Söke’nin yıldızının 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başında parlamaya başladığını söyleyebiliriz. Yakın çevresindeki Magnesia, Priene, Milet, Didim gibi antik dönemin önemli merkezlerinin yanında Söke, Osmanlı devleti zamanında Akçaşehir olarak anılan ve yörenin en uygun tarımsal pazar yeri olarak sınırlı bir gelişim gösteren bir yerleşim yeriydi. Örneğin kentin kalesi ve suru yoktu, kentleşme oluşmaya başladığında bunlara gerek kalmamıştı. Ege bölgesinin tarımsal ürününü İzmir Limanı’na ulaştıran ve Anadolu’daki ilk demiryolu projesi olan İzmir-Aydın demiryoluna bağlanan bir hattın 1890’da Söke’ye kadar uzanması kentin kaderini değiştirmiş ve zenginliğin yörede birikmesine yol açmıştı. Büyük ve verimli araziler endüstriyel tarım ürünlerinin ekimine açılmış, tarıma dayalı sanayi oluşmuştu.
Ege bölgesindeki en eski
belediyelerden birisi Söke’deydi; yörenin yaşam şekli değişmeye başlamış,
İzmir’e ulaşım kolaylaşmış, kent kültürel ve sosyal yönden hızlı bir değişim
içine girmişti. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki nüfus hareketliliği mevcut
bileşimi keskin bir şekilde değiştirmişti; yıllardır birlikte yaşayanlar,
birbirinden etkilenenler düşmanlaşarak ayrışmış, gidenler ortak yaşama
kültürünü, yaşam çevrelerini bırakarak ayrılmışlardı. Gidenlerin yerine, bir
başka coğrafyadan benzer şekilde yaşam alanlarından koparılanlar gelmişti. Bu
değişim eskisinden farklı, ancak yine oldukça renkli bir çeşitliliğin oluşmasına
yol açmış, sosyal yapı üzerinde olumlu bir etki yaratmıştı. Bu olumlu havanın
ve gelişen ekonominin etkileri kendini göstermiş ve kentliler zenginliklerini yaşamaya,
çevrelerini değiştirmeye başlamışlardı.
Bugün Kemalpaşa
Mahallesi olarak anılan eski Rum mahallesinden günümüze kalan dokunun korunması
yönünde çalışmaların sürdürüldüğünü, Koruma Amaçlı Plan çalışmalarının
belediyedeki meslektaşlarımızca takip edildiğini, restorasyon için eleman
yetiştirme kurslarının geçtiğimiz dönemde gerçekleştirildiğini memnuniyetle
gözlüyoruz. Söke’nin özellikle prestijli bir bölgesinde yer alan pek çoğu
tescilli olmadığı için yıkılan 20. yüzyıl yapıları için ise aynı şeyi
söyleyemiyoruz. Her geçen gün bu yapılardan birisinin daha yıkıldığını ve
yerini apartman tarzı bir konuta bıraktığını üzülerek gözlüyoruz.
Bu yazıda Konak
Mahallesi’nde çok yakın çevre içerisinde yer alan altı yapıyla ilgili
düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Söke’nin merkezini kuzey çıkışına bağlayan
Aydın Caddesi kentin en prestijli bölgesindedir; tahmin edileceği gibi bir
piyasa caddesidir. Bugün “Atatürk Parkı” olarak anılan park çok eskiden beri
kentin cazibe merkezidir, televizyonun olmadığı zamanların buluşma mekânıdır. Parkın
çevresinde yer alan, google earth görselinde numaralandırılmış bu altı yapı
birbiriyle herhangi bir ilgi kurma girişiminde dahi bulunmamış görünümleriyle günümüze
kadar gelmiş durumda.
1. Fatma Suat Orhan Müze ve Sanat Evi. |
1 numarayla işaretli
yapı Cumhuriyet öncesine ait, şimdi müze olarak kullanılıyor, Fatma Suat Orhon
Müze ve Sanat Evi. Bu yapının hemen yanında bitişik olarak bir ikizi olduğunu,
epey önce yıkılarak yerine apartman yapıldığını hatırlıyorum. Yapının Söke’nin
zengin ailelerinden birine ait olduğunu biliyoruz, kente gelen devlet büyüklerinin
burada ağırlandığı söylenir.
2. Hulusi Özbaşatak Evi. |
Hemen yanındaki 2
numarayla işaretlenmiş yapı Hulusi Özbaşatak Evi, kentin en ilginç yapılarından
birisidir, bildiğim kadarıyla da tescillidir. Yapının sahibinin oğlu Coşkun
Özbaşatak mimardı; ancak yaşamı boyunca mimarlık yapmadığını, ailenin diğer
üyeleri gibi tarımla uğraştığını biliyoruz. Yapının tasarımının kendisine ait
olduğu söylenir, belki bir başka mimarın daha eli değmiştir, bilemiyoruz. Ama
nitelikli bir mimarlık hizmeti aldığı açıkça görülüyor.
![]() |
3. İsa Ruhi Baygür Evi. |
3 numaralı yapı İsa
Ruhi Baygür Evi, zamanla el değiştirdiği için Ezel Kocaöner Evi olarak da
biliniyor. Bu yapının örneğini Söke’de pek göremiyoruz. Sakız tarzı bir yapı
olduğu söyleniyor. 1946 yılında kentin imar planlarını yapan Kemal Ahmet Arû da
Arkitekt’te yayınlanan raporunda kentte Sakız tarzı yapılar olduğunu belirtiyor.
4. Kaymakam Lojmanı. |
4 numaralı yapı Cumhuriyetin
ilk yıllarında kaymakam lojmanı olarak yapılmış, halen de o amaçla
kullanılmakta. Şimdilerde kentin bir başka yöresinde yeni bir lojman binasının
yapılacağını öğrendim, yapının ne şekilde kullanılacağı konusunda bir bilgim
yok.
5. Fehime Kocagöz Evi. |
5 numaralı yapı Fehime
Kocagöz Evi, mimar Ziya Nebioğlu’nun tasarımı. ABD’de mimarlık eğitimi alarak
yurda dönen, İzmir’de mimarlık bürosunu açarak yörede pek çok yapı tasarlayan
meslektaşımızın Söke’deki yapılarından birisi bu. 1950 başlarına
tarihlenebilir. Şimdi anaokulu olarak kullanılıyor. (İlgilenenler için ayrıntılı bilgi: Yasemin Sayar, “İzmir’de Amerikan
Modernizminden İzler: Ziya Nebioğlu Mimarlığı (1948-1975)”, Mimarlık 359,
Mayıs-Haziran 2011)
6. Fuat Ersoy Evi. |
6 numaralı yapı Fuat
Ersoy Evi, eski dokunun izini belirler gibi sokağa doğru hafif çıkmış durumda.
Belli ki hayli eski bir yapı, Rum mahallesindeki evlerle akraba bir hali var.
Kemal Ahmet Arû söz
konusu raporunda şöyle belirtiyor: “Şehirde
kültürel bir özelliği bulunan bir inşa tarzına tesadüf edilmedi. Eski binalar
içinde menşei İzmir ve Sakız tertibi olan evler görüldü. Söke’ye has bir tip
göstermek kabil değildir. Yeni inşaatta da mahallî bir özelliğe tesadüf
edilmedi. İlerki seneler inşaatında ihya edilmesi lüzumlu görülen, Söke’nin taş
duvar örgüleri tipidir. İnce tuğla veya kiremitle karışık kesme veya moloz taş
duvar örgüleri bir özellik arzetmektedir.” (Arkitekt, 1948-09-12, 201, 202,
203, 204)
Söz konusu taş
örgüyü 1 numaralı yapıda görebiliyoruz. Yörenin bir de kolay işlenebilen, ancak
rüzgâr erozyonuna dayanıklı olmadığı için de sıvalı olarak kullanılan bir taşı vardır.
Muhtemelen 6 numaralı yapı da böyle bir taşla yapılmış olabilir.
Değerli hocamız
Arû’nun yorumlarını tarihçilerin ilgi alanına bırakarak başka bir değerlendirme
yapmak istiyorum. Söke gibi çok da eski olmayan bir kentteki küçük bir alanda
birlikte var olan farklı mimari tarzların, ayrı ayrı ve birlikte kent peyzajını
zenginleştirmelerini, çevrelerini etkilemelerini, bir tür rol modeli olmalarını
önemsiyorum. Burada bir doku bütünlüğünden söz edemeyiz elbette. Yan yana
gelmeleri pek de doğru kabul edilmeyecek yapıların, örneğin 1 ve 2 numaralı
yapıların en azından 60-70 yıldır birlikte var olmaları, güzelliklerini hoş bir
rekabet içinde sergilemeleri, kent hafızasında birlikte yer etmeleri başlı
başına bir değerdir. Bu özellikleriyle de korunmaları, gelecek kuşaklara
aktarılmaları sağlanmalıdır.
Bu yapılar özlemlerin
dışa vurulduğu, farklı yaşam tarzlarının yansıdığı yerlerdir; zamanın
değiştiğini hissettirirler. Kentte bu yapılara benzer başka yapılar da görmek
mümkün, şimdi çoğu apartman bloklarının arasında kalsa da hâlâ eski
görkemlerini, yaşanmışlıklarını gösteriyorlar. Dikkatimizi çekmesi gereken bir
başka olgudan da söz etmek istiyorum. Bu yapıların önemli bir kısmı yöredeki
yapı ustaları tarafından gerçekleştirilmiş. Önceleri geleneksel evlerin
tarzları, daha sonra da dışarıdan ışınlanan mimari tarzlar taklit edilmeye
başlanmış. Bunun mimarlık üretimi açısından önemli bir tartışma konusu olduğunu
da düşünüyorum. Henüz ihtisas ayrımının yerleşmediği dönemlerde daha yoğun
biçimde, ancak günümüzde de süregelen şekliyle, gerçekleştirilen mimarlık
hizmetlerinin sadece ilgili yapıyla sınırlı kalmadığının, kalamayacağının da
farkında olunması, mimarinin beklenenden daha yoğun bir etkileme gücüne sahip
olduğunun unutulmaması gerekiyor.
İngiltere Kraliyet
Mimarlar Enstitüsü, RIBA’nın hazırladığı “Daha
İyi Konutlar ve Daha İyi Mahalleler Politika Belgesi”nde şöyle deniyor: “Yüksek nitelikli tasarım konutlara ve bu
konutların çevrelerine değer katar. Yeni geliştirilen alanların değerini
yükseltir, daha yüksek kullanıcı memnuniyeti yaratır, daha iyi bir kamusal alan
oluşturur ve mal sahiplerinin prestijini yükseltir. İyi tasarlanmış,
sürdürülebilir konutlar daha uzun yıllar dayanacak, kullanımları daha esnek,
ısıtma, aydınlatma ve bakım giderleri daha düşük, öte yandan güvenlikleri daha
yüksek olacak ve zarif bir şekilde yaşlanacaktır. İyi tasarımın insanların
kendilerini iyileştirme duygusuna katkısı vardır.”
Söke’nin “zarif bir
şekilde yaşlanan” bu güzel yapılarının gelecek kuşakların da beğeni düzeyini
yükseltmesini diliyorum.
(Fotoğraflar: Levent Tuncer)
Bu yazı Mimarlık
dergisinin 379. sayısında (Eylül-Ekim 2014) yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder