıcılığıyla girmiş bulunuyor. Geç kaldığımız söylenebilir, sorun sadece ilgililerin tedbir almasıyla önlenemeyecek boyutlara varmıştır. Teknik elemanların, bilim insanlarının yeni çalışmalar yapması, yönetimlerin bunları desteklemesi, sonuçlarını değerlendirmesi ve hayata geçirmesi elbette önemlidir. Ancak çok önemli bir başka boyut da hepimizin kendi alanımızla ilgili olarak bu sürece nasıl destek vereceğimizi irdelememiz ve çözüm üretmemizdir. Dünyada olduğu gibi Türkiye’nin de küresel ısınmayı engellemek ve azaltılmasına katkıda bulunmak için çevre bilinçli sürdürülebilir gelişme politikaları saptaması ve buna uygun yaşam/tüketim tarzına geçmesi gerekmektedir.  

Mimarlar olarak bu konuda neler yapabilir, ne gibi öneriler geliştirebiliriz? Her şeyden önce mimarlık eğitiminin içerisinde çevre sorununun daha etkin bir şekilde ele alınması; mimari tasarımın olmazsa olmaz bir parçası olarak çevre verilerinin incelenmesi, çevreye duyarlı tasarımın öneminin eğitim sürecinde daha sık vurgulanması gerekiyor. Her geçen gün yeni bilgiler ortaya çıkıyor, eğitim sürecinde edindiğimiz bilgilerin eskimesi konunun sürekli mesleki gelişim kapsamında da ele alınmasını, enerji etkin yapılar ve çevre konulu eğitimlerin teşvik edilmesini gündeme getiriyor.
Mimari tasarımda enerji duyarlılığı konusunda geleneksel yapıların öğrettiklerini tekrar hatırlamakta fayda olduğunu düşünüyorum. Modern yapılarda da bu yerel özelliklerin, çevre verilerinin mimari karşılıklarının değerlendirilmesi, bu duyarlılığın taşınması pekâlâ mümkündür. İklim faktörünün mimarinin vazgeçilmez öğesi olarak vurgulanması, buna yönelik çözümlerin aranması, belki de yerine göre alternatif enerji kaynaklarının yapılarda kullanımının mimari açıdan değerlendirilmesi gerekecektir. Şüphesiz ki bu arayışın istenmesi, teşvik edilmesi de gerekiyor. Mimarın tek başına deneysel bir yaklaşımla bunu araması mümkün değildir. Yapı üretim süreci, doğası gereği çok bileşenlidir. Öncelikle işverenin bunu talep etmesi, yönetmeliklerin bunu zorlaması, yönetimlerin çeşitli teşviklerle bu yatırımları kârlı kılabilecek hale getirmesi gerekiyor. Böylesi bir yaklaşımın ancak, merkezî olarak benimsenecek bir ulusal enerji ve ekoloji politikası ile sağlanabileceğini düşünüyorum.

Kentler üzerinde atık gazların birikimi ile oluşan sera etkisinin ve karbondioksit emisyonunun yarısı, inşaat ve ulaşım sektörlerinden kaynaklanmaktadır. Mimarlar gelecek nesillere iklim ve doğal döngüsü bozulmamış, sağlıklı ve sürdürülebilir çevreler bırakmakta birinci derecede yükümlüdürler. Tasarımın içine sindirilmemiş bir çevre yaklaşımının yarattığı sorunların, teknolojinin gücüyle aşılabileceğinin çözüm olarak gösterilmesi yanıltıcı olabilmektedir.

“Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği” çerçevesinde sürdürülmekte olan çalışmaların önem kazandığını belirtmeliyim. Bu yönetmelik çerçevesinde, yapıların enerji performanslarının ölçülmesi ve buna yönelik bilgilerin projelerde yer alması uygulamasına geçilmesi planlanmaktadır. Enerji verimliliği açısından mimari tasarımın, daha baştan önemli bir süreç olduğunu burada vurgulamamız gerekiyor; daha baştan yanlış konumlanmış ve yanlış projelendirilmiş bir yapının enerji sakınımı, en iyi ihtimalle bile verimsiz olacaktır. Mimari proje detayları ve tasarım kriterleri bu konuda büyük bir önem taşıyor. En temiz, en ekonomik enerji kullanılmayan enerjidir. Bu da iyi organize edilmiş bir mekân organizasyonunu gerektiriyor.

Ülkemizde yapı ve yapılı çevre üretimi alanında kaçırılan bir fırsata da değinmek isterim. Büyük kaynaklar ayrılarak, önemli yetkiler verilerek kurumsallaştırılan ve on binlerce konut üreten TOKİ’nin uygulamalarının çevre duyarlılığı çerçevesinde de sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Küresel iklim değişikliği olgusunun devlet eliyle düzenlenen böylesi büyük bir yapı üretiminin programında yer alması, ülkemizin yapı teknolojisinde nitelik açısından yeni bir atılım yaratması beklenirdi, bu fırsatın değerlendirilmediğini düşünüyorum.

Elimizdeki kaynakların sınırlılığının farkına varmamız; kentlerimizin, yaşam çevrelerimizin daha iyi yaşam kalitesine sahip olmalarının; teknik bilgimizi ve yaratıcılığımızı bu yönde de kullanabilmemize bağlı olacağını söylemek isterim. Mimarlığı, toplumsal yaşamın ve kültürün maddi ve moral gereksinmelerine göre, yapı, toplu yapı ve kent biçimlendirmesi, tasarımı, üretimi, kullanımı ve yeniden kullanımı kolektif süreçleri ve sonuçlarını kapsayan ve güzel sanatlar ağırlıklı bir kültür faaliyeti olarak tanımlıyoruz. Bu tanımın çerçevelediği bir hizmete talip olmanın sorumluluğunu taşıyabilmek gerekiyor.

Güney Mimarlık dergisinin 6. sayısında (Aralık 2011) yayınlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder