10 Aralık 2011 Cumartesi

Zeki Sayar ve Mimarlık Meslek Alanı Örgütlenmesi

Türkiye’de mimarlık meslek örgütlenmesinin 100 yılı aşkın bir tarihi var. 1908 yılında, Meşrutiyet sonrası başlayan çalışmalardan bugüne bu alanda görev yapan, katkı sunan herkesi, elbette Zeki Sayar’ı da saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum. 

Konuşmamda bazı sorular soracak, cevaplamaya çalışacağım. Gündemimize ilişkin soruların üretilmesinin önemli olduğunu, hepsinin cevabını veremesek de en azından soruları önümüze koyabilmemizin önemli olduğunu düşünüyorum. Elbette bazı soruları da aşmamız gerekiyor. Aşılması gereken ilk soru şu: “Meslek örgütlenmesi gerekli mi?” Özellikle bazı genç meslektaşlarımız “ne lüzum var bir meslek örgütlenmesine” diye sorabiliyorlar, ben bu soruyu tartışmıyorum; bunun aşılması gereken bir soru olduğunu düşünüyorum. Herkesin örgütlü olduğu, örgütlü olması gereken bir çağda bir mesleği temsil eden insanların da örgütlü olması gerektiğini düşünüyorum.

Değişen dünyayı kavramak

Küreselleşmenin meslek alanlarımıza getirdiği “mimarlık mesleğini yapma biçimiyle” nasıl ilişkileneceğimiz sorusunun cevabı mimarlık pratiğimizi doğrudan ilgilendirmektedir. Dünyamızda her şey hızla değişmekte ve bu değişimin birçok olumlu, olumsuz etkileri olmaktadır. Ülkemizde uygulanan liberal politikalar ve buna bağlı olarak yapılan yasal ve yönetsel düzenlemeler karşısında Mimarlar Odası’nın kamusal ve toplumsal sorumlulukları artmıştır.
Böyle bir tartışma başlığı altında her şeyden önce küreselleşmenin artan etkisine, bunun mesleğimize yansımalarına değinmemiz, küresel hizmet ticaretini gündeme getirmemiz gerekiyor. Küresel hizmet ticareti kapsamında, yıldız mimarlar, bunların yarattığı modalar, modaların ışın hızıyla yayılması vb. bunların hepsi gündeme geliyor. Bunlar Türkiye’deki mimarlık meslek ortamına doğrudan etkili olan ortamlar ve hepsinin ayrı ayrı tartışılması gerekiyor. Konumuz çerçevesinde bu gelişmelerin ışığında meslek örgütünün nasıl bir yol alması gerektiği ya da ne gibi yapısal tedbirlerle bunlara cevap vermesi, bunları karşılaması gerektiğini tartışmamız gerekiyor.

Mimarlık hizmetlerindeki çeşitlenmeleri, farklı disiplinlerin oluşmasını, bu disiplinler arasındaki çekişmeleri, kavgaları da değerlendirmeliyiz. Bir de tabii yapı üretim sürecindeki farklı aktörlerin durumundaki değişmeleri, örneğin cephe mimarlığı gibi bir iş alanının ortaya çıktığını ve işverenlerin birlikte çalışmak isteyeceği farklı iş pozisyonlarının oluştuğunu, yapı üretim sürecinin içindeki parçalanmaları görüyoruz. Mimarlık içinde oluşan bu farklı parçalanmaları meslek örgütümüz içerisinde çok yönlü bir şekilde ele alıyor, değerlendiriyoruz. Değişik platformlarda bu gelişmelerin mimarlık eğitimindeki uzantılarını tartıştığımız, değerlendirdiğimiz bir süreci yaşıyoruz.
Mimarlık bürolarının değişimini de bu kapsamda tartışmak gerekiyor. Türkiye bir küçük bürolar cenneti, genellikle bir iki mimarın oluşturduğu bürolar çoğunlukta. Küreselleşen ve küresel hizmet ticaretinin arttığı bir dünyada bu bürolarımızın nasıl evrildiğini görmemiz lazım. Evrilemeyen, buna yetişemeyen, buna cevap veremeyen büroların neler yapacağını görmemiz, göstermemiz gerekiyor. Sonuçta bu bürolarla birlikte hareket ediyoruz; bunlar bizim mimarlık meslek ortamımızın önemli aktörleri.

Mimar Profili Üzerine
Mimarın profiline baktığımız zaman, mimarın farklı hallerini görüyoruz. Tasarım yapan mimar, ücretli mimar, kamu görevlisi mimar gibi bir sürü ana başlıklar altında gruplandırmalar yapabiliyoruz. Yaklaşık yüzde 25 civarında büro tescili var. Bu oran zaman zaman değiştiği için bunu yüzde 30-35’e kadar çıkartabiliriz, ama tüm mimarların büro tescili olmadığını biliyorsunuz; çok önemli bir kesim ücretli olarak çalışıyor. Bürolarda ya da farklı alanlarda, yapı sektörünün farklı alanlarında veya kamu kesiminde ücretli olarak çalışıyor. Ayrıca bu başlık altına bakıldığı zaman, örneğin büro tescili yapmış büro şu anda 8.500-9.000 civarında, ama bunları da tek kalem halinde göremiyorsunuz. Büyük büro, küçük büro var, metropollerdeki bürolar var, Anadolu kentlerindeki bürolar var ve bütün bunlarla beraber butik hizmet yapan bürolar var, işadamı kapsamında değerlendirebileceğimiz mimarlar var; yani kendi içinde farklılaşan kesimler var. Bu farklı mimarların her birisinin meslek örgütünden beklentileri de farklı. Dolayısıyla, öne alınmasını istediği görevler, öncelikle ele alınmasını dile getirdiği talepler var ve bunları sürekli dile getiriyorlar. “Meslek örgütü niye onunla uğraşıyor da bununla uğraşmıyor, niye bunu yapmıyor” gibi yıllardan beri dile getirilen hususlar var. Bu taleplerin her biri tabii ki doğru, gerçekçi şeyler olabilir, ama bir bütünlük içerisinde görülmesi gerekir.

Tek bir mimar tanımı yapılabilir mi? “Mimarlar şöyle yapar, mimarlar böyle yapar” gibi sözleri zaman zaman kullanıyoruz, ama ben bunun çok da doğru bir retorik olmadığını düşünüyorum. Farklı mimarlar, farklı insanlar var; 40.000 civarında mimar var, 40.000 ayrı insan var. Dolayısıyla, her birisinin iyi yanı, kötü yanı var ve toplumdaki genel kültür, genel düzey neyse bileşik kaplar ilkesi çerçevesinde, mimarlarda da aynı şekilde bunun yansıdığını söylemek mümkün.
Siyasi aidiyetler kapsamında da benzer bir durumun olduğunu belirtmek isterim. Mimarlarla ilgili genel bir algı farklı olabilir; elbette Mimarlar Odası yöneticilerinin toplum ve kamu yararına çalışma konusundaki duyarlılıkları daha farklı olabilir, ama mimarlar içerisindeki oy dağılımına baktığımızda farklı bir olguyla karşılaşıyoruz. Böyle bir araştırmayı yapma fırsatımız da olmuştu yerel seçimler sırasında, Türkiye’deki bütün partilerden aday olan meslektaşlarımız vardı ve bunların dağılımı da aşağı yukarı Türkiye’de partilerin aldığı oy oranına yakındı. Bunlar içerisinde Mimarlar Odası yöneticisi olarak aday olanlar da vardı; belediye meclislerine, belediye başkanlıklarına ya da il genel meclislerine aday olanlar arasında biraz farklılıklar olmakla beraber yine benzer bir dağılımı gözledik. Bunu özellikle altını çizerek belirtiyorum: Mimarlar Odası olarak çok farklı bir kesimi temsil ediyoruz.

Ortada ciddi bir kentsel sorun var. Kentlerimiz dönüşüyor, hem de çok hızlı bir şekilde dönüşüyor. Doğal olarak her zaman kentlerde bir dönüşüm yaşanır, ama bugün müthiş bir rant kavgası var ve meslektaşlarımız içerisinde de bu rantın teknisyenliğini yapmak zorunda kalan, buna özellikle istekli de olan meslektaşlarımız olabiliyor. Uygulamaya konulan küresel yağma politikaları, bunun meslek alanlarına yansımaları, yerel yönetimler eliyle kentlerde yaşananlar, kamu arazilerinin talan edilmesi ve bu süreçte meslek insanlarının üstlendiği roller irdelenmelidir. Bu tabii ciddi bir sorun. Bu soruna karşı meslek örgütü olarak ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Bu ranta karşı zaten genel bir söylem geliştiriyor, mücadele ediyoruz. Ama kendi üyelerimizin davranışlarına yönelik daha etkin bir etik vurgu nasıl yapılabilir ya da nasıl daha iyi yapılabilir konusunu gündeme almak mümkün. Ancak toplumda imar suçlarına karşı gösterilen sonsuz hoşgörünün bunu yeterince kuvvetlendirmediğini de belirtmek gerekiyor. Mesleki davranış kurallarının belirlenmesine yönelik uluslararası belgeler olduğunu biliyoruz, bunları Türkçeye çevirerek yayınladık, benzer şekilde ülkemizde de mesleki etik kodların yazılabileceğine yönelik çalışmalar yürütüldüğünü, ancak farklı gerekçelerle bu çalışmaların düşünce seviyesinde kaldığını belirtmeliyim. Belki de bu konuları daha fazla tartışmalıyız.
Bu aşamada “mimarın farklı halleri” kapsamında “mimarın örgütlü olma hali”ni hatırlatmak gerekiyor. Mimarın kendini kuvvetli hissetmesi, yalnız olmadığını duyumsaması için örgütlü olması önemli.

Nasıl bir Meslek Örgütü
Burada aşılması gereken ikinci soruya geliyorum: Peki, örgüt olacaksa nasıl bir örgüt olacak? Oda mı olacak, dernek mi olacak, meslek birliği mi olacak? Bu da zaman zaman tartışılır ve bizim karşımıza gelir. Tabii, yıllardan beri Oda’da yöneticilik yapan biri olarak benim görüşüm Oda olmasıdır. Yasayla tanınmış bir meslek olarak mimarlığın gündemindeki devasa sorunların ancak zorunlu üyeliğe dayalı kuvvetli bir meslek örgütlenmesi aracılığıyla aşılabilmesi mümkün. Bunun dışında siyasi aidiyetlere dayalı, çıkar birliklerine ya da yerelliklere dayalı meslek örgütleri olabilir; ya da uğraş alanlarına dayalı birlikler, dernekler de olabilir. Bunlar zaten var, çok çeşitli şekillerde var. Bu örgütlenmeler çerçevesinde yapılan çalışmalar ayrı bir konu, ama meslek örgütünün genel sorunlarını ele alabilecek ve merkezi yönetimlerle yasa konularını tartışabilecek, alanı düzenleyebilecek kuvvette bir örgütün ancak Oda aracılığıyla mümkün olabileceğini belirtmek zorundayım.

Mimarlar Odası Nasıl Algılanıyor?
Mimarlar Odası nasıl algılanıyor konusuna değinmek, bu algı ve görevler üzerinde kısaca durmak istiyorum. Oda’yla ilgili bir algı sivil toplum kuruluşu olduğumuz yönünde; ya da bir kültür kurumu, sadece kültürel değerlerin ya da kültürel mirasın korunmasıyla uğraşan bir kültür kurumu olduğumuz söyleniyor. Öte yandan resmî işler yapan, kayıt kabul işleri yapan ya da birtakım belgeler veren bir kurum olduğumuz da dile getiriliyor. Tabii ki bunların hepsi, belki de fazlası söz konusu; sivil toplum kuruluşu gibi de çalışıyoruz, yerel sorunlara değiniyoruz, kültürel mirasın korunması üzerine gayret sarf ediyoruz, ama biz özünde bir meslek kuruluşuyuz, meslekle ilgili sorunlarla ilgileniyoruz. Elbette bütün bunları yaparken bir sivil toplum kuruluşu üyesi duyarlılığıyla davranıyoruz kentimize karşı. Bu konuda benzer duyarlılıkla davranan insanlarla beraber tavır alıyoruz. Bundan da büyük gurur duyuyoruz, mutluluk duyuyoruz. Kentinde, mahallesinde bir sorun olan dosyasını kapıp Mimarlar Odası’na geliyor; “beraber nasıl bunu çözebiliriz?” diyor. Bu insanlarla biz teknik becerimizi, bilgimizi, hukuk bilgimizi paylaşıyoruz.

Yönetimlerin bize karşı olan tepkisini de belirtmemiz gerekiyor. Mimarlar Odası’nı bir tür “mimarlıktan sorumlu devlet bakanlığı” gibi görmek istiyorlar; yani mimarlıkla ilgili bir karar alacaklar ve biz o kararı sorgulamadan nasıl hayata geçirebileceğimize yönelik düzenlemeleri yapmakla yetineceğiz. Tabii, biz bu yaklaşıma son derece karşı çıkıyoruz. Biz yönetimin dediğini yapmakla kendini yükümlü kılan, onunla sınırlayan bir örgüt değiliz ve bundan sonra da böyle olmaması gerektiğini düşünüyorum. Biz bir ölçüde yerel yönetimlerin ve hükümetin gölge kabinesi gibi davranıyoruz, onların hareketlerini izliyoruz, denetliyoruz, irdeliyoruz, eleştiriyoruz, yer yer de destekliyoruz tabii. Mimarlar Odası’nın toplum ve kamu hizmetinde sürdürdüğü mücadelesi doğal olarak pek çok kişi ve kurumu rahatsız etmekte, onların çıkarlarını zedeleyebilmektedir.
Bu farklı yaklaşımlar neticesinde yönetimle aramız çoğu zaman iyi olmuyor. Son kanun hükmünde kararnamelerle beraber yönetimin meslek örgütlerine yönelik ciddi bir saldırısı söz konusu; bu dönemin çok dikkatli bir şekilde izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Odamızın, meslek örgütümüzün bu tür saldırılar karşısında yıkılmayacak sağlamlıkta, ama bunun yanı sıra yeni görevleri karşılayabilecek esneklikte bir yapısının olması gerekir diye düşünüyorum.

Bugün Mimarlar Odası
Bugün Mimarlar Odasının 39.309 üyesi var (1 Aralık itibarıyla). 2011 yılında; yani 11 ay içerisinde Aralık başına kadar üye olanların sayısı 1.518. Şimdiye kadar da aşağı yukarı yılda 1.500 civarında yeni üye kaydı oluyordu. Ama YÖK’ün son kararlarıyla bu sene öğrenci kontenjanı 4.098’e çıktı; yani Mimarlar Odası’nın üye sayısı çok kısa bir süre içerisinde 50.000-60.000’i bulabilir. Avrupa Birliği’nde ortalama mimar sayısı nüfusa göre 10.000’de 9, bizde ise 10.000’de 5. Mimar sayısının fazlalığından yakınmak anlamında söylemiyorum. Türkiye’deki nüfusumuz, kentleşme oranımız, yapı üretim hacmimize bakınca daha fazla mimara ihtiyaç duyulabilir, ama ne yazık ki mevcut mimar birikiminin bile yeterince değerlendirilmediğini, kamu kesiminde ciddi bir teknik eleman erozyonu olduğunu görüyoruz. Hiç mimar çalıştırmayan yüzlerce belediye olduğunu biliyoruz. Kamu kesiminde sürekli olarak yapıyla ilgili dairelerin kapandığını görüyoruz.

Mimarlar Odası’nda uzunca bir süre üç şubeyle çalışmalar yürütüldü; İstanbul, Ankara, İzmir. 1986 yılından itibaren şubeleşmeye başlandı. Bugün 26 şubesi, 85 kentte temsilciliği ve 49 kentte de Mimarlar Odası temsilcisi var, 106’sı mimar olan toplam 355 personel çalışıyor. Çok ciddi bir bütçeye sahip; önemli bir yapıdan bahsediyoruz. İki gündür yapılan bilgilendirmeleri izlediniz, “İstanbul’da kurulan Mimarlar Odası’nın Ankara’ya taşınırken iki üç kırık sandalye ve çok az bir bütçeyle devredildiği” söylendi. Bugün 350 civarında personel, yöneticiler, Oda yapıları, ciddi bir bütçe var ve önemli bir soru “biz bunu gereğince değerlendiriyor muyuz?” “Mimarlar Odası olarak bu kaynakları verimli olarak kullanıyor muyuz?” Ulusal ve uluslararası pek çok etkinlik yapıyoruz, Uluslararası Mimarlar Birliği’nin yönetimindeyiz, uluslararası kongreler yapıyoruz, bilimsel çalışmalara destek veriyoruz, meslek ortamının sorunlarını çözmeye çalışıyoruz, ama biz Mimarlar Odası yöneticileri sürekli olarak bu soruları tartışıyoruz. “Bu kaynakları verimli mi kullanıyoruz, bu olanaklarla daha fazla iş yapabilir miyiz?”
Mimarlar Odası Yapılanmasında Demokrasi

“Mimarlar Odası yönetiminde bulunanlar, Oda içi demokrasiyi işletiyorlar mı, yeterince katılımcılık sağlanıyor mu, gündemindeki sorunları paylaşıyorlar mı?” gibi sorular bizim karşımıza sürekli geliyor. Bir de önemli olarak “Mimarlar Odası dünyadaki bu değişimi, Türkiye’deki değişimi, yapı sektöründeki değişimi yeterince gözleyebiliyor mu, bu sorunlara karşı yeterince yapısal tedbirler alabiliyor mu?” sorularını tartışıyoruz. Bunları biraz açmaya çalışacağım.
Türkiye’de demokrasi kültürü ne kadar varsa Mimarlar Odası’nda da o kadar var elbette. Ama biraz farklı olarak belli bir geleneğin birikimiyle Mimarlar Odası’nda temsili demokrasinin ötesinde katılımcı demokrasinin de işlerlikte olduğunu rahatlıkla söyleyebilir; bunu sizle paylaşabilirim. Pek çok farklı fikrin beraber çalıştığı ve çatıştığı, bunların bir zenginlik olarak algılandığı ortamların olduğunu biliyoruz, görüyoruz. Önemli olan yabancılaşmanın yaşanmadığı, farklılıkların zenginlik olarak algılandığı, etkileme olanaklarının açık bırakıldığı ortamların yaratılmasıdır. Ama buna rağmen oldukça gergin genel kurullar yapıyoruz. Mimarlık kamuoyunun yanı sıra genel kamuoyuna da yansıyan gergin genel kurullar yapıyoruz. Buna da değinmek isterim. Sadece genel kurullar sürecinde ortaya çıkan enerjinin yanlış kullanılması söz konusu, daha geniş bir süre içerisinde katkının ve katılımın alınabileceği ortamların yaratılması, daha iyi yaratılması mümkün olabilir diye düşünüyorum. Sadece genel kurullardaki performansla yetinmemek, süreç içerisinde katılım ve katkıyı sağlamak önemli. Oda yönetimlerinde göreve talip olma duygusunun bir başkasının kötü hizmetleri veya yanılgısı üzerine değil, daha iyisini yapmak, bunu yapabileceğini göstermek fikri üzerinden kurgulanması gerektiğini, sürekliliğin bir öncekinin yaptığını reddetmek üzerinden değil, ancak böyle sağlanabileceğini düşünüyorum.

Tabii ki Oda çalışmalarına üye, mimar katılımının arttırılması çok önemli. Farklı mimar tiplerinin olduğunu, mimarın farklı hallerinin olduğuna değinmiştim. Oda içerisinde hizmet alanları farklılaşan ve çeşitlenen mimarlara yönelik Oda içi örgütlenme kanallarının açılması, yeni örgütlenme araçlarının oluşturulması ve/veya var olanların iyileştirilmesi, geliştirilmesi önemli. Bu alanlardaki mimarların Oda bütününde temsiliyetinin güçlendirilmesi önemli. Buradan şunu kastediyorum: Oda içerisinde farklı alanlarda çalışan meslektaşlarımız var; örneğin bilirkişiler, yapı denetimcileri, büro sahipleri, ücretli çalışanlar var. Bunların her birisinin Oda yönetimleriyle ilgili, kendi meslek hukuklarıyla ilgili geliştirmek istedikleri, öncelikle tartışmak, gündeme getirmek istedikleri sorunlar var ve bunların ele alındığı platformların yaratılması gerekiyor. Bunlar zaten birçok alanda oluşturulmuş durumda, eksiklerinin giderilmesi, daha etkin bir şekilde kullanılması önemli. Bu bakış açısı biraz önce farklılaşan mimar hallerinin meslek örgütü içerisinde nasıl beraber davranılmasını sağlayacağını görmemiz bakımından bize önemli perspektifler sağlıyor diye düşünüyorum.
Mimarlar Odası’nda Yönetici Kimliği

Mimarlar Odası deyince uzunca bir süre sadece genel başkanlar ya da yöneticiler anlaşılmıştır, ben özellikle belli rakamlar vermek istiyorum. Mimarlar Odası’nda Genel Merkez yönetiminde 7 kişi, şube yönetimlerinde 186 kişi, temsilcilik yönetim kurullarında 371 kişi, Oda temsilcisi 49 kişi olmak üzere toplam 613 kişi Mimarlar Odası’nı temsil ediyor. Oda temsilcileri dışında bunların her birisi seçimle göreve geliyor. Bütün bu kurulların yedekleri de var. Onur Kurulu, Denetleme Kurulu, Şube Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulları gibi diğer kurulları da katarsanız binin çok üzerinde kişi, şu anda Mimarlar Odası yöneticisi kimliğini taşıyor; bu önemli bir paylaşım. Seçimle gelenler dışında pek çok komite, komisyonda çalışan, Oda’nın görüşlerini yansıtan, Oda’nın görüşlerine katkı yapan, onların sözcülüğünü yapan çok değerli meslektaşlarımız var ve bu meslektaşlarımız Oda’nın kamuoyuna karşı, meslektaşlara karşı görünen yüzünü temsil ediyorlar. Dolayısıyla, sadece bir kişiye -o kişi de bizim genel siyasi kültürümüz içerisinde genel başkan oluyor- bağlı olarak algılanan bir kurum yansımasının ötesinde Mimarlar Odası’nın böyle bir yüzü olduğunu belirtmek isterim. Bunun özellikle geliştirilmesi gerektiğini de düşünüyorum.
Mimarlar Odası’nın gündeminin yoğunluğu, Oda organlarında görev alanların toplum ve kamu adına çalışma duygusunun yüksek olması gerekliliğini beraberinde getirmektedir. Biraz önce seçimlerde farklı siyasi partilere yönelik bir dağılımı belirtmiştim. Mimarlar Odası yönetimlerinde görev alan meslektaşlarımızın hangi siyasi görüşü benimserlerse benimsesinler Oda’nın toplum ve kamu adına kentleri izleme görevini aksatmadıklarını, yerel yöneticilerin siyasi aidiyetlerine bakmaksızın davranabildiklerini özellikle vurgulamak isterim. Mimarlar Odası’nda çok farklı siyasi eğilimlerde olan yöneticilerimiz var, ama o illerdeki yerel yönetimlere karşı hepsi hep birlikte Mimarlar Odası’nın genel görüşleri doğrultusunda o illerdeki yerel yönetimleri irdeliyorlar, denetliyorlar, gerekirse dava açabiliyorlar. Böyle bir davranışın yaygınlaşmış olmasını Mimarlar Odası’nın önemli bir kazanımı olarak görüyorum. Yönetimi üstlenenlerin bütün mimarları ve mesleği temsil etmek sorumluluğunu duymaları önemli.

57 yıllık bir kurum olarak her şeyi tamamladığımız söylenebilir mi? Kurumlaşmayı kişiye bağlı olmayan, devredilebilir hizmetler olarak görürseniz, tabii ki bunun tam anlamıyla sağlandığını söyleyemeyiz. Bazı kişiler değiştiği, görevden ayrıldığı zaman, bazı işler, bazı hizmetler eksik kalabiliyor. Elbette bunun giderilmesi, yönetimlerde sürekliliğin ve yenilenmenin beraberliğinin sağlanması gerekir; Oda’da bu konuda ciddi bir arayışın olduğunu da belirtmek isterim.
Katılımcılığın ve sorumluluğun paylaşılması doğrultusunda sürdürülen çalışmaların görev üstlenebilecek olanların yetişmesinde önemi büyük. Mimarlar Odası yönetimine meteorik bir şekilde gelmek pek mümkün değil. Bugün Mimarlar Odası yöneticileri gerek merkezi, gerek yerel düzeyde olsun, her an basının, toplumun karşısına çıkar ve herhangi bir kent sorunu konusunda Mimarlar Odası’nın görüşlerini anlatır durumda olabiliyorlar. Dolayısıyla komisyonlarda, komitelerde görev alan binin üzerindeki meslektaşımızın çalışmasından bahsederken yönetimlerin oluşturulmasında yer alacak kadroların bu katılımın içerisinden devşirilmesinin önemli olduğunu vurgulamak istedim.

Mimarlar Odası’nda bir de gönüllü katkısı ve profesyonel yapı konusunu tartışıyoruz ve değerlendiriyoruz. Uzunca bir süre çok az bir profesyonel yapıyla çalışmalar yürütülmüş, ama bugün biraz önce belirttiğim gibi 350 civarında profesyonel var. “Bu profesyonellerin artması gönüllülük duygusunu azaltıyor mu” diye sorguluyoruz kendi kendimize. Mimarlar Odası’nın bu zamana kadarki birikiminin mimarlar arasında, meslek alanında, toplumdaki imajının oluşmasında gönüllülerin katkısı çok önemli. Öte yandan gönüllülerin katkısının daha iyi derlenebilmesi açısından profesyonel bir yapının olması ve onların hizmetlerini daha iyi derleyebilmesi de önemli. Bu dengenin tutturulmasını önemsiyoruz, ama tamamıyla bir profesyonel yapının olmasını da doğrusu çok arzulamıyoruz.
Yeni Sorular / Yeni Sorumluluklar

“Meslek örgütlenmesi nereye gidiyor, nasıl olmalı, yakın gelecekte bizleri neler ve ne gibi görev alanları bekliyor?” konusunu açmak isterim. Böylesi kritik anlarda yöneticilerin dünyada ve ülkemizde mesleğimizi ilgilendiren konulardaki gelişmeleri dikkatli bir şekilde takip etmek, gerekli düzenlemeleri yapabilmek gibi bir görevi var. Bu nasıl gerçekleşecek? Öncelikle mevcut yapıyı ve geleneği iyi tanımlamak, ona sahip çıkmak ve geliştirmekle göreve başlamak gerekiyor. Bunu özellikle boş bir arsaya yapı yapılmadığı duygusunu belirtmek için söylüyorum. Mimarlar Odasının 57 yılda yaptıklarının, yapabildiklerinin farkında olunması önemli. Elbette daha iyisini yapmak için mutlaka yenileri gelecektir, yapacaktır, ama bu birikimi bilmek, anlamak önemli. Geleni anlamak, algılamak, kavramak, yorumlamak ve bunların sonucu olarak da Oda’nın yeni misyonunu belirlemek gerekiyor. Bu süreç tabii ki birdenbire böyle bir yıldırım parlaması gibi zihnimize geliverebilecek bir şey değil. Bir mekanizmanın nasıl hayata geçirilebileceğinin görülmesi kavranılması önemli.
Yönetimlerin sorumluluğu sadece gündemin ve çalışma programının hayata geçirilmesinde değil, bir ölçüde bu arayışların örgütlenmesinde ve gelecek yönetimlere birikimleriyle birlikte devredilebilmesindedir diye düşünüyorum. Hayatın karşımıza çıkardıklarının ıskalanmamasını, tüm zenginliğiyle kavranmasını, farkında olunanın tariflenebilmesini, yeterince baş edilemiyorsa bile ele alınmasını, irdelenme fırsatlarının yaratılmasını, çözümleme arayışlarının gösterilmesini önemli buluyorum. Oda’nın bir rutini var, her gün çalışan yüzlerce insan bir sürü şey yapıyorlar. Bütün bu çabalara rağmen bu yeni görevlerle ilgili olarak, mevcut çalışmaları aksatmadan bunları da gündeme almak ve gereğini yapmak zaman alabiliyor; öte yandan bunları hiç konuşmamak ciddi bir sorun.

Bu noktada gündemindeki görevleri yapmayan, yapamayan, bunların önemini kavrayamayan, üstlendiği sorumluluğun farkına varamayan yöneticilere herhangi bir yaptırımın söz konusu olup olmadığı tartışılabilir. Tabii ki herkesin bu sorunlara vakıf olduğu, bunları hissettiği, bunları çözmeye çalıştığını söyleyemeyiz. Burada bir etik vurgulama söz konusu; böyle bir durumda ne olacaktır? Bunların yapılamaması, yanından geçip giden sorunların farkına varılmaması, varılsa bile sorunlarla uğraşmak yerine seyirci kalınmasına rıza gösterilmesi elbette ciddi bir handikaptır ve sağlıklı bir bünyenin normal süreç içerisinde bu durumu aşmasını, yönetimlerde yenilemeyi sağlamasını, yapabilenleri işbaşına getirmesini bekleriz. Mimarlar Odası’nın kendisini sorgulama, eleştirme, öz değerlendirme duygusunun oldukça yüksek olduğunu, süreç içerisinde kendini yenileme potansiyelini hayata geçirebildiğini, zor dönemlerde inanılmaz atılımlar yapabildiğini, böylesi bir güce sahip olduğunu da belirtmek isterim.
Mimarlar Odası’nı Güçlü Kılmak

Artan üye sayısı, görevlerin çoğalması, beklentilerin artması, yeni bir yapılanmayı ve Mimarlar Odası’nın daha güçlü olmasını gerekli kılıyor. Mimarlar Odası’nın güçlü olması ne demektir?
Oda’nın güçlü olması demek, üyenin Oda’sıyla birlikte kendini güçlü hissetmesi, mesleğiyle gurur duyması, onu önemsemesi demektir. Bunu sağlayabiliyorsak ne mutlu. Her yaptığını beğenmese de Oda’sının varlığını hissetmesi, gerektiğinde sığınacağı bir liman olarak, gerektiğinde saldırılara karşı korunması gereken bir kale olarak görmesi demektir. Oda’ya çok kızıyoruz, ama üyenin başı sıkıştığında da “Odam nerede” diyebilmesini, Oda’sını hatırlamasını önemli buluyorum.

Oda’nın güçlü olması demek temsilciliklerin, Oda temsilcilerinin, Oda’nın mührünü taşıyan herkesin güçlü olması, o temsiliyetin ağırlığını taşıyabilmesi demektir. Her yerde aynı şekilde davranmak değil belki, ancak karşılaşılan sorunu bir bütünün parçaları olarak görüp değerlendirebilen üyeler demektir.
Oda’nın güçlü olması demek, güçlü şubeler demektir, şubelerdeki insan gücünün sadece yaşanılan kentle ilgili sorunlarda değil, o sorunların ülke genelindeki bağını kurabilme becerisinin gösterilmesi, Oda’nın söylemine, politikasına katkı yapabilmenin sağlanması demektir.

Oda’nın güçlü olması demek, merkezinin güçlü olması, yeni gündemlere yönelik olarak hızlı ve etkin tepki gösterebilme kabiliyeti, gündem oluşturabilme gücü demektir. Oda’nın güçlü olması demek, söyleminin güçlü olması, ne deneceğinin nerede durulacağının bilinmesi demektir.
Yeni Yapılanmalar

Meslek ortamında yeni yapılanmalar gündemde. Mimarlık Vakfı, Mimarlık Enstitüsü uzun yıllardan beri ortama katkı yapmaya çalışan yapılanmalar. Bu ve buna benzer yapılanmalar Oda’yla bağını doğrudan kuran, ama Oda yönetimlerine çok da bağlı olmayan, Oda’yla beraber çalışan yapılar. Bu yapılanmaları geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi Sürekli Mesleki Gelişim Merkezi, bir diğeri Mimarlık Akreditasyon Kurulu.
Bu yapılanmalar meslek ortamına katkı sağlanabilmesinin yollarını önemli oranda zenginleştiriyorlar ve alanlarıyla ilgili önemli birikim sağlıyorlar. Bu yapılarla ilgili deneyimlerin irdelenmesi, olanaklarının ve varsa risklerinin iyi değerlendirilmesi gerekmekte. Oda örgütlülüğünün daha aktif olabilmesine yönelik kurumsal destek sağlama potansiyelleri vardır; yani bu çalışmalardan Oda’nın yapılanmasına katkı sağlanabileceğini, bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yapılanların yakın zaman içerisinde çok kısa deneyimleri oldu. Bazı sıkıntılar da yaşandı. Uygulamada karşılaşılan sorunların abartılması, kazanımların küçümsenmesi bu alanların sağlayacağı zengin perspektifin görülememesine yol açabilir diye düşünüyorum ve uyarmak istiyorum.  

Bunlara benzer başka yapılar da gündemimizde: Bir tanesi Mesleğe Kabul ve Kayıt Kurulu, bir diğeri Mimarlık Araştırmaları Merkezi; mimarlık alanındaki araştırmaların, meslek ortamıyla ilgili, mimarlık meslek örgütüyle ilgili ihtiyaç duyduğumuz araştırmaların nasıl yapılacağını belirleyen, kaynak aktaran bir araştırma kurumunu kurmanın arifesindeyiz. Bir başka konu; stajla ilgili, Mimarlık Öğrencileri Birliği’yle ilgili. Bütün bu yapıların meslek örgütümüzle nasıl bir ilişki içerisinde çalışmayı yürütecekleri, ne gibi görevler üstlenecekleri çok dikkatli bir şekilde irdelenmelidir. Oda yönetimlerindeki tartışmalardan etkilenmeden, Oda’ya rağmen veya Oda’yla rekabet eden bir kurumlaşma değil, mimarlık çalışmalarına, mesleğimizin gelişmesine, dolayısıyla Oda’ya, mimarlık meslek ortamına üretimleriyle hizmet vermeleri, yardımcı olmaları amaçlanmaktadır. Bu yapılanmaların Oda içi iktidar tartışmalarının araçları gibi kullanılmaları endişesini haklı olarak duymamız, ama bunun aşılabileceğini de düşünerek davranmamız, ürkmememiz gerektiğini düşünüyorum. Bunlar şimdiye kadar çok denenmemiş yapılardır. Biz bunları herhangi bir komite, komisyon gibi değil, kendi içerisinde hem yenilenmesini, hem sürekliliğini sağlayan bir yapılar bütünü olarak görmemiz ve geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Biraz önce mesleki denetim sorunları dile getirildi, çok ciddi bir konu ve bunu da değerlendiriyoruz. Oda personelimizin önemli bir kısmı bu alanda görevli olarak çalışmakta. Bu hizmeti yeterli bir şekilde yerine getirdiğimizi; en azından Türkiye’nin her yerinde benzer şekilde gerçekleştirebildiğimizi söyleyemiyoruz. Oda’nın enerjisinin önemli bir kısmını üstüne çeken mesleki denetim hizmetlerinin daha sağlıklı ve etkin bir şekilde nasıl yapılacağının her zaman gündemimizdedir.

Yeni Görevler / Yeni Gündemler
Ne gibi konular gündemimize geliyor ve bu konuları nasıl bir yöntemle irdelememiz gerektiği üzerinde biraz durmak isterim.

Mimarlık meslek hukukunun geliştirilmesi: Öncelikle mimarlık meslek hukukumuzu geliştirmemiz gerektiğini belirtmeliyim. Mesleğimizle ilgili 2 önemli yasa var. 1938 tarihli, 3458 sayılı “Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun” ve 1954 tarihli, 6235 sayılı “Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu.” Her iki yasayı da önemsiyoruz ve mesleğimiz açısından vazgeçilmez buluyoruz; bunları yok sayma gibi bir lüksümüzün olmadığını biliyoruz. Ancak bu yasaların gelişen mimarlık meslek pratiğinin sorunlarına yeterince cevap veremediğini de kabul etmek, yetersizlik ve eksikliklerini nasıl giderebileceğimizi gündeme almak zorundayız. Mevcut yasal kazanımları korumak ve kollamak önemli; bunun yanı sıra bunları nasıl geliştirebileceğimizi de düşünmek zorundayız. Bir kez daha hatırlatmak isterim, hükümetin KHK’larla yarattığı kaos ve karışıklık ortamı, özellikle bu alanda çok dikkatli hareket etmemizi gerekli kılıyor.
Hukuk hizmetlerinin geliştirilmesi: İkincisi, üye hukukumuzun geliştirilmesi, mimari fikrî haklar alanında yapılacak çalışmalar. Biraz önce gerçekleştirilen sunuşla birlikte, hukuk alanımızdaki karmaşa canlandı gözümüzde, buna benzer pek çok alanda hukuksal karmaşa var. Bunların aşılması gerekir. Meslektaşlarımızın uygulamada karşılaştığı hukuksal sorunlar gündemimize geliyor, ama ne yazık ki bunların hepsini kolaylıkla çözemiyoruz. Bunların zaman içerisinde nasıl çözüleceğini, merkezi yönetimle, diğer meslek örgütleriyle beraber araştırmamız gerekiyor.

Farklılaşan mimarlık hizmetleri karşısında üye haklarının daha etkin bir şekilde korunmasını önemsiyoruz. Sürekli olarak her sene yeni bir lisans bölümü açılıyor, ara disiplinlerin lisans bölümleri açılıyor ve bu bölümlerden mezun olanlar yetki kavgası veriyorlar. Yeni mezunlara yol gösterici hizmetlerin verilmesi; genç meslektaşlarımıza uygulamaya yönelik ve karşılaşabilecekleri hukuksal sorunları nasıl çözeceklerine ilişkin bilgilerin meslek örgütü aracılığıyla daha etkin bir şekilde verilebilmesi önemli.
Uluslararası hizmet ticaretinin getirdiği yapılanma sorunları: Uluslararası hizmet ticaretinin getirdiği yapılanma sorunlarını tartışıyoruz. Avrupa Birliği ve GATS sürecindeki meslek uygulamaları kapsamında uzunca bir süre bir yasayı tartıştık. “Mesleki yeterliliklerin belirlenmesi ve karşılıklı tanınması” başlıklı bu uyum yasası neredeyse çıkmak üzereydi. Mimarinin uluslararası tanımını yapan, mesleki yeterlilikleri belirleyen ve her ülkede benzer bir tanımda mesleğe kabulü öngören bir yasa tasarısıydı. Ancak Avrupa Birliği’yle ilgili süreç dalgalı bir şekilde seyrettiği için şu anda bu yasa tasarısı donduruldu. Kim bilebilir, belki de çok kısa bir süre içerisinde tekrar gündeme gelebilir. Her halükârda bizim hedef olarak koyduğumuz “bir mimarın standardı nedir, neler olmalıdır, ne tür bir eğitimi aldığı zaman ya da ne tür bir meslek uygulaması yükümlülüğünü yerine getirdiği zaman biz mimar unvanını verebiliriz?” konusunu ele aldığımız, geliştirdiğimiz bir yasa çalışmasıydı, bu bizim meslek ortamımızda önem verdiğimiz bir çalışmaydı. Küresel hizmet ticaretinin arttığı bir ortamda sürekli olarak yabancı mimarların ülkemize gelmesi, bugün gösterilen örnekte olduğu gibi imzalarını atması, ama bir başka büroyla, ülkemizdeki herhangi bir büroyla bir ortaklık kurmaması gibi durumlarla karşılaşıyoruz. Bu hukuki sorunun da aşılması gerekiyor.

Meslektaşlarımız yurtdışına yönelik mimarlık hizmetleri veriyor, taşeronluklar şeklinde ya da başka yöntemlerle çalışıyorlar. Ayrıca pek çok meslektaşımız da yurtdışında ücretli olarak çalışıyor, bu meslektaşlarımızın uygulamalarda çok ciddi hukuksal sorunlarla karşılaştıklarını görüyoruz; bunların da ele alınması ve aşılması gerekiyor. Elbette yurtdışı çalışanlara yönelik olarak mevcut Oda mevzuatımızın da geliştirilmesi gerekiyor.
Mimarlık ve mimarlık eğitimi alanında ortak çalışmaların sürdürülmesi: Biliyorsunuz, 12 yıl gibi uzunca bir süredir, Mimarlık ve Eğitim Kurultaylarını gerçekleştiriyoruz. Bu ortamlarda mimarlık okullarıyla, akademisyenlerle beraber meslek örgütü ve meslek ortamındaki konunun paydaşları olarak sorunları beraber tartışma kültürünü edindik. Sorunları birlikte ele alıyoruz, birlikte irdeliyoruz, birbirimizi eleştirebiliyoruz ve çözüm yollarını bulmaya çalışıyoruz. Yöneticiler nezdinde yeterince etkili olamayabiliyoruz belki, ama zaman zaman ufak adımlar da atabiliyoruz. En azından kendi aramızdaki söylemi tekleştirebiliyoruz. Bu sürecin devam etmesi gerektiğini önemsiyorum ve bu süreç içerisindeki (Mimarlık Okulları Bölüm Başkanları İletişim Grubu) MOBBİG gibi, (Mimarlık Fakülteleri Dekanları Konseyi) MİDEKOM gibi, (Mimarlık Eğitimcileri Derneği) MimED gibi eğitim alanındaki yapılanmalarla meslek örgütünün beraber çalışması, birbirini dışlamaması kültürünün devam etmesini önemsiyorum.

Yetkinin verilmesi / yetkinin yenilenmesi: Türkiye’de hep söylediğimiz gibi, dört yıllık eğitimle yetkinin alınması ve ömür boyu bu yetkinin kullanılması üzerine kurgulanmış bir meslek ortamının son derece yanlış olduğunu söylüyoruz. Ancak bunun düzeltilmesi yolunda getirilen her öneri “eski köye yeni âdet” olarak tepki görebiliyor. Başta öğrencilerden tepki görüyor, meslektaşlarımızdan tepki görüyor. Her halükârda bu alanla ilgili bir düzenlemenin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca herkesin her işi yapabildiği amorf bir meslek ortamı yerine belli eğitimleri, belli birikimleri sağlamış olan insanların ancak o işi yapabilecekleri, sertifikalı bir takım iş düzenlerinin oluşturulmasını gerekli görüyoruz. Aynı zamanda işverenlerin ve kamunun sadece en az ücret üzerine kurulan bir ihale sistemiyle çalışmamasını, yeterlilikleri daha iyi tarif edebilen bir sistemin olmasını arzu ediyoruz. Bu kapsamda üye sicil sistemlerinin etkinleştirilmesi ve üyenin referansı haline gelmesinin önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim.
Sertifikalı iş tanımları: Sertifikalı iş tanımları artıyor. Halihazırda yapı denetimi, bilirkişilik, gayrimenkul değerleme gibi alanlarda ilgili kamu kuruluşlarıyla birlikte sertifikalı eğitim çalışmaları sürdürülmekte ve bu eğitimlere dayalı olarak yetki belgeleri düzenlenmektedir. Çalışmalar iş sağlığı ve güvenliği, koruma ve restorasyon, şantiye şefliği gibi alanlara doğru genişletilmektedir. Bunların ayrıntısına girmek istemiyorum; bu alanların geliştirilmesi ve çoğaltılması gerekiyor. Bunlarla ilgili kurumsal çalışmalarda meslek örgütü olarak katkı yaptığımızı belirtmek istiyorum.

Yapı üretim sürecinin sağlıklaştırılması: Ülkemizdeki yapı üretme kültürünün çok köklü bir geçmişi olduğunu ve bu zengin birikime pek de uygun düşmeyen bir bina envanterimizin olduğunu biliyoruz. Öte yandan ülkemizin bir deprem gerçeği olduğunu, sık sık çok yıkıcı depremlerle karşılaştığımızı ve kentlerimizin başta İstanbul olmak üzere ciddi bir risk içerisinde olduğunu da biliyoruz. Yapı üretim sürecinin sağlıklaştırılması, yapı denetim sisteminin iyileştirilmesi, meslek sigortası sisteminin getirilmesi, planlamadan kullanım aşamasına kadar bir sorumluluk zincirinin korunması gibi çok temel konular ele alınmayı bekliyor. Yapı üretim sürecinde görev yapan yapı ustalarının eğitimden geçirilmesi ve sertifikalı hale getirilmesi de bu kapsamda irdelenmektedir. Bu aşamada İŞKUR bünyesinde oluşturulan Mesleki Yeterlilikler Kurumu yapı alanındaki müteahhit birlikleriyle birlikte sertifika eğitimleri vermekte ve bu alandaki standartların belirlenmesi doğrultusunda çalışmalar yürütmektedirler. Sertifikaların verilmesinde ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte meslek odalarının da yetkili olması gerektiğini bu vesile ile hatırlatmak isterim. Elbette meslek odaları da hazırlıklarını bu doğrultuda tamamlamalıdırlar.
Mimarlık ve Ekoloji: Küresel iklim değişikliğinin, ekolojik alandaki yeni bilgilerin mesleğimize yükümlediği hususlara da bu kapsamda değinmek isterim. Günümüzde, enerji kullanımına bağlı çevre sorunları gün geçtikçe artmakta ve yenilenemeyen kaynakların miktarları ile ilgili karamsar tahminler yapılmaktadır. Konu ülke gündemine bütün yakıcılığıyla girmiş bulunuyor. Dünyada olduğu gibi Türkiye’nin de küresel ısınmayı engellemek ve azaltılmasına katkıda bulunmak için çevre bilinçli sürdürülebilir gelişme politikaları saptaması ve buna uygun yaşam/tüketim tarzına geçmesi gerekmektedir. Yapı üretim süreci, doğası gereği çok bileşenlidir. Öncelikle işverenin bunu talep etmesi, yönetmeliklerin bunu zorlaması, yönetimlerin çeşitli teşviklerle bu yatırımları kârlı kılabilecek hale getirmesi gerekiyor. Böylesi bir yaklaşımın ancak, merkezî olarak benimsenecek bir ulusal enerji ve ekoloji politikası ile sağlanabileceğini düşünüyorum. En temiz, en ekonomik enerji kullanılmayan enerjidir. Bu da iyi organize edilmiş bir mekân organizasyonunu gerektiriyor. Meslektaşlarımızın bu konudaki duyarlılıklarının gelişmesini sağlamak, yapı üretimi alanındaki mevzuata bu alandan girdi yapma yönünde girişimler yapmak ihtiyacı her geçen gün daha acil bir şekilde önümüze gelecektir.

Toplum ve Mimarlık: Son olarak çok önem verdiğimiz bir konuya, Toplum ve mimarlık alanındaki çalışmalara değinmek istiyorum. Biz sonuçta kendi başımıza bir iş yapabilen bir meslek değiliz. Bir işverenimiz var ve bu işverenin mimarlığa, kentleşmeye bakışı, kent kültürüyle ilgili yaklaşımları çok önemli ve bu alandaki çalışmaların yeterince ilerlemediğini düşünüyorum.
Mimarlığın tanımını şöyle yapıyoruz: “Mimarlık, toplumsal yaşamın ve kültürün maddi ve moral gereksinmelerine göre, yapı, toplu yapı ve kent biçimlendirmesi, tasarımı, üretimi, kullanımı ve yeniden kullanımı kolektif süreçleri ve sonuçlarını kapsayan ve güzel sanatlar ağırlıklı bir kültür faaliyetidir.” Mimarlığın kültürün bir ifadesi olduğunu, daha sık hatırlamalı ve hem meslektaşlarımıza, hem de topluma hatırlatmalıyız.

Bir mimarlıklar ülkesi olan Türkiye’de, bu kültürel zenginliğin çağdaş mimarlıkta da sürdürülmesi gerekirken ciddi sorunlar yaşandığını gözlüyoruz. Bir yandan mimari ve kentsel mekânlarda hızlı bir yozlaşma ve kültürel kimlik değerlerinden uzaklaşma, öbür yandan toplumun mimarlığa ilgisinin zayıflaması, mimarın, ülkenin imarına katkısı ve katılımının giderek azaldığı bir mimarsız yapılaşma düzeni yaratmıştır. Mimarlığın toplumsal sorumluluğu bağlamında, günümüz dünyasında toplumun yaşam kalitesinin artırılmasına yönelik oluşturduğumuz Türkiye Mimarlık Politikası çalışmalarını bu kapsamda vurgulamak isterim. Toplumla birlikte mimarlığı tartışabilmeli, topluma yönelik çok yönlü mimarlık yayınları üretebilmeliyiz. Kentleşme ve kent kültürü konularında ilgili kurum ve kuruluşlarla ortak çalışmalar yürütülmesini önemsemeliyiz. Kendi dilimizi, kendi içerisinde kurduğumuz dilimizi biraz akademik buluyorum, topluma yönelik yayınların yapılması, toplumdaki mimarlık ve kentleşme kültürünün gelişmesi konusunda bu çalışmaların artması, hızlandırılması gerektiğini düşünüyorum.
Meslek örgütümüz içinden ve meslektaşlarımızdan zaman zaman şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz: “Çok fazla alana yayılıyoruz. Bütün bunları yapmak zorunda mısınız? Belirli bir alana yoğunlaşmak gerekmiyor mu?” Bu elbette önemli bir yaklaşım sorunu, her zaman belirli öncelikler olabiliyor ama gündemi bu bütünlük çerçevesinde görmenin de gerekli olduğunu düşünüyorum.

Son olarak bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. İstanbul Büyükkent Şubesi’nde yöneticiyken Türkiye’de F tipi hapishaneler olayı yaşanıyor ve çok ciddi direnişler, ölümler oluyordu. Biz de bir insan olarak, bu ülkenin duyarlı bir vatandaşı olarak olaylara tepki gösteriyorduk. O sırada Adalet Bakanlığı adına danışmanlık yapmak üzere ABD’den gelen hapishane uzmanı bir hanım vardı, zaman zaman televizyonlarda konuyla ilgili konuşmalar yapıyordu; mimar değildi. Bu uzman hanım bir gün bize geldi, “herkes konuşuyor, Mimarlar Odası bu konuda niye konuşmuyor? Çünkü hapishanelerin standardını belirleyen Mimarlar Odası’dır ABD’de, siz niye bir şey demiyorsunuz, Mimarlar Odası olarak, güvenli bir hapishane, insan onuruna yakışan bir güvenlik şartları nasıl oluşur, mekânsal standartlar nasıl oluşur, bunu belirlemek üzere çalışma yapmalısınız” dedi. Biz zaten bu alanda başka duyarlılıklarla hareket ediyorduk, ama böyle bir görevi gerçekten bize kimse vermemişti. Adalet Bakanlığı da, Bayındırlık Bakanlığı da böyle bir görev vermemişti; elbette kaçınılmaz olarak konunun bu yönüyle de ilgilenmeye ve çalışmaya başladık.
Bugün dile getirmediğimiz pek çok konuda hayat karşımıza yeni görevler çıkarabilir. Meslek örgütümüzün bu tür yeni gündemlere hazır olması çok önemli. Gündemimize gelen her konu bizlere yeni perspektifler açmakta, ufkumuzu genişletmektedir. Şimdiye kadar yürüttüğümüz çalışmaların yanı sıra yeni ilgi alanlarına enerji, zaman ve kadro ayırabilmek, üretilen bilgiyi derlemek ve yeni bilgiler üretebilmek, bunların politikaya dönüşmesini sağlamak önemli bir sorun. Artan iş yükü farklı yaklaşımları, belirli seçmelerin yapılmasını, ertelenemeyecek iş kalemlerinin yerine getirilebilmesi için verimliliğin artırılması tartışmalarını beraberinde getiriyor. Yeni bir çalışma anlayışının irdelenmesi, bunun gerekliliğinin hissedilmesi, bu yönde bir arayışa gidilmesi, çözüm yollarında bir mutabakatın aranması, bulunmasını da gerekli kılıyor.

Ülkemizdeki meslek örgütlenmesi alanının da öncülerinden olan değerli büyüğümüz Zeki Sayar adına düzenlenen bu etkinlikte, meslek örgütlenmesi kapsamında önemsediğim güncel konuları aktarmaya çalıştım. Uzattığım için özür dilerim, ama bu alanda sunuş yapan birisi olarak bazı konuları eksik bırakmanın endişesini taşıdım. Meslek örgütümüzün, Mimarlar Odası’nın bütün bu görevleri yapabilecek güçte olduğunu, bu gücün de sizlerle birlikte sağlandığını söyleyerek sunuşumu bitirmek istiyorum.  
10 Aralık 2011 / Etiket: Meslek Örgütlenmesi

Mimarlar Odası’nın Ulusal Mimarlık Ödülleri çerçevesinde başlattığı Anma Programı kapsamında düzenlenen “Zeki Sayar ve Arkitekt Sempozumu” 9-10 Aralık 2011 tarihlerinde İstanbul Büyükkent Şubesi binasında gerçekleştirildi. Bu sempozyumun son bölümünde ayrı bir panel yapılarak Zeki Sayar’a bugünden bakış kapsamında katkılar derlenmeye çalışıldı. Ben de bu çerçevede Türkiye’deki meslek örgütlenmesinin öncülerinden olan Zeki Sayar’ın adına düzenlenen bu etkinlikte günümüzdeki meslek örgütlenmesinin sorunlarını ve perspektiflerini dile getirmeye çalıştım. Bu panel ayrıca kitap olarak da basıldı.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder