Konuşmamda bazı
sorular soracak, cevaplamaya çalışacağım. Gündemimize ilişkin soruların
üretilmesinin önemli olduğunu, hepsinin cevabını veremesek de en azından
soruları önümüze koyabilmemizin önemli olduğunu düşünüyorum. Elbette bazı
soruları da aşmamız gerekiyor. Aşılması gereken ilk soru şu: “Meslek
örgütlenmesi gerekli mi?” Özellikle bazı genç meslektaşlarımız “ne lüzum var bir meslek örgütlenmesine”
diye sorabiliyorlar, ben bu soruyu tartışmıyorum; bunun aşılması gereken bir
soru olduğunu düşünüyorum. Herkesin örgütlü olduğu, örgütlü olması gereken bir
çağda bir mesleği temsil eden insanların da örgütlü olması gerektiğini
düşünüyorum.
Değişen dünyayı kavramak
Küreselleşmenin
meslek alanlarımıza getirdiği “mimarlık mesleğini yapma biçimiyle” nasıl
ilişkileneceğimiz sorusunun cevabı mimarlık pratiğimizi doğrudan
ilgilendirmektedir. Dünyamızda her şey hızla değişmekte ve bu değişimin birçok
olumlu, olumsuz etkileri olmaktadır. Ülkemizde uygulanan liberal politikalar ve
buna bağlı olarak yapılan yasal ve yönetsel düzenlemeler karşısında Mimarlar
Odası’nın kamusal ve toplumsal sorumlulukları artmıştır.
Böyle bir tartışma başlığı
altında her şeyden önce küreselleşmenin artan etkisine, bunun mesleğimize yansımalarına
değinmemiz, küresel hizmet ticaretini gündeme getirmemiz gerekiyor. Küresel
hizmet ticareti kapsamında, yıldız mimarlar, bunların yarattığı modalar,
modaların ışın hızıyla yayılması vb. bunların hepsi gündeme geliyor. Bunlar Türkiye’deki
mimarlık meslek ortamına doğrudan etkili olan ortamlar ve hepsinin ayrı ayrı
tartışılması gerekiyor. Konumuz çerçevesinde bu gelişmelerin ışığında meslek
örgütünün nasıl bir yol alması gerektiği ya da ne gibi yapısal tedbirlerle
bunlara cevap vermesi, bunları karşılaması gerektiğini tartışmamız gerekiyor.
Mimarlık
hizmetlerindeki çeşitlenmeleri, farklı disiplinlerin oluşmasını, bu disiplinler
arasındaki çekişmeleri, kavgaları da değerlendirmeliyiz. Bir de tabii yapı
üretim sürecindeki farklı aktörlerin durumundaki değişmeleri, örneğin cephe
mimarlığı gibi bir iş alanının ortaya çıktığını ve işverenlerin birlikte
çalışmak isteyeceği farklı iş pozisyonlarının oluştuğunu, yapı üretim sürecinin
içindeki parçalanmaları görüyoruz. Mimarlık içinde oluşan bu farklı
parçalanmaları meslek örgütümüz içerisinde çok yönlü bir şekilde ele alıyor,
değerlendiriyoruz. Değişik platformlarda bu gelişmelerin mimarlık eğitimindeki
uzantılarını tartıştığımız, değerlendirdiğimiz bir süreci yaşıyoruz.
Mimarlık bürolarının
değişimini de bu kapsamda tartışmak gerekiyor. Türkiye bir küçük bürolar
cenneti, genellikle bir iki mimarın oluşturduğu bürolar çoğunlukta. Küreselleşen
ve küresel hizmet ticaretinin arttığı bir dünyada bu bürolarımızın nasıl
evrildiğini görmemiz lazım. Evrilemeyen, buna yetişemeyen, buna cevap veremeyen
büroların neler yapacağını görmemiz, göstermemiz gerekiyor. Sonuçta bu
bürolarla birlikte hareket ediyoruz; bunlar bizim mimarlık meslek ortamımızın
önemli aktörleri.
Mimar Profili Üzerine
Mimarın profiline
baktığımız zaman, mimarın farklı hallerini görüyoruz. Tasarım yapan mimar,
ücretli mimar, kamu görevlisi mimar gibi bir sürü ana başlıklar altında gruplandırmalar
yapabiliyoruz. Yaklaşık yüzde 25 civarında büro tescili var. Bu oran zaman
zaman değiştiği için bunu yüzde 30-35’e kadar çıkartabiliriz, ama tüm
mimarların büro tescili olmadığını biliyorsunuz; çok önemli bir kesim ücretli
olarak çalışıyor. Bürolarda ya da farklı alanlarda, yapı sektörünün farklı
alanlarında veya kamu kesiminde ücretli olarak çalışıyor. Ayrıca bu başlık altına
bakıldığı zaman, örneğin büro tescili yapmış büro şu anda 8.500-9.000
civarında, ama bunları da tek kalem halinde göremiyorsunuz. Büyük büro, küçük
büro var, metropollerdeki bürolar var, Anadolu kentlerindeki bürolar var ve
bütün bunlarla beraber butik hizmet yapan bürolar var, işadamı kapsamında
değerlendirebileceğimiz mimarlar var; yani kendi içinde farklılaşan kesimler
var. Bu farklı mimarların her birisinin meslek örgütünden beklentileri de
farklı. Dolayısıyla, öne alınmasını istediği görevler, öncelikle ele alınmasını
dile getirdiği talepler var ve bunları sürekli dile getiriyorlar. “Meslek
örgütü niye onunla uğraşıyor da bununla uğraşmıyor, niye bunu yapmıyor” gibi
yıllardan beri dile getirilen hususlar var. Bu taleplerin her biri tabii ki
doğru, gerçekçi şeyler olabilir, ama bir bütünlük içerisinde görülmesi gerekir.
Tek bir mimar tanımı
yapılabilir mi? “Mimarlar şöyle yapar, mimarlar böyle yapar” gibi sözleri zaman
zaman kullanıyoruz, ama ben bunun çok da doğru bir retorik olmadığını
düşünüyorum. Farklı mimarlar, farklı insanlar var; 40.000 civarında mimar var,
40.000 ayrı insan var. Dolayısıyla, her birisinin iyi yanı, kötü yanı var ve
toplumdaki genel kültür, genel düzey neyse bileşik kaplar ilkesi çerçevesinde,
mimarlarda da aynı şekilde bunun yansıdığını söylemek mümkün.
Siyasi aidiyetler
kapsamında da benzer bir durumun olduğunu belirtmek isterim. Mimarlarla ilgili
genel bir algı farklı olabilir; elbette Mimarlar Odası yöneticilerinin toplum
ve kamu yararına çalışma konusundaki duyarlılıkları daha farklı olabilir, ama
mimarlar içerisindeki oy dağılımına baktığımızda farklı bir olguyla
karşılaşıyoruz. Böyle bir araştırmayı yapma fırsatımız da olmuştu yerel
seçimler sırasında, Türkiye’deki bütün partilerden aday olan meslektaşlarımız
vardı ve bunların dağılımı da aşağı yukarı Türkiye’de partilerin aldığı oy
oranına yakındı. Bunlar içerisinde Mimarlar Odası yöneticisi olarak aday olanlar
da vardı; belediye meclislerine, belediye başkanlıklarına ya da il genel
meclislerine aday olanlar arasında biraz farklılıklar olmakla beraber yine
benzer bir dağılımı gözledik. Bunu özellikle altını çizerek belirtiyorum: Mimarlar
Odası olarak çok farklı bir kesimi temsil ediyoruz.
Ortada ciddi bir
kentsel sorun var. Kentlerimiz dönüşüyor, hem de çok hızlı bir şekilde
dönüşüyor. Doğal olarak her zaman kentlerde bir dönüşüm yaşanır, ama bugün
müthiş bir rant kavgası var ve meslektaşlarımız içerisinde de bu rantın
teknisyenliğini yapmak zorunda kalan, buna özellikle istekli de olan
meslektaşlarımız olabiliyor. Uygulamaya konulan küresel yağma politikaları,
bunun meslek alanlarına yansımaları, yerel yönetimler eliyle kentlerde
yaşananlar, kamu arazilerinin talan edilmesi ve bu süreçte meslek insanlarının
üstlendiği roller irdelenmelidir. Bu tabii ciddi bir sorun. Bu soruna karşı
meslek örgütü olarak ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Bu ranta karşı zaten
genel bir söylem geliştiriyor, mücadele ediyoruz. Ama kendi üyelerimizin davranışlarına
yönelik daha etkin bir etik vurgu nasıl yapılabilir ya da nasıl daha iyi
yapılabilir konusunu gündeme almak mümkün. Ancak toplumda imar suçlarına karşı
gösterilen sonsuz hoşgörünün bunu yeterince kuvvetlendirmediğini de belirtmek
gerekiyor. Mesleki davranış kurallarının belirlenmesine yönelik uluslararası
belgeler olduğunu biliyoruz, bunları Türkçeye çevirerek yayınladık, benzer
şekilde ülkemizde de mesleki etik kodların yazılabileceğine yönelik çalışmalar
yürütüldüğünü, ancak farklı gerekçelerle bu çalışmaların düşünce seviyesinde
kaldığını belirtmeliyim. Belki de bu konuları daha fazla tartışmalıyız.
Bu aşamada “mimarın
farklı halleri” kapsamında “mimarın örgütlü olma hali”ni hatırlatmak gerekiyor.
Mimarın kendini kuvvetli hissetmesi, yalnız olmadığını duyumsaması için örgütlü
olması önemli.
Nasıl bir Meslek Örgütü
Burada aşılması
gereken ikinci soruya geliyorum: Peki, örgüt olacaksa nasıl bir örgüt olacak?
Oda mı olacak, dernek mi olacak, meslek birliği mi olacak? Bu da zaman zaman
tartışılır ve bizim karşımıza gelir. Tabii, yıllardan beri Oda’da yöneticilik
yapan biri olarak benim görüşüm Oda olmasıdır. Yasayla tanınmış bir meslek
olarak mimarlığın gündemindeki devasa sorunların ancak zorunlu üyeliğe dayalı kuvvetli
bir meslek örgütlenmesi aracılığıyla aşılabilmesi mümkün. Bunun dışında siyasi
aidiyetlere dayalı, çıkar birliklerine ya da yerelliklere dayalı meslek
örgütleri olabilir; ya da uğraş alanlarına dayalı birlikler, dernekler de
olabilir. Bunlar zaten var, çok çeşitli şekillerde var. Bu örgütlenmeler
çerçevesinde yapılan çalışmalar ayrı bir konu, ama meslek örgütünün genel
sorunlarını ele alabilecek ve merkezi yönetimlerle yasa konularını
tartışabilecek, alanı düzenleyebilecek kuvvette bir örgütün ancak Oda aracılığıyla
mümkün olabileceğini belirtmek zorundayım.
Mimarlar Odası Nasıl Algılanıyor?
Mimarlar Odası nasıl
algılanıyor konusuna değinmek, bu algı ve görevler üzerinde kısaca durmak
istiyorum. Oda’yla ilgili bir algı sivil toplum kuruluşu olduğumuz yönünde; ya
da bir kültür kurumu, sadece kültürel değerlerin ya da kültürel mirasın
korunmasıyla uğraşan bir kültür kurumu olduğumuz söyleniyor. Öte yandan resmî
işler yapan, kayıt kabul işleri yapan ya da birtakım belgeler veren bir kurum
olduğumuz da dile getiriliyor. Tabii ki bunların hepsi, belki de fazlası söz
konusu; sivil toplum kuruluşu gibi de
çalışıyoruz, yerel sorunlara değiniyoruz, kültürel mirasın korunması üzerine
gayret sarf ediyoruz, ama biz özünde bir meslek kuruluşuyuz, meslekle ilgili
sorunlarla ilgileniyoruz. Elbette bütün bunları yaparken bir sivil toplum
kuruluşu üyesi duyarlılığıyla davranıyoruz kentimize karşı. Bu konuda benzer duyarlılıkla
davranan insanlarla beraber tavır alıyoruz. Bundan da büyük gurur duyuyoruz,
mutluluk duyuyoruz. Kentinde, mahallesinde bir sorun olan dosyasını kapıp
Mimarlar Odası’na geliyor; “beraber nasıl
bunu çözebiliriz?” diyor. Bu insanlarla biz teknik becerimizi, bilgimizi,
hukuk bilgimizi paylaşıyoruz.
Yönetimlerin bize
karşı olan tepkisini de belirtmemiz gerekiyor. Mimarlar Odası’nı bir tür “mimarlıktan
sorumlu devlet bakanlığı” gibi görmek istiyorlar; yani mimarlıkla ilgili bir
karar alacaklar ve biz o kararı sorgulamadan nasıl hayata geçirebileceğimize
yönelik düzenlemeleri yapmakla yetineceğiz. Tabii, biz bu yaklaşıma son derece
karşı çıkıyoruz. Biz yönetimin dediğini yapmakla kendini yükümlü kılan, onunla
sınırlayan bir örgüt değiliz ve bundan sonra da böyle olmaması gerektiğini
düşünüyorum. Biz bir ölçüde yerel yönetimlerin ve hükümetin gölge kabinesi gibi
davranıyoruz, onların hareketlerini izliyoruz, denetliyoruz, irdeliyoruz,
eleştiriyoruz, yer yer de destekliyoruz tabii. Mimarlar Odası’nın toplum ve
kamu hizmetinde sürdürdüğü mücadelesi doğal olarak pek çok kişi ve kurumu
rahatsız etmekte, onların çıkarlarını zedeleyebilmektedir.
Bu farklı yaklaşımlar
neticesinde yönetimle aramız çoğu zaman iyi olmuyor. Son kanun hükmünde kararnamelerle
beraber yönetimin meslek örgütlerine yönelik ciddi bir saldırısı söz konusu; bu
dönemin çok dikkatli bir şekilde izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Odamızın,
meslek örgütümüzün bu tür saldırılar karşısında yıkılmayacak sağlamlıkta, ama bunun
yanı sıra yeni görevleri karşılayabilecek esneklikte bir yapısının olması
gerekir diye düşünüyorum.
Bugün Mimarlar Odası
Bugün Mimarlar
Odasının 39.309 üyesi var (1 Aralık itibarıyla). 2011 yılında; yani 11 ay
içerisinde Aralık başına kadar üye olanların sayısı 1.518. Şimdiye kadar da
aşağı yukarı yılda 1.500 civarında yeni üye kaydı oluyordu. Ama YÖK’ün son
kararlarıyla bu sene öğrenci kontenjanı 4.098’e çıktı; yani Mimarlar Odası’nın
üye sayısı çok kısa bir süre içerisinde 50.000-60.000’i bulabilir. Avrupa Birliği’nde
ortalama mimar sayısı nüfusa göre 10.000’de 9, bizde ise 10.000’de 5. Mimar sayısının
fazlalığından yakınmak anlamında söylemiyorum. Türkiye’deki nüfusumuz,
kentleşme oranımız, yapı üretim hacmimize bakınca daha fazla mimara ihtiyaç
duyulabilir, ama ne yazık ki mevcut mimar birikiminin bile yeterince değerlendirilmediğini,
kamu kesiminde ciddi bir teknik eleman erozyonu olduğunu görüyoruz. Hiç mimar
çalıştırmayan yüzlerce belediye olduğunu biliyoruz. Kamu kesiminde sürekli
olarak yapıyla ilgili dairelerin kapandığını görüyoruz.
Mimarlar Odası’nda uzunca
bir süre üç şubeyle çalışmalar yürütüldü; İstanbul, Ankara, İzmir. 1986
yılından itibaren şubeleşmeye başlandı. Bugün 26 şubesi, 85 kentte temsilciliği
ve 49 kentte de Mimarlar Odası temsilcisi var, 106’sı mimar olan toplam 355
personel çalışıyor. Çok ciddi bir bütçeye sahip; önemli bir yapıdan
bahsediyoruz. İki gündür yapılan bilgilendirmeleri izlediniz, “İstanbul’da
kurulan Mimarlar Odası’nın Ankara’ya taşınırken iki üç kırık sandalye ve çok az
bir bütçeyle devredildiği” söylendi. Bugün 350 civarında personel, yöneticiler,
Oda yapıları, ciddi bir bütçe var ve önemli bir soru “biz bunu gereğince
değerlendiriyor muyuz?” “Mimarlar Odası olarak bu kaynakları verimli olarak
kullanıyor muyuz?” Ulusal ve uluslararası pek çok etkinlik yapıyoruz,
Uluslararası Mimarlar Birliği’nin yönetimindeyiz, uluslararası kongreler
yapıyoruz, bilimsel çalışmalara destek veriyoruz, meslek ortamının sorunlarını
çözmeye çalışıyoruz, ama biz Mimarlar Odası yöneticileri sürekli olarak bu
soruları tartışıyoruz. “Bu kaynakları verimli mi kullanıyoruz, bu olanaklarla
daha fazla iş yapabilir miyiz?”
Mimarlar Odası Yapılanmasında Demokrasi
“Mimarlar Odası
yönetiminde bulunanlar, Oda içi demokrasiyi işletiyorlar mı, yeterince katılımcılık
sağlanıyor mu, gündemindeki sorunları paylaşıyorlar mı?” gibi sorular bizim
karşımıza sürekli geliyor. Bir de önemli olarak “Mimarlar Odası dünyadaki bu değişimi,
Türkiye’deki değişimi, yapı sektöründeki değişimi yeterince gözleyebiliyor mu, bu
sorunlara karşı yeterince yapısal tedbirler alabiliyor mu?” sorularını
tartışıyoruz. Bunları biraz açmaya çalışacağım.
Türkiye’de demokrasi
kültürü ne kadar varsa Mimarlar Odası’nda da o kadar var elbette. Ama biraz
farklı olarak belli bir geleneğin birikimiyle Mimarlar Odası’nda temsili
demokrasinin ötesinde katılımcı demokrasinin de işlerlikte olduğunu rahatlıkla
söyleyebilir; bunu sizle paylaşabilirim. Pek çok farklı fikrin beraber çalıştığı
ve çatıştığı, bunların bir zenginlik olarak algılandığı ortamların olduğunu
biliyoruz, görüyoruz. Önemli olan yabancılaşmanın yaşanmadığı, farklılıkların
zenginlik olarak algılandığı, etkileme olanaklarının açık bırakıldığı
ortamların yaratılmasıdır. Ama buna rağmen oldukça gergin genel kurullar
yapıyoruz. Mimarlık kamuoyunun yanı sıra genel kamuoyuna da yansıyan gergin
genel kurullar yapıyoruz. Buna da değinmek isterim. Sadece genel kurullar
sürecinde ortaya çıkan enerjinin yanlış kullanılması söz konusu, daha geniş bir
süre içerisinde katkının ve katılımın alınabileceği ortamların yaratılması,
daha iyi yaratılması mümkün olabilir diye düşünüyorum. Sadece genel
kurullardaki performansla yetinmemek, süreç içerisinde katılım ve katkıyı sağlamak
önemli. Oda yönetimlerinde göreve talip olma duygusunun bir başkasının kötü
hizmetleri veya yanılgısı üzerine değil, daha iyisini yapmak, bunu
yapabileceğini göstermek fikri üzerinden kurgulanması gerektiğini, sürekliliğin
bir öncekinin yaptığını reddetmek üzerinden değil, ancak böyle
sağlanabileceğini düşünüyorum.
Tabii ki Oda çalışmalarına
üye, mimar katılımının arttırılması çok önemli. Farklı mimar tiplerinin
olduğunu, mimarın farklı hallerinin olduğuna değinmiştim. Oda içerisinde hizmet
alanları farklılaşan ve çeşitlenen mimarlara yönelik Oda içi örgütlenme
kanallarının açılması, yeni örgütlenme araçlarının oluşturulması ve/veya var
olanların iyileştirilmesi, geliştirilmesi önemli. Bu alanlardaki mimarların Oda
bütününde temsiliyetinin güçlendirilmesi önemli. Buradan şunu kastediyorum: Oda
içerisinde farklı alanlarda çalışan meslektaşlarımız var; örneğin bilirkişiler,
yapı denetimcileri, büro sahipleri, ücretli çalışanlar var. Bunların her
birisinin Oda yönetimleriyle ilgili, kendi meslek hukuklarıyla ilgili
geliştirmek istedikleri, öncelikle tartışmak, gündeme getirmek istedikleri sorunlar
var ve bunların ele alındığı platformların yaratılması gerekiyor. Bunlar zaten
birçok alanda oluşturulmuş durumda, eksiklerinin giderilmesi, daha etkin bir
şekilde kullanılması önemli. Bu bakış açısı biraz önce farklılaşan mimar
hallerinin meslek örgütü içerisinde nasıl beraber davranılmasını sağlayacağını
görmemiz bakımından bize önemli perspektifler sağlıyor diye düşünüyorum.
Mimarlar Odası’nda Yönetici Kimliği
Mimarlar Odası
deyince uzunca bir süre sadece genel başkanlar ya da yöneticiler anlaşılmıştır,
ben özellikle belli rakamlar vermek istiyorum. Mimarlar Odası’nda Genel Merkez
yönetiminde 7 kişi, şube yönetimlerinde 186 kişi, temsilcilik yönetim
kurullarında 371 kişi, Oda temsilcisi 49 kişi olmak üzere toplam 613 kişi Mimarlar
Odası’nı temsil ediyor. Oda temsilcileri dışında bunların her birisi seçimle göreve
geliyor. Bütün bu kurulların yedekleri de var. Onur Kurulu, Denetleme Kurulu,
Şube Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulları gibi diğer kurulları da katarsanız
binin çok üzerinde kişi, şu anda Mimarlar Odası yöneticisi kimliğini taşıyor;
bu önemli bir paylaşım. Seçimle gelenler dışında pek çok komite, komisyonda
çalışan, Oda’nın görüşlerini yansıtan, Oda’nın görüşlerine katkı yapan, onların
sözcülüğünü yapan çok değerli meslektaşlarımız var ve bu meslektaşlarımız
Oda’nın kamuoyuna karşı, meslektaşlara karşı görünen yüzünü temsil ediyorlar.
Dolayısıyla, sadece bir kişiye -o kişi de bizim genel siyasi kültürümüz
içerisinde genel başkan oluyor- bağlı olarak algılanan bir kurum yansımasının
ötesinde Mimarlar Odası’nın böyle bir yüzü olduğunu belirtmek isterim. Bunun özellikle
geliştirilmesi gerektiğini de düşünüyorum.
Mimarlar Odası’nın
gündeminin yoğunluğu, Oda organlarında görev alanların toplum ve kamu adına
çalışma duygusunun yüksek olması gerekliliğini beraberinde getirmektedir. Biraz
önce seçimlerde farklı siyasi partilere yönelik bir dağılımı belirtmiştim. Mimarlar
Odası yönetimlerinde görev alan meslektaşlarımızın hangi siyasi görüşü
benimserlerse benimsesinler Oda’nın toplum ve kamu adına kentleri izleme
görevini aksatmadıklarını, yerel yöneticilerin siyasi aidiyetlerine bakmaksızın
davranabildiklerini özellikle vurgulamak isterim. Mimarlar Odası’nda çok farklı
siyasi eğilimlerde olan yöneticilerimiz var, ama o illerdeki yerel yönetimlere
karşı hepsi hep birlikte Mimarlar Odası’nın genel görüşleri doğrultusunda o
illerdeki yerel yönetimleri irdeliyorlar, denetliyorlar, gerekirse dava
açabiliyorlar. Böyle bir davranışın yaygınlaşmış olmasını Mimarlar Odası’nın
önemli bir kazanımı olarak görüyorum. Yönetimi üstlenenlerin bütün mimarları ve
mesleği temsil etmek sorumluluğunu duymaları önemli.
57 yıllık bir kurum
olarak her şeyi tamamladığımız söylenebilir mi? Kurumlaşmayı kişiye bağlı
olmayan, devredilebilir hizmetler olarak görürseniz, tabii ki bunun tam
anlamıyla sağlandığını söyleyemeyiz. Bazı kişiler değiştiği, görevden ayrıldığı
zaman, bazı işler, bazı hizmetler eksik kalabiliyor. Elbette bunun giderilmesi,
yönetimlerde sürekliliğin ve yenilenmenin beraberliğinin sağlanması gerekir; Oda’da
bu konuda ciddi bir arayışın olduğunu da belirtmek isterim.
Katılımcılığın ve
sorumluluğun paylaşılması doğrultusunda sürdürülen çalışmaların görev
üstlenebilecek olanların yetişmesinde önemi büyük. Mimarlar Odası yönetimine
meteorik bir şekilde gelmek pek mümkün değil. Bugün Mimarlar Odası yöneticileri
gerek merkezi, gerek yerel düzeyde olsun, her an basının, toplumun karşısına
çıkar ve herhangi bir kent sorunu konusunda Mimarlar Odası’nın görüşlerini
anlatır durumda olabiliyorlar. Dolayısıyla komisyonlarda, komitelerde görev
alan binin üzerindeki meslektaşımızın çalışmasından bahsederken yönetimlerin
oluşturulmasında yer alacak kadroların bu katılımın içerisinden devşirilmesinin
önemli olduğunu vurgulamak istedim.
Mimarlar Odası’nda
bir de gönüllü katkısı ve profesyonel yapı konusunu tartışıyoruz ve
değerlendiriyoruz. Uzunca bir süre çok az bir profesyonel yapıyla çalışmalar yürütülmüş,
ama bugün biraz önce belirttiğim gibi 350 civarında profesyonel var. “Bu profesyonellerin artması gönüllülük
duygusunu azaltıyor mu” diye sorguluyoruz kendi kendimize. Mimarlar Odası’nın
bu zamana kadarki birikiminin mimarlar arasında, meslek alanında, toplumdaki
imajının oluşmasında gönüllülerin katkısı çok önemli. Öte yandan gönüllülerin katkısının
daha iyi derlenebilmesi açısından profesyonel bir yapının olması ve onların
hizmetlerini daha iyi derleyebilmesi de önemli. Bu dengenin tutturulmasını
önemsiyoruz, ama tamamıyla bir profesyonel yapının olmasını da doğrusu çok
arzulamıyoruz.
Yeni Sorular / Yeni Sorumluluklar
“Meslek örgütlenmesi
nereye gidiyor, nasıl olmalı, yakın gelecekte bizleri neler ve ne gibi görev
alanları bekliyor?” konusunu açmak isterim. Böylesi kritik anlarda
yöneticilerin dünyada ve ülkemizde mesleğimizi ilgilendiren konulardaki
gelişmeleri dikkatli bir şekilde takip etmek, gerekli düzenlemeleri yapabilmek
gibi bir görevi var. Bu nasıl gerçekleşecek? Öncelikle mevcut yapıyı ve
geleneği iyi tanımlamak, ona sahip çıkmak ve geliştirmekle göreve başlamak
gerekiyor. Bunu özellikle boş bir arsaya yapı yapılmadığı duygusunu belirtmek
için söylüyorum. Mimarlar Odasının 57 yılda yaptıklarının, yapabildiklerinin farkında
olunması önemli. Elbette daha iyisini yapmak için mutlaka yenileri gelecektir,
yapacaktır, ama bu birikimi bilmek, anlamak önemli. Geleni anlamak, algılamak,
kavramak, yorumlamak ve bunların sonucu olarak da Oda’nın yeni misyonunu
belirlemek gerekiyor. Bu süreç tabii ki birdenbire böyle bir yıldırım parlaması
gibi zihnimize geliverebilecek bir şey değil. Bir mekanizmanın nasıl hayata
geçirilebileceğinin görülmesi kavranılması önemli.
Yönetimlerin
sorumluluğu sadece gündemin ve çalışma programının hayata geçirilmesinde değil,
bir ölçüde bu arayışların örgütlenmesinde ve gelecek yönetimlere birikimleriyle
birlikte devredilebilmesindedir diye düşünüyorum. Hayatın karşımıza
çıkardıklarının ıskalanmamasını, tüm zenginliğiyle kavranmasını, farkında
olunanın tariflenebilmesini, yeterince baş edilemiyorsa bile ele alınmasını,
irdelenme fırsatlarının yaratılmasını, çözümleme arayışlarının gösterilmesini
önemli buluyorum. Oda’nın bir rutini var, her gün çalışan yüzlerce insan bir
sürü şey yapıyorlar. Bütün bu çabalara rağmen bu yeni görevlerle ilgili olarak,
mevcut çalışmaları aksatmadan bunları da gündeme almak ve gereğini yapmak zaman
alabiliyor; öte yandan bunları hiç konuşmamak ciddi bir sorun.
Bu noktada
gündemindeki görevleri yapmayan, yapamayan, bunların önemini kavrayamayan,
üstlendiği sorumluluğun farkına varamayan yöneticilere herhangi bir yaptırımın
söz konusu olup olmadığı tartışılabilir. Tabii ki herkesin bu sorunlara vakıf
olduğu, bunları hissettiği, bunları çözmeye çalıştığını söyleyemeyiz. Burada
bir etik vurgulama söz konusu; böyle bir durumda ne olacaktır? Bunların
yapılamaması, yanından geçip giden sorunların farkına varılmaması, varılsa bile
sorunlarla uğraşmak yerine seyirci kalınmasına rıza gösterilmesi elbette ciddi
bir handikaptır ve sağlıklı bir bünyenin normal süreç içerisinde bu durumu
aşmasını, yönetimlerde yenilemeyi sağlamasını, yapabilenleri işbaşına
getirmesini bekleriz. Mimarlar Odası’nın kendisini sorgulama, eleştirme, öz
değerlendirme duygusunun oldukça yüksek olduğunu, süreç içerisinde kendini
yenileme potansiyelini hayata geçirebildiğini, zor dönemlerde inanılmaz
atılımlar yapabildiğini, böylesi bir güce sahip olduğunu da belirtmek isterim.
Mimarlar Odası’nı Güçlü Kılmak
Artan üye sayısı,
görevlerin çoğalması, beklentilerin artması, yeni bir yapılanmayı ve Mimarlar
Odası’nın daha güçlü olmasını gerekli kılıyor. Mimarlar Odası’nın güçlü olması
ne demektir?
Oda’nın güçlü olması
demek, üyenin Oda’sıyla birlikte kendini güçlü hissetmesi, mesleğiyle gurur
duyması, onu önemsemesi demektir. Bunu sağlayabiliyorsak ne mutlu. Her
yaptığını beğenmese de Oda’sının varlığını hissetmesi, gerektiğinde sığınacağı
bir liman olarak, gerektiğinde saldırılara karşı korunması gereken bir kale
olarak görmesi demektir. Oda’ya çok kızıyoruz, ama üyenin başı sıkıştığında da
“Odam nerede” diyebilmesini, Oda’sını hatırlamasını önemli buluyorum.
Oda’nın güçlü olması
demek temsilciliklerin, Oda temsilcilerinin, Oda’nın mührünü taşıyan herkesin
güçlü olması, o temsiliyetin ağırlığını taşıyabilmesi demektir. Her yerde aynı
şekilde davranmak değil belki, ancak karşılaşılan sorunu bir bütünün parçaları
olarak görüp değerlendirebilen üyeler demektir.
Oda’nın güçlü olması
demek, güçlü şubeler demektir, şubelerdeki insan gücünün sadece yaşanılan
kentle ilgili sorunlarda değil, o sorunların ülke genelindeki bağını kurabilme
becerisinin gösterilmesi, Oda’nın söylemine, politikasına katkı yapabilmenin
sağlanması demektir.
Oda’nın güçlü olması
demek, merkezinin güçlü olması, yeni gündemlere yönelik olarak hızlı ve etkin
tepki gösterebilme kabiliyeti, gündem oluşturabilme gücü demektir. Oda’nın
güçlü olması demek, söyleminin güçlü olması, ne deneceğinin nerede durulacağının
bilinmesi demektir.
Yeni Yapılanmalar
Meslek ortamında yeni
yapılanmalar gündemde. Mimarlık Vakfı, Mimarlık Enstitüsü uzun yıllardan beri
ortama katkı yapmaya çalışan yapılanmalar. Bu ve buna benzer yapılanmalar
Oda’yla bağını doğrudan kuran, ama Oda yönetimlerine çok da bağlı olmayan,
Oda’yla beraber çalışan yapılar. Bu yapılanmaları geliştirmemiz gerektiğini
düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi Sürekli Mesleki Gelişim Merkezi, bir diğeri
Mimarlık Akreditasyon Kurulu.
Bu yapılanmalar meslek
ortamına katkı sağlanabilmesinin yollarını önemli oranda zenginleştiriyorlar ve
alanlarıyla ilgili önemli birikim sağlıyorlar. Bu yapılarla ilgili deneyimlerin
irdelenmesi, olanaklarının ve varsa risklerinin iyi değerlendirilmesi
gerekmekte. Oda örgütlülüğünün daha aktif olabilmesine yönelik kurumsal destek
sağlama potansiyelleri vardır; yani bu çalışmalardan Oda’nın yapılanmasına
katkı sağlanabileceğini, bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yapılanların
yakın zaman içerisinde çok kısa deneyimleri oldu. Bazı sıkıntılar da yaşandı.
Uygulamada karşılaşılan sorunların abartılması, kazanımların küçümsenmesi bu
alanların sağlayacağı zengin perspektifin görülememesine yol açabilir diye
düşünüyorum ve uyarmak istiyorum.
Bunlara benzer başka
yapılar da gündemimizde: Bir tanesi Mesleğe Kabul ve Kayıt Kurulu, bir diğeri
Mimarlık Araştırmaları Merkezi; mimarlık alanındaki araştırmaların, meslek
ortamıyla ilgili, mimarlık meslek örgütüyle ilgili ihtiyaç duyduğumuz
araştırmaların nasıl yapılacağını belirleyen, kaynak aktaran bir araştırma
kurumunu kurmanın arifesindeyiz. Bir başka konu; stajla ilgili, Mimarlık
Öğrencileri Birliği’yle ilgili. Bütün bu yapıların meslek örgütümüzle nasıl bir
ilişki içerisinde çalışmayı yürütecekleri, ne gibi görevler üstlenecekleri çok
dikkatli bir şekilde irdelenmelidir. Oda yönetimlerindeki tartışmalardan
etkilenmeden, Oda’ya rağmen veya Oda’yla rekabet eden bir kurumlaşma değil,
mimarlık çalışmalarına, mesleğimizin gelişmesine, dolayısıyla Oda’ya, mimarlık
meslek ortamına üretimleriyle hizmet vermeleri, yardımcı olmaları
amaçlanmaktadır. Bu yapılanmaların Oda içi iktidar tartışmalarının araçları
gibi kullanılmaları endişesini haklı olarak duymamız, ama bunun aşılabileceğini
de düşünerek davranmamız, ürkmememiz gerektiğini düşünüyorum. Bunlar şimdiye
kadar çok denenmemiş yapılardır. Biz bunları herhangi bir komite, komisyon gibi
değil, kendi içerisinde hem yenilenmesini, hem sürekliliğini sağlayan bir
yapılar bütünü olarak görmemiz ve geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Biraz önce mesleki
denetim sorunları dile getirildi, çok ciddi bir konu ve bunu da değerlendiriyoruz.
Oda personelimizin önemli bir kısmı bu alanda görevli olarak çalışmakta. Bu
hizmeti yeterli bir şekilde yerine getirdiğimizi; en azından Türkiye’nin her
yerinde benzer şekilde gerçekleştirebildiğimizi söyleyemiyoruz. Oda’nın
enerjisinin önemli bir kısmını üstüne çeken mesleki denetim hizmetlerinin daha
sağlıklı ve etkin bir şekilde nasıl yapılacağının her zaman gündemimizdedir.
Yeni Görevler / Yeni Gündemler
Ne gibi konular gündemimize
geliyor ve bu konuları nasıl bir yöntemle irdelememiz gerektiği üzerinde biraz
durmak isterim.
Mimarlık meslek hukukunun geliştirilmesi: Öncelikle mimarlık
meslek hukukumuzu geliştirmemiz gerektiğini belirtmeliyim. Mesleğimizle ilgili
2 önemli yasa var. 1938 tarihli, 3458 sayılı “Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun” ve 1954 tarihli, 6235
sayılı “Türk Mühendis ve Mimar Odaları
Birliği Kanunu.” Her iki yasayı da önemsiyoruz ve mesleğimiz açısından
vazgeçilmez buluyoruz; bunları yok sayma gibi bir lüksümüzün olmadığını
biliyoruz. Ancak bu yasaların gelişen mimarlık meslek pratiğinin sorunlarına
yeterince cevap veremediğini de kabul etmek, yetersizlik ve eksikliklerini
nasıl giderebileceğimizi gündeme almak zorundayız. Mevcut yasal kazanımları
korumak ve kollamak önemli; bunun yanı sıra bunları nasıl geliştirebileceğimizi
de düşünmek zorundayız. Bir kez daha hatırlatmak isterim, hükümetin KHK’larla
yarattığı kaos ve karışıklık ortamı, özellikle bu alanda çok dikkatli hareket
etmemizi gerekli kılıyor.
Hukuk hizmetlerinin geliştirilmesi: İkincisi, üye
hukukumuzun geliştirilmesi, mimari fikrî haklar alanında yapılacak çalışmalar.
Biraz önce gerçekleştirilen sunuşla birlikte, hukuk alanımızdaki karmaşa
canlandı gözümüzde, buna benzer pek çok alanda hukuksal karmaşa var. Bunların
aşılması gerekir. Meslektaşlarımızın uygulamada karşılaştığı hukuksal sorunlar
gündemimize geliyor, ama ne yazık ki bunların hepsini kolaylıkla çözemiyoruz. Bunların
zaman içerisinde nasıl çözüleceğini, merkezi yönetimle, diğer meslek
örgütleriyle beraber araştırmamız gerekiyor.
Farklılaşan mimarlık
hizmetleri karşısında üye haklarının daha etkin bir şekilde korunmasını önemsiyoruz.
Sürekli olarak her sene yeni bir lisans bölümü açılıyor, ara disiplinlerin
lisans bölümleri açılıyor ve bu bölümlerden mezun olanlar yetki kavgası
veriyorlar. Yeni mezunlara yol gösterici hizmetlerin verilmesi; genç
meslektaşlarımıza uygulamaya yönelik ve karşılaşabilecekleri hukuksal sorunları
nasıl çözeceklerine ilişkin bilgilerin meslek örgütü aracılığıyla daha etkin
bir şekilde verilebilmesi önemli.
Uluslararası hizmet ticaretinin getirdiği yapılanma
sorunları: Uluslararası
hizmet ticaretinin getirdiği yapılanma sorunlarını tartışıyoruz. Avrupa Birliği
ve GATS sürecindeki meslek uygulamaları
kapsamında uzunca bir süre bir yasayı tartıştık. “Mesleki yeterliliklerin belirlenmesi ve karşılıklı tanınması”
başlıklı bu uyum yasası neredeyse çıkmak üzereydi. Mimarinin uluslararası
tanımını yapan, mesleki yeterlilikleri belirleyen ve her ülkede benzer bir tanımda
mesleğe kabulü öngören bir yasa tasarısıydı. Ancak Avrupa Birliği’yle ilgili
süreç dalgalı bir şekilde seyrettiği için şu anda bu yasa tasarısı donduruldu. Kim
bilebilir, belki de çok kısa bir süre içerisinde tekrar gündeme gelebilir. Her
halükârda bizim hedef olarak koyduğumuz “bir mimarın standardı nedir, neler
olmalıdır, ne tür bir eğitimi aldığı zaman ya da ne tür bir meslek uygulaması
yükümlülüğünü yerine getirdiği zaman biz mimar unvanını verebiliriz?” konusunu ele
aldığımız, geliştirdiğimiz bir yasa çalışmasıydı, bu bizim meslek ortamımızda
önem verdiğimiz bir çalışmaydı. Küresel hizmet ticaretinin arttığı bir ortamda
sürekli olarak yabancı mimarların ülkemize gelmesi, bugün gösterilen örnekte
olduğu gibi imzalarını atması, ama bir başka büroyla, ülkemizdeki herhangi bir
büroyla bir ortaklık kurmaması gibi durumlarla karşılaşıyoruz. Bu hukuki
sorunun da aşılması gerekiyor.
Meslektaşlarımız
yurtdışına yönelik mimarlık hizmetleri veriyor, taşeronluklar şeklinde ya da başka
yöntemlerle çalışıyorlar. Ayrıca pek çok meslektaşımız da yurtdışında ücretli
olarak çalışıyor, bu meslektaşlarımızın uygulamalarda çok ciddi hukuksal
sorunlarla karşılaştıklarını görüyoruz; bunların da ele alınması ve aşılması
gerekiyor. Elbette yurtdışı çalışanlara yönelik olarak mevcut Oda mevzuatımızın
da geliştirilmesi gerekiyor.
Mimarlık ve mimarlık eğitimi alanında ortak çalışmaların
sürdürülmesi: Biliyorsunuz,
12 yıl gibi uzunca bir süredir, Mimarlık ve Eğitim Kurultaylarını
gerçekleştiriyoruz. Bu ortamlarda mimarlık okullarıyla, akademisyenlerle
beraber meslek örgütü ve meslek ortamındaki konunun paydaşları olarak sorunları
beraber tartışma kültürünü edindik. Sorunları birlikte ele alıyoruz, birlikte
irdeliyoruz, birbirimizi eleştirebiliyoruz ve çözüm yollarını bulmaya çalışıyoruz.
Yöneticiler nezdinde yeterince etkili olamayabiliyoruz belki, ama zaman zaman
ufak adımlar da atabiliyoruz. En azından kendi aramızdaki söylemi
tekleştirebiliyoruz. Bu sürecin devam etmesi gerektiğini önemsiyorum ve bu
süreç içerisindeki (Mimarlık Okulları Bölüm Başkanları İletişim Grubu) MOBBİG
gibi, (Mimarlık Fakülteleri Dekanları Konseyi) MİDEKOM gibi, (Mimarlık
Eğitimcileri Derneği) MimED gibi eğitim alanındaki yapılanmalarla meslek
örgütünün beraber çalışması, birbirini dışlamaması kültürünün devam etmesini
önemsiyorum.
Yetkinin verilmesi / yetkinin yenilenmesi: Türkiye’de hep
söylediğimiz gibi, dört yıllık eğitimle yetkinin alınması ve ömür boyu bu
yetkinin kullanılması üzerine kurgulanmış bir meslek ortamının son derece
yanlış olduğunu söylüyoruz. Ancak bunun düzeltilmesi yolunda getirilen her
öneri “eski köye yeni âdet” olarak tepki görebiliyor. Başta öğrencilerden tepki
görüyor, meslektaşlarımızdan tepki görüyor. Her halükârda bu alanla ilgili bir
düzenlemenin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca herkesin her işi
yapabildiği amorf bir meslek ortamı yerine belli eğitimleri, belli birikimleri
sağlamış olan insanların ancak o işi yapabilecekleri, sertifikalı bir takım iş
düzenlerinin oluşturulmasını gerekli görüyoruz. Aynı zamanda işverenlerin ve
kamunun sadece en az ücret üzerine kurulan bir ihale sistemiyle çalışmamasını,
yeterlilikleri daha iyi tarif edebilen bir sistemin olmasını arzu ediyoruz. Bu
kapsamda üye sicil sistemlerinin etkinleştirilmesi ve üyenin referansı haline
gelmesinin önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim.
Sertifikalı iş tanımları: Sertifikalı iş
tanımları artıyor. Halihazırda yapı denetimi, bilirkişilik, gayrimenkul
değerleme gibi alanlarda ilgili kamu kuruluşlarıyla birlikte sertifikalı eğitim
çalışmaları sürdürülmekte ve bu eğitimlere dayalı olarak yetki belgeleri
düzenlenmektedir. Çalışmalar iş sağlığı ve güvenliği, koruma ve restorasyon,
şantiye şefliği gibi alanlara doğru genişletilmektedir. Bunların ayrıntısına
girmek istemiyorum; bu alanların geliştirilmesi ve çoğaltılması gerekiyor.
Bunlarla ilgili kurumsal çalışmalarda meslek örgütü olarak katkı yaptığımızı
belirtmek istiyorum.
Yapı üretim sürecinin sağlıklaştırılması: Ülkemizdeki yapı
üretme kültürünün çok köklü bir geçmişi olduğunu ve bu zengin birikime pek de
uygun düşmeyen bir bina envanterimizin olduğunu biliyoruz. Öte yandan ülkemizin
bir deprem gerçeği olduğunu, sık sık çok yıkıcı depremlerle karşılaştığımızı ve
kentlerimizin başta İstanbul olmak üzere ciddi bir risk içerisinde olduğunu da
biliyoruz. Yapı üretim sürecinin sağlıklaştırılması, yapı denetim sisteminin
iyileştirilmesi, meslek sigortası sisteminin getirilmesi, planlamadan kullanım
aşamasına kadar bir sorumluluk zincirinin korunması gibi çok temel konular ele
alınmayı bekliyor. Yapı üretim sürecinde görev yapan yapı ustalarının eğitimden
geçirilmesi ve sertifikalı hale getirilmesi de bu kapsamda irdelenmektedir. Bu
aşamada İŞKUR bünyesinde oluşturulan Mesleki Yeterlilikler Kurumu yapı
alanındaki müteahhit birlikleriyle birlikte sertifika eğitimleri vermekte ve bu
alandaki standartların belirlenmesi doğrultusunda çalışmalar yürütmektedirler. Sertifikaların
verilmesinde ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte meslek odalarının da yetkili
olması gerektiğini bu vesile ile hatırlatmak isterim. Elbette meslek odaları da
hazırlıklarını bu doğrultuda tamamlamalıdırlar.
Mimarlık ve Ekoloji: Küresel iklim değişikliğinin, ekolojik
alandaki yeni bilgilerin mesleğimize yükümlediği hususlara da bu kapsamda
değinmek isterim. Günümüzde, enerji kullanımına bağlı çevre sorunları gün
geçtikçe artmakta ve yenilenemeyen kaynakların miktarları ile ilgili karamsar
tahminler yapılmaktadır. Konu ülke gündemine bütün yakıcılığıyla girmiş
bulunuyor. Dünyada olduğu gibi Türkiye’nin de küresel ısınmayı engellemek ve azaltılmasına
katkıda bulunmak için çevre bilinçli sürdürülebilir gelişme politikaları
saptaması ve buna uygun yaşam/tüketim tarzına geçmesi gerekmektedir. Yapı
üretim süreci, doğası gereği çok bileşenlidir. Öncelikle işverenin bunu talep
etmesi, yönetmeliklerin bunu zorlaması, yönetimlerin çeşitli teşviklerle bu
yatırımları kârlı kılabilecek hale getirmesi gerekiyor. Böylesi bir yaklaşımın
ancak, merkezî olarak benimsenecek bir ulusal enerji ve ekoloji politikası ile
sağlanabileceğini düşünüyorum. En temiz, en ekonomik enerji kullanılmayan
enerjidir. Bu da iyi organize edilmiş bir mekân organizasyonunu gerektiriyor.
Meslektaşlarımızın bu konudaki duyarlılıklarının gelişmesini sağlamak, yapı
üretimi alanındaki mevzuata bu alandan girdi yapma yönünde girişimler yapmak
ihtiyacı her geçen gün daha acil bir şekilde önümüze gelecektir.
Toplum ve Mimarlık: Son olarak çok önem verdiğimiz bir
konuya, Toplum ve mimarlık alanındaki çalışmalara değinmek istiyorum. Biz
sonuçta kendi başımıza bir iş yapabilen bir meslek değiliz. Bir işverenimiz var
ve bu işverenin mimarlığa, kentleşmeye bakışı, kent kültürüyle ilgili
yaklaşımları çok önemli ve bu alandaki çalışmaların yeterince ilerlemediğini
düşünüyorum.
Mimarlığın tanımını
şöyle yapıyoruz: “Mimarlık, toplumsal
yaşamın ve kültürün maddi ve moral gereksinmelerine göre, yapı, toplu yapı ve
kent biçimlendirmesi, tasarımı, üretimi, kullanımı ve yeniden kullanımı
kolektif süreçleri ve sonuçlarını kapsayan ve güzel sanatlar ağırlıklı bir
kültür faaliyetidir.” Mimarlığın kültürün bir ifadesi olduğunu, daha sık
hatırlamalı ve hem meslektaşlarımıza, hem de topluma hatırlatmalıyız.
Bir mimarlıklar
ülkesi olan Türkiye’de, bu kültürel zenginliğin çağdaş mimarlıkta da
sürdürülmesi gerekirken ciddi sorunlar yaşandığını gözlüyoruz. Bir yandan
mimari ve kentsel mekânlarda hızlı bir yozlaşma ve kültürel kimlik
değerlerinden uzaklaşma, öbür yandan toplumun mimarlığa ilgisinin zayıflaması,
mimarın, ülkenin imarına katkısı ve katılımının giderek azaldığı bir mimarsız
yapılaşma düzeni yaratmıştır. Mimarlığın toplumsal sorumluluğu bağlamında,
günümüz dünyasında toplumun yaşam kalitesinin artırılmasına yönelik oluşturduğumuz
Türkiye Mimarlık Politikası çalışmalarını bu kapsamda vurgulamak isterim.
Toplumla birlikte mimarlığı tartışabilmeli, topluma yönelik çok yönlü mimarlık
yayınları üretebilmeliyiz. Kentleşme ve kent kültürü konularında ilgili kurum
ve kuruluşlarla ortak çalışmalar yürütülmesini önemsemeliyiz. Kendi dilimizi,
kendi içerisinde kurduğumuz dilimizi biraz akademik buluyorum, topluma yönelik
yayınların yapılması, toplumdaki mimarlık ve kentleşme kültürünün gelişmesi
konusunda bu çalışmaların artması, hızlandırılması gerektiğini düşünüyorum.
Meslek örgütümüz
içinden ve meslektaşlarımızdan zaman zaman şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz: “Çok fazla alana yayılıyoruz. Bütün bunları
yapmak zorunda mısınız? Belirli bir alana yoğunlaşmak gerekmiyor mu?” Bu
elbette önemli bir yaklaşım sorunu, her zaman belirli öncelikler olabiliyor ama
gündemi bu bütünlük çerçevesinde görmenin de gerekli olduğunu düşünüyorum.
Son olarak bir olayı
sizinle paylaşmak istiyorum. İstanbul Büyükkent Şubesi’nde yöneticiyken
Türkiye’de F tipi hapishaneler olayı yaşanıyor ve çok ciddi direnişler, ölümler
oluyordu. Biz de bir insan olarak, bu ülkenin duyarlı bir vatandaşı olarak
olaylara tepki gösteriyorduk. O sırada Adalet Bakanlığı adına danışmanlık
yapmak üzere ABD’den gelen hapishane uzmanı bir hanım vardı, zaman zaman
televizyonlarda konuyla ilgili konuşmalar yapıyordu; mimar değildi. Bu uzman
hanım bir gün bize geldi, “herkes
konuşuyor, Mimarlar Odası bu konuda niye konuşmuyor? Çünkü hapishanelerin
standardını belirleyen Mimarlar Odası’dır ABD’de, siz niye bir şey
demiyorsunuz, Mimarlar Odası olarak, güvenli bir hapishane, insan onuruna
yakışan bir güvenlik şartları nasıl oluşur, mekânsal standartlar nasıl oluşur,
bunu belirlemek üzere çalışma yapmalısınız” dedi. Biz zaten bu alanda başka
duyarlılıklarla hareket ediyorduk, ama böyle bir görevi gerçekten bize kimse
vermemişti. Adalet Bakanlığı da, Bayındırlık Bakanlığı da böyle bir görev
vermemişti; elbette kaçınılmaz olarak konunun bu yönüyle de ilgilenmeye ve
çalışmaya başladık.
Bugün dile
getirmediğimiz pek çok konuda hayat karşımıza yeni görevler çıkarabilir. Meslek
örgütümüzün bu tür yeni gündemlere hazır olması çok önemli. Gündemimize gelen
her konu bizlere yeni perspektifler açmakta, ufkumuzu genişletmektedir. Şimdiye
kadar yürüttüğümüz çalışmaların yanı sıra yeni ilgi alanlarına enerji, zaman ve
kadro ayırabilmek, üretilen bilgiyi derlemek ve yeni bilgiler üretebilmek,
bunların politikaya dönüşmesini sağlamak önemli bir sorun. Artan iş yükü farklı
yaklaşımları, belirli seçmelerin yapılmasını, ertelenemeyecek iş kalemlerinin
yerine getirilebilmesi için verimliliğin artırılması tartışmalarını beraberinde
getiriyor. Yeni bir çalışma anlayışının irdelenmesi, bunun gerekliliğinin
hissedilmesi, bu yönde bir arayışa gidilmesi, çözüm yollarında bir mutabakatın
aranması, bulunmasını da gerekli kılıyor.
Ülkemizdeki meslek
örgütlenmesi alanının da öncülerinden olan değerli büyüğümüz Zeki Sayar adına
düzenlenen bu etkinlikte, meslek örgütlenmesi kapsamında önemsediğim güncel
konuları aktarmaya çalıştım. Uzattığım için özür dilerim, ama bu alanda sunuş
yapan birisi olarak bazı konuları eksik bırakmanın endişesini taşıdım. Meslek örgütümüzün,
Mimarlar Odası’nın bütün bu görevleri yapabilecek güçte olduğunu, bu gücün de
sizlerle birlikte sağlandığını söyleyerek sunuşumu bitirmek istiyorum.
10 Aralık
2011 / Etiket: Meslek ÖrgütlenmesiMimarlar Odası’nın Ulusal Mimarlık Ödülleri çerçevesinde başlattığı Anma Programı kapsamında düzenlenen “Zeki Sayar ve Arkitekt Sempozumu” 9-10 Aralık 2011 tarihlerinde İstanbul Büyükkent Şubesi binasında gerçekleştirildi. Bu sempozyumun son bölümünde ayrı bir panel yapılarak Zeki Sayar’a bugünden bakış kapsamında katkılar derlenmeye çalışıldı. Ben de bu çerçevede Türkiye’deki meslek örgütlenmesinin öncülerinden olan Zeki Sayar’ın adına düzenlenen bu etkinlikte günümüzdeki meslek örgütlenmesinin sorunlarını ve perspektiflerini dile getirmeye çalıştım. Bu panel ayrıca kitap olarak da basıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder