Mimarlar Odası Genel Başkanlığı görevini üstlenmiş biri olarak deneyimlerimi aktarmaya; bu süreç içinden süzülenleri, yaşadıklarımdan bende kalan tortuları, önemsediğim çalışma akslarını ve yöntemlerini vurgulamaya, bu kapsamda bazı tespitlerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Mimarlar Odası Nasıl Algılanıyor?
Öncelikle Mimarlar Odası
nasıl algılanıyor konusuna değinmek, bu algı ve görevler üzerinde kısaca durmak
istiyorum. Oda’yla ilgili bir algı sivil toplum kuruluşu olduğumuz yönünde; ya
da bir kültür kurumu, sadece kültürel değerlerin ya da kültürel mirasın
korunmasıyla uğraşan bir kültür kurumu olduğumuz söyleniyor. Öte yandan resmî
işler yapan, kayıt kabul işleri yapan ya da birtakım belgeler veren bir kurum olduğumuz
da dile getiriliyor. Tabii ki bunların hepsi, belki de fazlası söz konusu;
sivil toplum kuruluşu gibi de çalışıyoruz, yerel sorunlara değiniyoruz,
kültürel mirasın korunması üzerine gayret sarf ediyoruz, ama özünde bir meslek
kuruluşuyuz, meslekle ilgili sorunlarla ilgileniyoruz. Elbette bütün bunları
yaparken bir sivil toplum kuruluşu üyesi duyarlılığıyla davranıyoruz kentimize
karşı. Bu konuda benzer duyarlılıkla davranan insanlarla beraber tavır
alıyoruz. Bundan da büyük gurur duyuyoruz, mutluluk duyuyoruz. Kentinde,
mahallesinde bir sorun olan dosyasını kapıp Mimarlar Odası’na geliyor; “beraber
nasıl bunu çözebiliriz?” diyor. Bu insanlarla teknik ve hukuk bilgimizi
paylaşıyoruz.
Öte yandan, Mimarlar
Odası’nın toplum ve kamu hizmetinde sürdürdüğü mücadele doğal olarak pek çok
kişi ve kurumu rahatsız etmekte, onların çıkarlarını zedeleyebilmektedir. Bunun
sonucu olarak yönetimlerin bize karşı olan tepkisini de belirtmemiz gerekiyor.
Mimarlar Odası’nı bir tür “mimarlıktan sorumlu devlet bakanlığı” gibi görmek
istiyorlar; yani mimarlıkla ilgili bir karar alacaklar ve biz o kararı
sorgulamadan nasıl hayata geçirebileceğimize yönelik düzenlemeleri yapmakla
yetineceğiz. Tabii, bu yaklaşıma son derece karşı çıkıyoruz. Biz yönetimin
dediğini yapmakla kendini yükümlü kılan, onunla sınırlayan bir örgüt değiliz ve
bundan sonra da böyle olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bir ölçüde yerel
yönetimlerin ve hükümetin gölge kabinesi gibi davranıyoruz; onların
hareketlerini izliyor, denetliyor, irdeliyor, eleştiriyoruz, yer yer de
destekliyoruz tabii.
Bugün Mimarlar Odası
Bildiğiniz gibi, Mimarlar
Odası’nda uzunca bir süre üç şubeyle çalışmalar yürütüldü; İstanbul, Ankara,
İzmir. 1986 yılından itibaren şubeleşmeye başlandı. Bugün 26 şubesi, 85 kentte
temsilciliği ve 49 kentte de Mimarlar Odası temsilcisi var. Çok ciddi bir
bütçeye sahip; önemli bir yapıdan bahsediyoruz. Ve önemli bir soru “biz bunu
gereğince değerlendiriyor muyuz?” “Mimarlar Odası olarak bu kaynakları verimli
olarak kullanıyor muyuz?” Ulusal ve uluslararası pek çok etkinlik yapıyoruz,
Uluslararası Mimarlar Birliği’nin yönetimindeyiz, uluslararası kongreler
yapıyoruz, bilimsel çalışmalara destek veriyoruz, meslek ortamının sorunlarını
çözmeye çalışıyoruz, yöneticiler olarak sürekli bu soruları tartışıyoruz.
Mimarlar Odası’nın yurt
sathında yaygınlaşması, sorumluluğun paylaşılması anlamında bile olumlu
olmuştur. Oda’nın söylemlerinin geniş bir coğrafyada etkin bir şekilde
duyurulması ve hayata geçirilmesi mümkün olabilmiştir. Şüphesiz bugünkü yapımıza
bakarak bu kapsamda gözlemlediğimiz bazı eksik yanlarımızı belirtebiliriz.
Örneğin şube yapılanmasındaki asimetrik durumun getirdiği sakıncalardan söz
edebiliriz. Şube yapılanması için öngörülen görevlerin yerine getirilebilmesi
için gerekli altyapının eksikliğinden söz edebiliriz. Oda yöneticilerimizin
sadece o kentte yaşayan mimarların temsilcisi olmakla yetinmemesini, tersine
Mimarlar Odası’nın o kentteki temsilcisi olmakla yükümlü olduklarını
hatırlamalarının ve bu ağırlığı taşımalarının da gerektiğini belirtebiliriz. Bu
ve benzeri eksikliklerin giderilmesi doğrultusunda çalışma yapılması görevimizi
unutmadan, şu andaki yapılanmanın Oda’nın yaşayan canlı bir mekanizma olarak
varlığının en güzel teminatı olduğunu memnuniyetle söyleyebiliriz.
Mimarlar Odası’nda Yönetici Kimliği
Mimarlar Odası deyince
uzunca bir süre sadece genel başkanlar ya da kamuoyunun tanıdığı bazı
yöneticiler anlaşılmıştır, oysa durumun farklı olduğunu belirtmek gerekiyor.
Mimarlar Odası’nda Genel Merkez yönetiminde 7 kişi, şube yönetimlerinde 186
kişi, temsilcilik yönetim kurullarında 371 kişi, Oda temsilcisi 49 kişi olmak
üzere toplam 613 kişi Mimarlar Odası’nı temsil ediyor. Oda temsilcileri dışında
bunların her birisi seçimle göreve geliyor. Bütün bu kurulların yedeklerini,
Onur Kurulu, Denetleme Kurulu, Şube Soruşturma ve Uzlaştırma Kurulları gibi
diğer kurulları da katarsanız binin çok üzerinde kişi, şu anda Mimarlar Odası
yöneticisi kimliğini taşıyor; bu önemli bir paylaşım. Seçimle gelenler dışında
pek çok komite, komisyonda çalışan, Oda’nın görüşlerini yansıtan, Oda’nın
görüşlerine katkı yapan, onların sözcülüğünü yapan çok değerli meslektaşlarımız
var ve bu meslektaşlarımız Oda’nın kamuoyuna karşı, meslektaşlara karşı görünen
yüzünü temsil ediyorlar. Bunların yanında tüm Türkiye’deki birimlerimizde görev
alan yaklaşık 350 personel Mimarlar Odası’nın çalışmalarını sırtlamakta,
hepsinden önemlisi de Oda’nın hem üyeye, hem de kamuoyuna karşı görünen yüzü
olarak algılanmaktadırlar.
Mimarlar Odası’nda göreve
gelenler bu çevre ile sarılı bir şekilde yola çıkarlar, hiçbir zaman yalnız
değildirler. Daha önce bu görevi üstlenenlerin doğrudan görülemese de
hissedilen vesayetini, kendisine oy vermeyenlerin doğal denetimlerini, bütün bu
komite, komisyon vb. organlardaki meslektaşların beraberliğini hep yanlarında
hissederler. Dolayısıyla, sadece bir kişiye -o kişi de bizim genel siyasi
kültürümüz içerisinde genel başkan oluyor- bağlı olarak algılanan bir kurum
yansımasının ötesinde Mimarlar Odası’nın böyle bir yüzü olduğunu belirtmek isterim.
Bunun özellikle geliştirilmesi gerektiğini de düşünüyorum.
Demokrasinin yaşandığı her
kurumda olduğu gibi Mimarlar Odası’nda da görevler geçicidir. Her kademede
kurumsallaşmanın ölçütü kişiye bağlı olmayan, devredilebilir çalışma
alanlarının yaratılmasıdır. Görev üstlenenlerin vazgeçilmezliği, ne yazık ki
sadece kişinin kendine vehmettiği bir misyon olarak kalmamakta, çoğu zaman
gerçekten de öyle olmaktadır. Bunun her kademedeki görev için sıkıntılı bir
durum olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bazı kişiler değiştiği, görevden ayrıldığı
zaman, bazı işler, bazı hizmetler eksik kalabiliyor. Bu durum da ne yazık ki kurumsallaşmanın
Odamızda tam anlamıyla sağlanamadığını gösteriyor.
Mimarlar Odası’na ve diğer
meslek örgütlerine yapılan en yaygın suçlamalardan birisi yönetim kurulu
üyelerinin çok uzun süreler görev sürdürmeleri ve yenilemeyi sağlama
mekanizmalarının tıkandığı algısı olmuştur. Mimarlar Odası yönetimlerinde bir
organda uzun yıllar görev yapan yönetici sayısının az olmasının yanı sıra,
birikimleriyle çok uzun yıllar Oda’ya destek veren, yönetici olmadan da etkili
görevler üstlenen meslek büyüklerimize yönelik haksız bir yargılama yapıldığını
da vurgulamak isterim. Önemli olan yönetimlerde sürekliliğin ve yenilenmenin
birlikte sağlanmasıdır. Oda’da bu konuda ciddi bir arayışın olduğunu da
belirtmek isterim.
Mimarlar Odası’nın
gündeminin yoğunluğu, Oda organlarında görev alanların toplum ve kamu adına
çalışma duygusunun yüksek olması gerekliliğini beraberinde getirmektedir.
Ailesinden, işinden ayırdığı kıymetli zamanı Oda çalışmaları için kullanan
meslektaşlarımızın elbette ciddi bir kazanımları olmaktadır. Hepimiz Oda’yla
ilişkimizde kendimizden bir şeyler katıyor, bu ilişki sırasında Oda’dan da bir
şeyler öğreniyor, ondan aldıklarımızla zenginleşiyoruz. Oda’da
meslektaşlarımızla birlikte geçirdiğimiz süreç boyunca elde ettiğimiz
birikimin, normal yollarla kolaylıkla edinilemeyecek bir katkı olduğunu, bunun
özellikle yöneticiler için önemli bir kazanım olduğunu belirtmek isterim. Her
şeyin maddi karşılığıyla ölçüldüğü bir dünyada, sanıldığının aksine Oda
yöneticiliğinin maddi bir getirisi olmadığını, Oda yöneticisi olanlara yapı
piyasasından iş gelmediğini özellikle belirtmek gereğini de duyuyorum.
Katılımcılığın ve
sorumluluğun paylaşılması doğrultusunda sürdürülen çalışmaların görev
üstlenebilecek olanların yetişmesinde önemi büyük. Mimarlar Odası yönetimine
meteorik bir şekilde gelmek pek mümkün değil. Bugün Mimarlar Odası yöneticileri
gerek merkezi, gerek yerel düzeyde olsun, her an basının, toplumun karşısına
çıkar ve herhangi bir kent sorunu konusunda Mimarlar Odası’nın görüşlerini
anlatır durumda olabiliyorlar. Dolayısıyla komisyonlarda, komitelerde görev
alan binin üzerindeki meslektaşımızın çalışmasından bahsederken yönetimlerin
oluşturulmasında yer alacak kadroların bu katılımın içerisinden devşirilmesinin
önemli olduğunu da vurgulamak istedim.
Mimarlar Odası’nda uzunca bir
süredir gönüllü katkısı ve profesyonel yapı konusunu tartışıyoruz,
değerlendiriyoruz. Yıllarca çok az bir profesyonel kadroyla çalışmalar
yürütülmüş, ama bugün 350 civarında profesyonel var. “Bu profesyonellerin
artması gönüllülük duygusunu azaltıyor mu” diye kendi kendimize sorguluyoruz.
Mimarlar Odası’nın bu zamana kadarki birikiminin, mimarlar arasında, meslek
alanında, toplumdaki imajının oluşmasında gönüllülerin katkısı çok önemli. Öte
yandan gönüllülerin katkısının daha iyi derlenebilmesi açısından profesyonel
bir yapının olması ve onların hizmetlerini daha iyi derleyebilmesi de önemli.
Bu dengenin tutturulmasını önemsiyoruz, ama tamamıyla bir profesyonel yapının
olmasını da doğrusu çok arzulamıyoruz.
Mimar Profili Üzerine
Ülkemizde çalışan mimarın
profiline baktığımız zaman, “mimarın farklı halleri”ni görüyoruz. Tasarım yapan
mimar, ücretli mimar, kamu görevlisi mimar gibi bir sürü ana başlıklar altında
gruplandırmalar yapabiliyoruz. Yaklaşık yüzde 25 civarında büro tescili var. Bu
oran zaman zaman değiştiği için bunu yüzde 30-35’e kadar çıkartabiliriz, ama
tüm mimarların büro tescili olmadığını biliyorsunuz; çok önemli bir kesim
ücretli olarak çalışıyor. Bürolarda, yapı sektörünün farklı alanlarında veya
kamu kesiminde ücretli olarak çalışıyor. Ayrıca bu başlık altına bakıldığı
zaman, örneğin büro tescili alanlar şu anda 8.500-9.000 civarında, ama bunları
da tek kalem halinde göremiyorsunuz. Büyük büro, küçük büro var,
metropollerdeki bürolar var, Anadolu kentlerindeki bürolar var ve bütün
bunlarla beraber butik hizmet yapan bürolar var, işadamı kapsamında
değerlendirebileceğimiz mimarlar var; yani kendi içinde farklılaşan kesimler
var. Bu farklı mimarların her birisinin meslek örgütünden beklentileri de
farklı. Dolayısıyla, öne alınmasını istediği görevler, öncelikle ele alınmasını
dile getirdiği talepler var ve bunları sürekli dile getiriyorlar. “Meslek
örgütü niye onunla uğraşıyor da bununla uğraşmıyor, niye bunu yapmıyor” gibi
yıllardan beri dile getirilen hususlar var. Bu taleplerin her biri tabii ki
doğru, gerçekçi şeyler olabilir, ama bir bütünlük içerisinde görülmesi,
çözümlenmesi gerekir.
Öte yandan da ortada ciddi
bir kentsel sorun yumağı ile karşı karşıyayız. Kentlerimiz dönüşüyor, hem de
çok hızlı bir şekilde dönüşüyor. Doğal olarak her zaman kentlerde bir dönüşüm
yaşanır, ama bugün müthiş bir rant kavgası var ve meslektaşlarımız içerisinde
de bu rantın teknisyenliğini yapmak zorunda kalan, buna özellikle istekli de
olan meslektaşlarımız olabiliyor. Uygulamaya konulan küresel yağma
politikaları, bunun meslek alanlarına yansımaları, yerel yönetimler eliyle
kentlerde yaşananlar, kamu arazilerinin talan edilmesi ve bu süreçte meslek
insanlarının üstlendiği roller irdelenmelidir. Bu tabii ciddi bir sorun. Bu
soruna karşı meslek örgütü olarak ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Mimarlar
Odası bu ranta karşı zaten genel bir söylem geliştiriyor, mücadele ediyor. Ama kendi
üyelerimizin davranışlarına yönelik daha etkin bir etik vurgu nasıl yapılabilir
ya da nasıl daha iyi yapılabilir konusunu gündeme almak mümkün. Ancak toplumda
imar suçlarına karşı gösterilen sonsuz hoşgörünün bunu yeterince
kuvvetlendirmediğini de belirtmek gerekiyor. Mesleki davranış kurallarının
belirlenmesine yönelik uluslararası belgeler olduğunu biliyoruz, bunları
Türkçeye çevirerek yayınladık, benzer şekilde ülkemizde de mesleki etik
kodların yazılabileceğine yönelik çalışmalar yürütüldüğünü, ancak farklı
gerekçelerle bu çalışmaların düşünce seviyesinde kaldığını belirtmeliyim. Belki
de bu konuları daha fazla tartışmalıyız.
Bu aşamada “mimarın farklı
halleri” kapsamında “mimarın örgütlü olma hali”ni hatırlatmak gerekiyor.
Mimarın kendini kuvvetli hissetmesi, yalnız olmadığını duyumsaması için örgütlü
olması, örgütüne güvenmesi, birlikte davranabilme duyarlılığını göstermesi önemli.
Mimarlar Odası yöneticilerinin böylesi bir duyguyu sürekli diri tutmak gibi bir
görevinin de olduğunu düşünüyorum.
Mimarlar Odası Yapılanmasında Demokrasi
“Mimarlar Odası
yönetiminde bulunanlar, Oda içi demokrasiyi işletiyorlar mı, yeterince
katılımcılık sağlanıyor mu, gündemindeki sorunları paylaşıyorlar mı?” gibi sorular
bizim karşımıza sürekli geliyor. Türkiye’de demokrasi kültürü ne kadar varsa
Mimarlar Odası’nda da o kadar var elbette. Ama biraz farklı olarak, belli bir
geleneğin birikimiyle Mimarlar Odası’nda temsili demokrasinin ötesinde
katılımcı demokrasinin de işlerlikte olduğunu rahatlıkla söyleyebilir; bunu
sizle paylaşabilirim. Pek çok farklı fikrin beraber çalıştığı ve çatıştığı,
bunların bir zenginlik olarak algılandığı ortamların olduğunu biliyoruz,
görüyoruz. Önemli olan yabancılaşmanın yaşanmadığı, farklılıkların zenginlik
olarak algılandığı, etkileme olanaklarının açık bırakıldığı ortamların
yaratılmasıdır. Sorunlar hep olacaktır, sorunun olduğu yerde “anlayış
köprüleri”ni kuran ve kollayan birileri de olmalıdır.
Buna rağmen oldukça gergin
geçen genel kurullar yapıyoruz. Sadece genel kurullar sürecinde ortaya çıkan
enerjinin yanlış kullanıldığını, daha geniş bir süre içerisinde katkının ve
katılımın alınabileceği ortamların yaratılmasının mümkün olabileceğini
düşünüyorum. Genel kurullardaki etkinlilikle yetinmemek, süreç içerisinde
katılım ve katkıyı sağlamak önemli. Ayrıca Genel Kurullardaki kürsü
performansının tek katılım olanağı gibi görülmesi ve gösterilmesinin yanıltıcı
olduğunu da düşünüyorum; sadece genel kurullara katılarak kendisinden beklenen
görevin yerine getirileceği yanılsamasına yol açtığını; bunun üyenin sürece
katılımını engellemenin yanı sıra, seyirci olarak kalma riskini de beraberinde
getirebildiğini görmemiz gerekiyor.
Oda yönetimlerinde göreve
talip olanların söylemlerinin önemli olduğunu, kimseyi ötekileştirmeden, dikkatli
ve kapsayıcı bir dilin tercih edilmesinin birlikte çalışmayı kolaylaştıracağını
düşünüyorum. Diğerinin hizmetlerinin kötülenmesi veya yanılgısının abartılı bir
şekilde vurgulanmasıyla değil, daha iyisini yapmak, bunu yapabileceğini
göstermek şeklindeki bir yaklaşımın önemli olduğunu, sürekliliğin bir öncekinin
yaptığını reddetmek üzerinden değil, ancak böyle sağlanabileceğini düşünüyorum.
Sonuçta hangi düşüncede veya hangi siyasi aidiyet içerisinde olunursa olunsun
bizlerin ortak paydası mimar olmaktır, Mimarlar Odası üyesi olmaktır.
Oda çalışmalarına üye,
mimar katılımının arttırılması çok önemli. Farklı mimar tiplerinin olduğunu, “mimarın
farklı halleri”nin olduğuna değinmiştim. Oda içerisinde hizmet alanları
farklılaşan ve çeşitlenen mimarlara yönelik Oda içi örgütlenme kanallarının
açılması, yeni örgütlenme araçlarının oluşturulması ve/veya var olanların
iyileştirilmesi, geliştirilmesi önemli. Bu alanlardaki mimarların Oda bütününde
temsiliyetinin güçlendirilmesi önemli. Buradan şunu kastediyorum: Oda
içerisinde farklı alanlarda çalışan meslektaşlarımız var; örneğin bilirkişiler,
yapı denetimcileri, büro sahipleri, ücretli çalışanlar var. Bunların her
birisinin Oda yönetimleriyle ilgili, kendi meslek hukuklarıyla ilgili
geliştirmek istedikleri, öncelikle tartışmak, gündeme getirmek istedikleri
sorunlar var ve bunların ele alındığı platformların yaratılması gerekiyor.
Bunlar zaten birçok alanda oluşturulmuş durumda, eksiklerinin giderilmesi, daha
etkin bir şekilde kullanılması önemli. Bu bakış açısı farklılaşan mimar
hallerinin meslek örgütü içerisinde beraber davranabileceğini görmemiz
bakımından bize önemli perspektifler sağlıyor diye düşünüyorum.
Her mimarın, Oda’nın
görüşlerini kendi görüşleri gibi benimsemesi, ortak aklın, ortak bilincin
ürünleri olarak değerlendirmesi, bölgesel ve kişisel katkılarla geliştirmesi
hayal midir? Her mimar Odasıyla, kazanımlarıyla övünebilir. Mesleğe yapabileceği
katkının yolları önüne konmuştur. Bunlar da eskiden olduğundan çok daha fazla
çeşitliliktedir. Oda’nın olanakları da eskiden olduğundan daha fazladır.
Gelişen olanakları bu yöndeki etkinliklerde kullanmanın yolları da aranarak
bulunabilir. Oda bu katkıların derlenmesiyle, derleyebilme yeteneğiyle güçlü
olacaktır kanısındayım.
Değişen Dünyayı Kavramak
Küreselleşmenin meslek
alanlarımıza getirdiği “mimarlık mesleğini yapma biçimiyle” nasıl
ilişkileneceğimiz sorusunun cevabı mimarlık pratiğimizi doğrudan
ilgilendirmektedir. Dünyamızda her şey hızla değişmekte ve bu değişimin birçok
olumlu, olumsuz etkileri olmaktadır. Ülkemizde uygulanan liberal politikalar ve
buna bağlı olarak yapılan yasal ve yönetsel düzenlemeler karşısında Mimarlar
Odası’nın kamusal ve toplumsal sorumlulukları artmıştır.
Küreselleşmenin artan
etkisi, bunun mesleğimize yansımaları, küresel hizmet ticareti kapsamındaki
gelişmeler, yıldız mimarlar, bunların yarattığı modalar, modaların ışın hızıyla
yayılması vb. gündeme geliyor. Bunlar Türkiye’deki mimarlık meslek ortamına
doğrudan etkili olan ortamlar ve bu gelişmelerin ışığında meslek örgütünün
nasıl bir yol alması gerektiği ya da ne gibi yapısal tedbirlerle bunlara cevap
vermesi, bunları karşılaması gerektiğini tartışmamız gerekiyor.
Mimarlık hizmetlerindeki
çeşitlenmeleri, farklı disiplinlerin oluşmasını, bu disiplinler arasındaki
çekişmeleri, kavgaları da değerlendirmeliyiz. Bir de tabii yapı üretim
sürecindeki farklı aktörlerin durumundaki değişmeleri, örneğin cephe mimarlığı
gibi bir iş alanının ortaya çıktığını ve işverenlerin birlikte çalışmak
isteyeceği farklı iş pozisyonlarının oluştuğunu, yapı üretim sürecinin içindeki
parçalanmaları görüyoruz. Mimarlık içinde oluşan bu farklı parçalanmaları
meslek örgütümüz içerisinde çok yönlü bir şekilde ele alıyor,
değerlendiriyoruz. Değişik platformlarda bu gelişmelerin mimarlık eğitimindeki
uzantılarını tartıştığımız, değerlendirdiğimiz bir süreci yaşıyoruz.
Mimarlık bürolarının
değişimini de bu kapsamda tartışmak gerekiyor. Türkiye bir küçük bürolar
cenneti, genellikle bir iki mimarın oluşturduğu bürolar çoğunlukta. Küreselleşen
ve küresel hizmet ticaretinin arttığı bir dünyada bu bürolarımızın nasıl
evrildiğini görmemiz lazım. Evrilemeyen, buna yetişemeyen, buna cevap veremeyen
büroların neler yapacağını görmemiz, göstermemiz gerekiyor. Sonuçta bu
bürolarla birlikte hareket ediyoruz; bunlar bizim mimarlık meslek ortamımızın
önemli aktörleri.
Yeni Sorular / Yeni Sorumluluklar
Bütün bu tespitlerin
sonucu olarak şu haklı sorular karşımıza geliyor: “Mimarlar Odası dünyadaki bu
değişimi, Türkiye’deki değişimi, yapı sektöründeki değişimi yeterince
gözleyebiliyor mu, bu sorunlara karşı yeterince yapısal tedbirler alabiliyor
mu?” Elbette buna bağlı olarak da; “Meslek örgütlenmesi nereye gidiyor, nasıl
olmalı, yakın gelecekte bizleri neler ve ne gibi görev alanları bekliyor?”
Bu konular yöneticilerin
hep gündeminde olmuştur. Böylesi kritik anlarda yöneticilerin dünyada ve
ülkemizde mesleğimizi ilgilendiren konulardaki gelişmeleri dikkatli bir şekilde
takip etmek, gerekli düzenlemeleri yapabilmek gibi bir görevi var. Bu nasıl
gerçekleşecek? Öncelikle mevcut yapıyı ve geleneği iyi tanımlamak, ona sahip
çıkmak ve geliştirmekle göreve başlamak gerekiyor. Bunu özellikle boş bir
arsaya yapı yapılmadığı duygusunu belirtmek için söylüyorum. Mimarlar Odası’nın
58 yılda yaptıklarının, yapabildiklerinin farkında olunması önemli. Elbette daha
iyisini yapmak için mutlaka yenileri gelecektir, yapacaktır, ama bu birikimi bilmek,
anlamak önemli. Bu süreç tabii ki birdenbire böyle bir yıldırım parlaması gibi
zihnimize geliverebilecek bir şey değil. Bir mekanizmanın nasıl hayata
geçirilebileceğinin görülmesi kavranılması önemli.
Yönetimlerin sorumluluğu
sadece gündemin ve çalışma programının hayata geçirilmesinde değil, bir ölçüde
bu arayışların örgütlenmesinde ve gelecek yönetimlere birikimleriyle birlikte
devredilebilmesindedir diye düşünüyorum. Hayatın karşımıza çıkardıklarının
ıskalanmamasını, tüm zenginliğiyle kavranmasını, farkında olunanın tariflenebilmesini,
yeterince baş edilemiyorsa bile ele alınmasını, irdelenme fırsatlarının
yaratılmasını, çözümleme arayışlarının gösterilmesini önemli buluyorum. Oda’nın
bir rutini var, her gün çalışan yüzlerce insan bir sürü şey yapıyorlar. Bütün
bu çabalara rağmen bu yeni görevlerle ilgili olarak, mevcut çalışmaları
aksatmadan bunları da gündeme almak ve gereğini yapmak zaman alabiliyor; öte
yandan bunları hiç konuşmamak ise ciddi bir sorun.
Bu noktada gündemindeki
görevleri yapmayan, yapamayan, bunların önemini kavrayamayan, üstlendiği
sorumluluğun farkına varamayan yöneticilere herhangi bir yaptırımın söz konusu
olup olmadığı tartışılabilir. Tabii ki herkesin bu sorunlara vâkıf olduğu,
bunları hissettiği, bunları çözmeye çalıştığını söyleyemeyiz. Burada bir etik
vurgulama söz konusu; böyle bir durumda ne olacaktır? Bunların yapılamaması,
yanından geçip giden sorunların farkına varılmaması, varılsa bile sorunlarla
uğraşmak yerine seyirci kalınmasına rıza gösterilmesi elbette ciddi bir
handikaptır ve sağlıklı bir bünyenin normal süreç içerisinde bu durumu
aşmasını, yönetimlerde yenilemeyi sağlamasını, yapabilenleri işbaşına
getirmesini bekleriz. Mimarlar Odası’nın kendisini sorgulama, eleştirme, öz
değerlendirme duygusunun oldukça yüksek olduğunu, süreç içerisinde kendini
yenileme potansiyelini hayata geçirebildiğini, zor dönemlerde inanılmaz
atılımlar yapabildiğini, böylesi bir güce sahip olduğunu da belirtmek isterim.
Yeni Yapılanmalar
Meslek ortamında yeni
yapılanmalar gündemde. Mimarlık Vakfı, Mimarlık Enstitüsü uzun yıllardan beri
ortama katkı yapmaya çalışan yapılanmalar. Bu ve buna benzer yapılanmalar
Oda’yla bağını doğrudan kuran, ama Oda yönetimlerine çok da bağlı olmayan,
Oda’yla beraber çalışan yapılar. Bu yapılanmaları geliştirmemiz gerektiğini
düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi Sürekli Mesleki Gelişim Merkezi, bir diğeri
Mimarlık Akreditasyon Kurulu.
Bu yapılanmalar meslek
ortamına katkı sağlanabilmesinin yollarını önemli oranda zenginleştiriyorlar ve
alanlarıyla ilgili önemli birikim sağlıyorlar. Oda örgütlülüğünün daha aktif
olabilmesine yönelik kurumsal destek sağlama potansiyelleri vardır; bunun
önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yapılarla ilgili deneyimlerin irdelenmesi,
olanaklarının ve varsa risklerinin iyi değerlendirilmesi gerekmekte. Bu yapılanmaların
yakın zaman içerisinde çok kısa deneyimleri oldu. Bazı sıkıntılar da yaşandı.
Uygulamada karşılaşılan sorunların abartılması, kazanımların küçümsenmesi bu
alanların sağlayacağı zengin perspektifin görülememesine yol açabilir diye
düşünüyorum ve uyarmak istiyorum.
Bunlara benzer başka
yapıların oluşturulması da gündemimizde: Bir tanesi Mesleğe Kabul ve Kayıt
Kurulu, bir diğeri Mimarlık Araştırmaları Merkezi. Oda yönetimlerindeki
tartışmalardan etkilenmeden, Oda’ya rağmen veya Oda’yla rekabet eden bir
kurumlaşma değil, mimarlık çalışmalarına, mesleğimizin gelişmesine, dolayısıyla
Oda’ya, mimarlık meslek ortamına üretimleriyle hizmet vermeleri, yardımcı
olmaları amaçlanmaktadır. Bu yapılanmaların Oda içi iktidar tartışmalarının
araçları gibi kullanılmaları endişesini haklı olarak duymamız, ama bunun
aşılabileceğini de düşünerek davranmamız, ürkmememiz gerektiğini düşünüyorum.
Bunlar şimdiye kadar çok denenmemiş yapılardır. Biz bunları herhangi bir
komite, komisyon gibi değil, kendi içerisinde hem yenilenmesini, hem
sürekliliğini sağlayan bir yapılar bütünü olarak görmemiz ve geliştirmemiz
gerektiğini düşünüyorum.
Yeni Görevler / Yeni Gündemler
Bugün Mimarlar Odası’nın
önüne ne gibi konular geliyor, bunlar üzerinde biraz durmak isterim.
Öncelikle hükümetin meslek
örgütlerine yönelik saldırılarının gündemin ilk maddesi olarak ele alınması ve
gereken tepkinin gösterilmesi gerekiyor. Genel Kurul delegelerinin ortak bir
kararla gösterdikleri tepkinin anlamlı olduğunu düşünüyorum. Mimarlık meslek
hukukunun ve üye hukukumuzun geliştirilmesi, mimari fikrî haklar alanında yapılacak
çalışmalar, farklılaşan mimarlık hizmetleri karşısında üye haklarının daha
etkin bir şekilde korunması önem kazanıyor.
Mimarlık ve mimarlık
eğitimi alanında ortak çalışmaların sürdürülmesini önemsiyorum. Geçen süreçte
mimarlık okullarıyla, akademisyenlerle beraber konunun paydaşları olarak
sorunları beraber tartışma kültürünü edindik. Sorunları birlikte ele alıyoruz, birlikte
irdeliyoruz, birbirimizi eleştirebiliyoruz ve çözüm yollarını bulmaya
çalışıyoruz. Yöneticiler nezdinde yeterince etkili olamayabiliyoruz belki, ama
zaman zaman ufak adımlar da atabiliyoruz. En azından kendi aramızdaki söylemi
tekleştirebiliyoruz. Bu sürecin devam etmesi gerektiğini düşünüyorum ve eğitim
alanındaki yapılanmalarla meslek örgütünün beraber çalışması, birbirini
dışlamaması kültürünü önemsiyorum.
Yapı üretim sürecinin
sağlıklaştırılması doğrultusunda meslek örgütü olarak üstümüze düşen görevler
olduğunu biliyoruz. Olumlu bir adım olarak sertifikalı iş tanımlarının arttığını
söyleyebiliriz, bu alanların geliştirilmesi ve çoğaltılması gerekiyor. Yetkinin
verilmesi ve yetkinin belirli kurallara bağlı olarak yenilenmesi konusu belki
de meslek ortamımızdaki en kritik konulardan biri. Türkiye’de hep söylediğimiz
gibi, dört yıllık eğitimle yetkinin alınması ve ömür boyu bu yetkinin
kullanılması üzerine kurgulanmış bir meslek ortamının son derece yanlış
olduğunu söylüyoruz. Ancak bunun düzeltilmesi yolunda getirilen her öneri “eski
köye yeni âdet” olarak tepki görebiliyor. Her halükârda bu alanla ilgili bir
düzenlemenin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Herkesin her işi yapabildiği
amorf bir meslek ortamı yerine belli eğitimleri, belli birikimleri sağlamış
olan insanların ancak o işi yapabilecekleri, sertifikalı bir takım iş
düzenlerinin oluşturulmasını gerekli görüyorum. En az ücret üzerine kurulan bir
ihale sistemiyle çalışılmamasını, yeterlilikleri daha iyi tarif edebilen bir
sistemin olmasını arzu ediyoruz. Bu kapsamda üye sicil sistemlerinin
etkinleştirilmesi ve üyenin referansı haline gelmesinin önemli olduğunu
hatırlatmak isterim.
Toplum ve Mimarlık
Son olarak çok önem
verdiğim bir konuya, “Toplum ve Mimarlık” alanındaki çalışmalara değinmek
istiyorum. Biz sonuçta kendi başımıza iş yapabilen bir meslek değiliz. Bir
işverenimiz var ve bu işverenin mimarlığa, kentleşmeye bakışı, kent kültürüyle
ilgili yaklaşımları çok önemli. Bu alandaki çalışmaların daha etkin bir şekilde
sürdürülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Mimarlığın toplumsal
sorumluluğu bağlamında, günümüz dünyasında toplumun yaşam kalitesinin
artırılmasına yönelik oluşturduğumuz Türkiye Mimarlık Politikası çalışmalarını bu
kapsamda hatırlatmak isterim. Toplumla birlikte mimarlığı tartışabilmeli,
topluma yönelik çok yönlü mimarlık yayınları üretebilmeliyiz. Kentleşme ve kent
kültürü konularında ilgili kurum ve kuruluşlarla ortak çalışmalar yürütülmesini
önemsemeliyiz. Kendi dilimizi, meslek ortamındaki dili biraz akademik
buluyorum, topluma yönelik yayınların yapılması, toplumdaki mimarlık ve kentleşme
kültürünün gelişmesi konusunda bu çalışmaların artması, hızlandırılması
gerektiğini düşünüyorum.
Sonuç Yerine
Meslek örgütümüz içinden
ve meslektaşlarımızdan zaman zaman şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz: “Çok fazla
alana yayılıyoruz. Bütün bunları yapmak zorunda mısınız? Belirli bir alana
yoğunlaşmak gerekmiyor mu?” Bu elbette önemli bir yaklaşım sorunu, her zaman
belirli öncelikler olabiliyor ama gündemi bu bütünlük çerçevesinde görmenin de
gerekli olduğunu düşünüyorum. Odaların görevi her geçen gün artmaktadır.
Gündemimize gelen her konu bizlere yeni perspektifler açmakta, ufkumuzu
genişletmektedir. Şimdiye kadar yürüttüğümüz çalışmaların yanı sıra yeni ilgi
alanlarına enerji, zaman ve kadro ayırabilmek, üretilen bilgiyi derlemek ve
yeni bilgiler üretebilmek, bunların politikaya dönüşmesini sağlamak önemli bir
gündem maddesi olarak önümüzde durmaktadır. Artan iş yükü farklı yaklaşımları,
belirli seçmelerin yapılmasını, ertelenemeyecek iş kalemlerinin yerine
getirilebilmesi için verimliliğin artırılması tartışmalarını beraberinde
getiriyor. Yeni bir çalışma anlayışının irdelenmesi, bunun gerekliliğinin
hissedilmesi, bu yönde bir arayışa gidilmesi, çözüm yollarında örgütsel bir
mutabakatın aranması, bulunmasını gerekli kılıyor.
Elbette, her dönemin kendi
şartları içinde değerlendirilmesi gerektiğini söylemek isterim. Bugün Mimarlar
Odası’nın gündemindeki bu zengin konu yelpazesini, meslektaşlarından aldığı
gücünü, toplumdaki saygınlığını konuşabiliyorsak bunu yıllarca bu alanda çaba
gösteren, emeği geçen veteranlara borçluyuz. Bu borçluluk duygusunun Oda’da
sorumluluk üstlenenlerin en önemli motivasyonu olduğunu düşünüyorum. Böylesi
bir kurumda yöneticilik yapmanın heyecanı ve onuru hepimize sorumluluğun
ağırlığını üstlenmede yardımcı olmuştur. Türkiye’de mimarlık meslek
örgütlenmesinin 100 yılı aşkın bir tarihi var. 1908 yılında, Meşrutiyet sonrası
başlayan çalışmalardan, Mimarlar Odası’nın kuruluşuna ve bugüne kadar bu alanda
görev yapan, katkı sunan herkesi saygıyla selamlıyor; bugün Mimarlar Odası yönetiminde
bayrağı taşıyan meslektaşlarıma başarılar diliyorum.
3 Mayıs 2012 / Etiket:
Meslek Örgütlenmesi
Mimarlar Odası Kayseri
Şubesi’nin dergisi TOL’un 11. sayısında (Bahar 2011) yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder