![]() |
Sokağı Hayatlandıralım. (Simla Sunay'ın Büyük Umut; Çocuk ve Mimarlık başlıklı yazısından) |
Bir kentin gerçek sahibi; o kentte
yaşayan, kentle bütünleşen ve kendisini kente ait hisseden kişilerdir.
Kentlilik bilinci, kentte yaşayanların kentle bütünleşmesi, kendini kente ait
hissetmesi ve dolayısıyla yaşadığı kente karşı sorumluluk duymasıdır. Kentlilik
bilinci, kentsel yaşamı ve kentsel yaşam kalitesini savunmayı ve sahiplenmeyi
gerektirir. Peki, kentlilik bilinci, kente karşı duyarlılık nasıl
geliştirilecektir?
Bu noktada çocuk ve mimarlık
çalışmalarının önemi gündeme gelmektedir. Bu çalışmalarla mimarlık
alanından çocuk eğitimine katkı yapmak, çocuğu ve mimarlığı yaratıcılık
üzerinden birbirine bağlamak hedeflenmektedir. Herkesin mimar veya planlamacı
olmayacağını, ancak doğal olarak mimarlık hizmetlerinin kullanıcısı ve/veya
işvereni olacağını, bir kentte yaşayacağını, kentli olacağını düşünmeliyiz. Duyarlı,
düşünebilen ve sorgulayabilen, çevrelerine ilişkin izlenim ve özlemlerini
özgürce ifade edebilen; kentleşme, yapılı çevre üzerine gözlemler yapabilen
gençlerin çoğalması ne güzel bir şey.
Sokağın yaşanabilir sosyal bir mekân olarak kaybı, kentte güvensizliğin artması ve kentsel bozulmayı da beraberinde getirmektedir; oysa sokağın sosyal bir arena olarak algılanması gerektiğini; çocukların sokağını ve yaşam çevresini doya doya yaşaması gerektiğini düşünüyoruz.
Çocukların okullarına yalnız başına ve
yürüyerek gidebilmeleri, kenti yayalar için çekici kılmayı ön plana alan, araç
kullanmayı ise zorlaştıran bir planlama yaklaşımının hâkim olması, kentlerin
genelinde duyumsanabilen rahatlatıcı ortamın en önemli nedeni olmaktadır.
“Yürünülebilir kentler” ve “çocuk dostu kentler” tanımlamaları artık kentleşme
terminolojisine girmiştir. Ne yazık ki kentlerimizin özellikle çocuklar için
giderek daha sorunlu hale geldiğini, çocukların dış mekânlardan yararlanma
olanaklarının azaldığını, giderek kapalı alanlara, evlerin içine doğru
çekildiklerini ve bunun da çocukların sosyalleşmesi yönünde olumsuz bir etki
bıraktığını görmek zorundayız.
Sokağın yaşanabilir sosyal bir mekân olarak kaybı, kentte güvensizliğin artması ve kentsel bozulmayı da beraberinde getirmektedir; oysa sokağın sosyal bir arena olarak algılanması gerektiğini; çocukların sokağını ve yaşam çevresini doya doya yaşaması gerektiğini düşünüyoruz.
Kent içinde, kentle bütünleşmiş,
yeterli güven ortamı sağlanmış, çocukların rahatça oyun oynayabilecekleri
ortamların sağlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Çocukların yeni bir şeyler
öğrenmelerine olanak tanıyacak, sosyalleşmelerini sağlayacak yeni oyun
alanlarının tasarlanması, bu alanların kent planlamasının vazgeçilmez bir öğesi
olarak yer alması gerektiğini düşünüyoruz.
Sadece çocuklarla doğrudan ilgili bazı
mekânların değil, tüm kentin herkesin erişebilirliğine yönelik olarak
tasarlanması gerektiğini; ama özellikle kültür ve eğitim mekânlarının,
parkların çocukların ebeveynleriyle birlikte rahatça gidebilecekleri yerler
olarak tasarlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Çocuk oyun alanlarının ve oyun alanı
donatılarının birbirinin kopyası olarak üretilmeleri yerine özgün tasarımların
teşvik edilmesi gerektiğini; mimarların, endüstri tasarımcılarının bu alana da eğilmeleri
gerektiğini düşünüyoruz.
Çocuklarımızın yaşadığı kentlerin tarihî ve doğal varlıklarına
sahip çıkabilmesinin, ancak onları yakından tanımakla mümkün olabileceğini;
eğitimlerinin bir parçası olarak kentlerini, yaşam çevrelerini tanımalarına
olanak sağlayacak programların ve teknik gezilerin yapılması gerektiğini
düşünüyoruz.
Çocukluğun doğasındaki yaratıcılığın ortaya çıkmasını sağlayacak,
çocuğun yaşam çevresine yönelik önerilerini aktarabilecek olanakların
sunulmasını; bu heyecanın kentlerimizin tasarımına yansıyabileceğini, bunun
geleceğimiz için bir umut olduğunu düşünüyoruz.
Bu düşüncelerimizin gerçekleştiği yaşam çevrelerimizi, geleceğimizi
çocuklarımız için, çocuklarımızla birlikte kuracağız…
Güney Mimarlık dergisinin 16. sayısında (Ağustos 2014) yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder