21 Ağustos 2013 Çarşamba

Kültür, Sanat ve Mimarlık

“Mimarlık, toplumsal yaşamın ve kültürün maddi ve moral gereksinmelerine göre, yapı, toplu yapı ve kent biçimlendirmesi, tasarımı, üretimi, kullanımı ve yeniden kullanımı kolektif süreçleri ve sonuçlarını kapsayan ve güzel sanatlar ağırlıklı bir kültür faaliyetidir. Bir mimarlık ve kent tarihi ülkesi olan Türkiye’de, bu kültürel zenginliğin çağdaş mimarlıkta da sürdürülmesi gerekirken ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bir yandan mimari ve kentsel mekânlarda hızlı bir yozlaşma ve kültürel kimlik değerlerinden uzaklaşma, öbür yandan toplumun mimarlığa ilgisinin zayıflaması, mimarın, ülkenin imarına katkısı ve katılımının giderek azaldığı bir mimarsız yapılaşma düzeni yaratmıştır.”

Mimarlar Odası’nın hazırladığı “Mimarlık Hakkında Kanun” tasarısının gerekçe bölümü böyle başlamaktadır. Burada ifade edilen şekliyle mimarlık güzel sanatlar ağırlıklı bir kültür hizmetidir, böyle olması gerekir. Bunun niye böyle olmadığının pek çok sebebi söylenebilir. Elbette meslektaşlarımızın bu konuda yeteri özeni göstermemeleri ilk başta dile getirilebilir, ama yeterli midir? Böyle denilerek toplumun, kentleşmeyle ilgili karar alanların, kamusal alanların yapılanmasında söz ve karar sahibi olanların konuyu ne kadar önemsedikleri, kültür ve sanata ne kadar önem verildiği veya verilmediği gibi konular ikinci plana itilmiş oluyor. Oysa yerel yöneticilerin ve kamu yöneticilerinin niteliksiz fantezileri kentlerimizi şekillendirmekte,  ideolojik kılıf geçirilmiş, tarihî referanslarla donatılmış yapılar rağbet görmektedir. Modern mimarimizin seçkin ürünleri birer birer yerlerini eskinin kötü taklitlerine bırakmaya başlamıştır. Kamusal alan düzenlemeleri bizleri utandıracak bir beğeni düşüklüğünü göstermektedir. Yerel yöneticilerimiz, kentlerinin yıllar içerisinde oluşan kimliğini kendince şekillendirmeye, kendisine yakışacağını düşündüğü bir geçmişi tasarlatmaya kalkışmaktadır. Kentin yapılanmasında çok yönlü bir katkının aranması ve bu yapılanmada rol alan aktörlerin, yerel yöneticilerin, kamu yöneticilerinin, örnek davranışlarıyla rol modeli olabilecek yerel kurum ve kuruluşların yöneticilerinin, elbette meslek insanlarının ortak bir sorumluluğu vardır. Neticede kentler, yapılı çevremizin bugünkü durumu hepimizin ortak başarısı veya başarısızlığıdır.

Yaşadığımız kent Adana’yı geçmişten günümüze “Kültür, Sanat ve Mimarlık” çerçevesinde irdelediğimizde çok iç açıcı bir tablo ile karşılaşılmadığı görülüyor. Adana’nın kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi için kültür ve sanatın kentsel programlarda daha etkin bir şekilde yer alması hep dile getiriliyor. Bu kapsamda mimari açıdan bu çabaya ne gibi bir katkı sunulabilir? Örneğin kamusal alanların düzenlenmesinde, kent meydanlarının sanatsal ürünlerle zenginleştirilmesinde, sokak, park, rekreasyon alanları gibi kamusal mekânların oluşumunda mimarinin daha etkin bir şekilde devreye girebilmesinin yöntemlerini bulmamız ve hayata geçirmemiz gerekiyor.

Kentlinin kentini tanıması, yaşadığı çevreyi öğrenmesi, sevmesi ve giderek nasıl koruyacağını gündeme alması kültürel mirasımızın gelecek kuşaklara sağlıklaştırılarak aktarılması için önemli bir husus. Bu konuda mimarlar ve kentlilerin, kentteki kültür kuruluşlarının ortak çalışmalar yapması gerektiğini hep vurguluyoruz.

Dünya küçülüyor, insanlar daha sık bir başka ülkeye gidip gezebiliyorlar. Döndüklerinde yakınlarına anlattıkları hemen her şey mimariyle, kültürle, sanatla ilgili oluyor. İnsanlar özellikle Avrupa’ya gittiklerinde korunmuş tarihî çevreye hayran olmanın yanı sıra çağdaş yapılanmaları, bunlarda gözledikleri yüksek tasarım özenini, sanatsal ürünlerle bezeli kamusal mekânları anlatıyorlar. Ülkemizde, özellikle de Adana’da böylesi bir izlenim bırakabilmek yapılı çevrenin oluşmasında etkin olan herkesin hedefi olması, öncelikle de yerel yönetimlerin böylesi bir çabayı göstermesi, istemesi en içten dileğimizdir.

Güney Mimarlık dergisinin 13. sayısında (Ağustos 2013) yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder