Mimarlık
ve meslek etiği kuramsal yanları olan bir konu. Bu konularla sizi fazla
sıkmadan sadece bazı tanımları paylaşarak geçmek istiyorum. Etik konusu töre bilimi
olarak tanımlanıyor. Yunanca “ethos” yani “töre” kelimesinden kaynaklanıyor. Doğru
davranışı, yanlış davranıştan ayırabilmek amacıyla ahlak kavramının doğasını
anlamaya çalışmak. Zaman zaman ahlakla etik arasındaki ayrım da bulanıklaşıyor.
Türkçede etik sözcüğünün yanlış biçimde ahlak sözcüğüyle eş anlamlı olarak
kullanıldığını görüyoruz. Bazı felsefecilerimiz ahlak kavramını etik kavramını
da kapsayan daha geniş bir çerçeve içerisinde sunuyor. Ancak bugünkü konumuz bu
değil; bu konulara girersek biraz zor çıkarız diye düşünüyorum. Ahlak
dediğimizde daha çok belli bir yer ve zamanda geçerli olan değer yargılarını
anlıyoruz. Ahlaklar yere ve zamana göre değişiyor. Etik ile ahlak arasındaki en
temel fark, ahlakın toplumsal değerlere dayanırken etiğin evrensel insani
değerlere dayanmasıdır.
Pek çok
konuda konuşmalarımızda etik değerlere vurgu yapıyoruz. Ne değişti de etik kavramı
bu kadar sık kullanılır oldu? Son zamanlarda etik sorunlar mı arttı, ya da
bizim farkındalığımız mı arttı? Üçüncü bir şık daha var; her ikisi de arttı.
Basın yayın organlarının gelişmesiyle birlikte, sosyal medyanın yaygın
kullanımıyla bugün her şeyi paylaşır, daha farkında olur hale geldik.
![]() |
Kapak deseni, Tan Oral. |
![]() |
Karikatür, Avni Odabaşı. |
Sadece mimarlıkta değil diğer disiplinlerde de farklı etikler dile getiriliyor. Örneğin “basın etiği” en çok konuşulan bir konu. Burada iki örnek seçtim. Bir tanesi meslektaşımız Tan Oral’ın çizimiyle 1984 yılındaki basın özgürlükleriyle ilgili bir kitabın kapağında işlediği bir desen. 12 Eylül’ün karanlık günlerinde basındaki sıkıntıları dile getiren bir kitap bu. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin bir çalışması. Diğeri ise bugünkü basının durumunu hicvediyor. Her ikisi de daktilo başındaki aydını konu almış. Birisi yukarıdan manipülasyonlu; diğeri ise sivri daktilo tuşlarına rağmen yaralı parmaklarıyla yazmaya çalışan bir aydını simgeliyor. Yıllar içerisindeki değişimin yansıması. Bugün basın etiği konusunu daha fazla açıklamaya gerek yok, ciddi bir haber kirliliği içerisindeyiz.
“Uzay
etiği”nden bahsediliyor. Henüz keşfedilmemiş, sorunlarını tartışmadığımız bir alanda,
uzayın nasıl kullanılacağı konusunda netleşmemiş kuralların etiğinden
bahsediliyor. Tabii ki “internet etiği”, “çevre etiği” gibi alanlar var.
Yılardır Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarının öneminden bahsettik.
Ama gazetelere yansıdığı şekliyle, hazırlanan binlerce raporun % 90’ı, ilgili
projenin hiç bir çevresel sorun yaratmadığı doğrultusunda görüş içeriyor.
Buradaki “çevre etiği” konusunu yine o disiplinin mensuplarıyla beraber
tartışıyoruz.
“Bioetik”ten
söz ediliyor, GDO’larla ilgili çalışmalara ilişkin bir haber dikkatimi çekti, sizinle
paylaşmak istedim. GDO, yani genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili
olarak dünyada yapılan çalışmaların çoğu GDO’nun geliştirilmesi üzerine,
GDO’nun zararları üzerine üniversitelerde çok az çalışma yapılıyormuş. Çünkü bu
çalışmaları üniversitelerde GDO şirketleri destekliyormuş. Bu da akademik
alanındaki bir etik sorunu gündemimize getiriyor.
Dilimize
yeni giren bir kelime “mobbing” ya da “bezdiri”. Sizden daha iyi olduğunu
düşündüğünüz bir kişinin yükselmesini önlemek anlamında yapılanları aktaran, iş
ortamına yönelik bir kavram.
Farklı
disiplinlerin kendi alanlarından kaynaklanan ve her birisini uzun uzun
açabileceğimiz etik sorunları var. Bu aşamada ele alınan konuların bazılarının “suç
mu yoksa sadece etik bir sorun mu?” olduğu sorusunu tartışmak gerekiyor. Ben
sunuşumda bundan sonra da benzer şekilde pek çok soru açıyorum. Bu soruların
cevabını burada vermemiz gerekmiyor. Beraber düşünebiliriz ve farklı cevaplar
da bulabiliriz.
Bir
hekim hastasını yalnız para kazanılacak birisi olarak görüyorsa orada etik
sorun var demektir. Bir öğretmen öğrencisini bir müşteri olarak görüyorsa ve
sınıftaki öğrencilerinin aynı zamanda insan olduğunu unutursa, orada da etik
sorun var demektir. Bu alanda yazan, fikir üreten değerli akademisyenlerin
çalışmalarından spotlar halinde aktarıyorum.
“Bütün
etik meseleler, insan hakları, yaşam hakkı üzerine kuruludur. Etiğin nesnesi
kişidir, gruplar ya da toplum değildir.”
“Yaşamak
karar vermektir. Karar verdiğinizde de bundan etkilenen insanlar olur. Onun
için insanın olduğu her yerde, insanların arasında etik sorunlar olabilir.”
“İnsanı
amaç olarak gören ya da insanın değerini koruyan, insanın değerine zarar
vermeyen ilişkiler kurulursa etik sorunlar da ortaya çıkmaz.”
“Etiğin
temeli insanın değeri ya da onuru varsayımına dayanır.”
Özlü
güzel sözler. Etik eylem için bir reçete ya da bir ilke var mı? Hayır, böyle
bir ilke yok. Eğer bir sorunun tam kesin bir cevabı varsa, o etik bir sorun
gibi gelmiyor. Genellikle etik sorun, iki değer arasında seçim yapmak gerektiği
zaman ortaya çıkıyor. “Ne yapmak gerekiyor?” diye sorduğumuzda yapılacak şey
büyük ölçüde, insanın kendini nasıl var ettiğiyle ilgili.
İnsanların
davranış repertuarları vardır, düşünce repertuarları gibi. İnsanlarla
konuşarak, başka insanların yaşamlarını öğrenerek gelişiyor, iyi insan
olabiliyoruz. Bir de bunların birbirine karıştığı yerler var: gri alanlar. İşte
oralarda da daha çok iyi şeyler yapar oluyoruz, daha iyi anlıyor, daha iyi
değerlendiriyoruz ve yaşamımızın çoğunda eğer bunu başarabilirsek, sonunda bize
iyi insan diyorlar. Kuçuradi’nin bir sözünden alıntı: “İnsanda temel
potansiyellerden biri, işte bu iyi olabilme potansiyelidir.”
Hayatımızda
önümüze yollar çıkar, seçme şansımız olur. Her zaman yanlış karar verebilme
ihtimali de vardır. Doğru seçimin hangisi olduğunu hep bilmek önemli; bazen
doğru seçimi yapmak cesaret ister ve çok zor olabilir. Doğruyu yapmanın elbette
bir bedeli vardır, ona da hazır olmak gerekir. Bütün bunların nasıl öğretilebileceği
üzerine düşündüğümüzde de “bir etik eğitimi nasıl verilebilir?” sorusu gündeme
geliyor. Etik eğitimi kural öğreten bir eğitim değil, bilinçlilik kazandıran,
iki değer çatıştığında kişinin kendi özgür iradesiyle karar vermesini sağlayan
eğitimdir, yani özgürleştirici bir etik eğitimi ancak etiktir.
Mimarlıkta Meslek Etiği / Tespitler
Etikle
ilgili bu genel sunuştan sonra mimarlık alanında bazı tespitlerle konuyu açmaya
devam edelim. Ne oldu da mimarlıkla meslek etiği konusu bu kadar hayatımızın
içerisine girdi?
Hızlı
değişimler nedeniyle değer yargıları giderek daha sık gözden geçirilir oldu.
Değişimin hızı ve karmaşıklığı, oturmuş ilişkilere olanak vermediği için yeni
kurallar sistemi oluşturulamıyor. Kuralları çiğneyenler avantajlı duruma
geçiyor. Yüzyılların değer yargıları ile yeni oluşmakta olanların çatışması,
hem her bir meslek mensubunun kendi vicdanında, hem de meslektaşlar arasında
yaşanıyor. Benzer bir çatışma, meslek mensubu ile mesleğini uygularken
işbirliği yaptığı ya da muhatap olduğu kişi ve kuruluşlar arasında da
yaşanıyor.
Mimarlık
hizmetinin üretilmesinde farklı yapılar oluştu: Büyük tasarım firmaları ve bir
iki kişinin çalıştığı bürolar. Mimarın hizmeti değil de imzası yasal bir
zorunluluk olarak yerleşince, imzacılık ortaya çıktı, yapanlar ayıplandı. Zaman
içinde, imzacılığın çeşitli biçimleri yaşandı: Yabancı mimarların projelerini
imzalamak. Bu durumlarla ilgili davranış kuralları yeterince geliştirilmedi.
Eğitimin
niteliğindeki düşüş, mimarın bilinç düzeyini geriletti ve meslek kurallarına
duyarlılığını azalttı. Müellif kavramı bulanıklaştı, birinin başladığı bir işi
izinsiz olarak tamamlama ya da değiştirme rutinleştirildi. Projelerin
müelliften habersiz kullanılması veya değiştirilmesi iyice kolaylaştı.
“Bilgisayar
icat oldu, mertlik bozuldu”. Projeler işverene sayısal ortamda teslim edilmeye
başlandı; çizimler internetin tanımlanamayan uzayında dolaşır oldu. Hatırlar
mısınız, eskiden ozalitçilerde kanal bağlantı detayı olurdu. Projenizi
götürürdünüz, belediyeler istediği için projenin uygun bir yerine kanal
bağlantı detayı eklenirdi. Daha sonra sistem kesiti istenir oldu. Ben farklı
cepheler için hazırlanmış birkaç sistem kesiti de gördüm ozalitçilerde.
İnternette bunları yapmak artık çok daha kolay oldu. Proje süreleri, neredeyse
fotokopi çekme süresine düştü ve ücretler de bu düşüşü izledi. Sayısallaşmanın
getirdiği bu ve benzeri gelişmelerin meslek etiğine etkisi henüz yeterince
tartışılmadı.
Mimarlık
ürünü, mimarın tek başına elde ettiği bir nesne değildir. Kullanıcının ve
toplumun çıkarlarının, müşteri-yatırımcı-yüklenici üçlüsünün çıkarlarıyla büyük
ölçüde çeliştiği bir toplumda mimar, etik açıdan açmazda kalır. Özellikle,
yapılaşma oranını, doğal/kentsel mekânın kaldırabileceğinin çok üstüne çekme
gücü olan taraflar karşısında mimar, kullanıcının ve toplumun yararını
savunmakta genellikle aciz kalır; bu açmaz, mimarın işi alıp almama kararını
bile etkiler; pek çok örneğini gördüğümüz gibi.
Kentlerdeki
ve kıyılardaki arsa değer artışlarından sağlanan olağanüstü kazanç, buralardaki
yapı haklarını artırabilenlere önemli avantajlar sağladı. “Daha fazla imar
hakkı sağlama becerisi” bir meslek etiği konusu olarak gündeme geldi.
İnsanların
doğaya verdiği zarar, yapılı çevrenin karşılaştığı sorunlar ve insanların yaşam
koşulları arasındaki uçurumlar, mimarların da geniş kitlelerin sorunları ile
ilgilenmesini kaçınılmaz kıldı. Serbest çalışan bir mimarın benimsediği meslek
etiği ilkeleri, piyasada işi alma aşamasından başlayarak, işin sonuna kadar,
onların tercihlerini ve davranışlarını etkiler. Keza ücretli olarak bir kurumda
çalışan mimarlar da görevlerinin her aşamasında, meslek etiği anlamında tercih
ve kararlarla karşı karşıya kalırlar. Mimarın yaşamını ve yaşam biçimini
etkileyen en önemli tercih, işveren talepleri (ya da amirinin istekleri) ile
toplum yararı arasında yapmak zorunda kaldığı tercihtir. İşte etik sorunlar
burada ortaya çıkıyor.
Meslek
pratiği, taraflar arasında zaman içinde karşılıklı bir uzlaşma sağlar. Buradaki
kırmızı çizgiler nedir? Hepimizin kırmızı çizgileri olması gerekir; farklı
farklı da olsa… Sadakat, gizlilik, dürüstlük ve benzeri kavramlar, insanlığın
ve doğanın yararına işleyen sistemlerde olumlu olabilirken, bu erdemleri
insanlık düşmanı bir mekanizmanın hizmetine sunmak ne kadar doğrudur? Olayın
tümü etik dışı ise, bunun içinde dürüst olmak mı daha doğrudur, yoksa bu etik
dışı olayın tümüne karşı çıkmak mı? Soruyu şu şekilde özetleyebiliriz: İmar
suçu işleyen bir yapıya kaliteli hizmet vermek etik bir sorun mudur?
Etik Kılığına Girmiş Estetik Sorunlar
Şimdi
bir takım örneklerle konuyu açmaya çalışalım. Bu konuyla ilgili daha önce
yapılmış olan panellerde, diğer disiplinlerden bu konularda katkı yapan
hocalarımızla, felsefecilerle birlikte tartıştığımızda, bizim etik bir sorun
diye ele aldığımız bazı örneklerin aslında etik sorular çerçevesinde tartışılan
estetik sorunlar olduğu dile getirildi.
![]() |
Keçiören apartmanlarından örnekler. |
![]() |
Keçiören apartmanlarından örnekler. |
“Adliye sarayları”
ve “Keçiören apartmanları” örneklerini ele alabiliriz. Bu tarz yapıları beğenmiyoruz,
bunların çağımıza yakışmadığını düşünüyoruz. Adliye sarayları gibi kamu
yapılarının böyle yapılmamasını, Selçuklu motifleriyle süslenmiş yapıların 21. yüzyıl
mimarisine yakışmadığını, bunların yanlış olduğunu söylüyoruz. Ama felsefeciler
bunun estetik bir sorun olduğunu dile getiriyor. “Bir mimar böyle bir yapıyı
beğenebilir, Keçiören apartmanlarındaki gibi bir tarzı tercih edebilir, işveren
evinin böyle olmasını tercih edebilir, buna kim karışabilir” deniyor. Elbette
tasarım özgürlüğü kapsamında ele aldığımızda bu yaklaşım doğru olabilir, ama gerçekten
öyle mi?
Ankara’yı
bilenler bilir, Keçiören Belediyesi bu tarz bir cephe düzeniyle gelmezse o
projeyi onaylamıyordu. Benzer bir uygulamayla Eskişehir Belediyesi de kendi
beğenisi çerçevesinde cephelerle ilgili kural dayatabiliyor, “pencere söveleri
böyle olacak” diyebiliyordu. Belediyelerin oluşturmaya çalıştığı estetik kurulların
tasarım özgürlüğüne müdahalesi söz konusuydu. Burada mimarın kendisinin
tasarımı tercih ettiği için mi böyle yaptığı yoksa işverenle uzlaşmak için mi
taviz verip vermediği söz konusudur. Bu konuda nasıl bir iç fırtına yaşadığının
tartışılması gerekir.
![]() |
Değişik adliye sarayı örnekleri.
|
“Daha Fazla Etik, Daha Fazla Estetik”
2000
yılındaki 7. Venedik Bienali “Daha Çok Etik, Daha Az Estetik” başlığıyla
kurgulanmıştı. Dünyada böyle bir tartışma vardı; buna karşı çok sert tepkiler
gösterildi. Etik ve estetiğin birbirine karşı olmadığı, daha fazla etik ve daha
fazla estetiğin mümkün olduğu dile getirildi. Bu tartışma Türkiye’de düzenlenen
uluslararası platformlara da yansıdı. İlgilenenler internetten bu konuyla
ilgili kaynaklara bakabilirler.
Kültür Varlıklarının Korunmasında Etik
Kültür
varlıklarının korunması alanındaki etik kaygıları dile getirmek gerekiyor.
Birincisi kültür varlıkları koruma kurullarının bileşimi ile ilgili. Öyle bir
bileşim var ki içinde karar verici olarak neredeyse mimar yok ya da belki bir
kişi mimar, diğerleri hukukçu olabiliyor, belediye temsilcisi olabiliyor.
Bunlar sizi yönlendiriyor, hatta ikna ediyorlar. Siz onların kabul edebileceği
tarzda projenizi revize edebiliyorsunuz. “Kurul bunu beğenmez” diyerek kurulun
tercih ettiği yönde dönüştürüyorsunuz. Oysa size emanet edilmiş bir kültür
varlığı söz konusu.
Kurul
sürecindeki bu sıkıntıları yaşamak istemeyenler için de “iş bitirici” ekipler
var. Projenizi bitiriyorsunuz, size tavsiye edilen bazı bürolar aracılığıyla bu
ilişkileri sürdürüyorsunuz. Sahte restitüsyon projelerinin de üretildiği dile
getiriliyor; bunların önemli bir kısmı tabii ki suç. Sahte restitüsyon
projeleriyle proje üretmek suç. Savcılığı intikal etmesi gereken bir suç, ama
bu süreci yaparken “ben buna katılmıyorum elimi kirletmiyorum” demek başka bir
şey.
Mimarlar
Odası Antalya Şubesi’nin dergisinde “Koruma
Kurullarındaki Etik Sorunlar” başlıklı kapsamlı bir dosya var. Orada,
özellikle iyi niyetle de olsa, koruma kurullarındaki kişilerin proje
sahiplerine müdahalesinin yol açtığı etik sorunlardan söz ediliyor. Burada
sadece bazı örnekleri dile getirip geçiyorum. Her bir konuda mimarların çalışma
alanları ile ilgili farklı farklı etik sorun kümeleri olduğunu görüyoruz.
“Âdâb Kodları”
![]() |
Gülru Necipoğlu, Sinan Çağı, Osmanlı İmparatorluğunda Mimari Kültür, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. |
Geçmişte
nasıl oluyordu, bu konu nasıl ele alınıyordu diye ufak bir parantez açalım.
Gülru Necipoğlu “Sinan Çağı” adlı
kitabında “Âdâb Kodları” başlığı altında geçen bir bölüm var. Meraklısı
incelese çok güzel şeyler görecektir. Kitapta Mimar Sinan döneminde yapıların
oranlarıyla, yapının işverenine bağlı olarak nasıl olabileceğine dair bir takım
kurallar, günümüzdeki imar kurallarına da benzeyen kurallar dile getirilmiş.
Belirli kategoriler oluşturulmuş; “vecῑh ve münāsip / muvāfık / lāyık” diye
(Yakışır ve münasip / uygun / layık).
Kitaptaki
ilgili bölümde ayrıca benzer şekilde çağdaşlarının dönemlerindeki “Âdâb
Kodları” neler olabilir diye bazı örnekler verilmiş. Örneğin “Âdâba riayetin
özellikle övülmeye lâyık olduğu kamusal ve vakarlı yapılarda, mimarın büyük bir
tevazu ve ihtiyatla davranması lâzım olur.” (Terzo Libro) deniyor. Leone
Battista Alberti de “Bir mimarda öncelikle övmemiz gereken şey, neyin münasip
olduğuna hükmetme yeteneğidir.” diyor. Bunları çağların içinden günümüze kadar süzülerek
gelen cümleler olduğu için sizlerle paylaşmak istedim.
Aşırma (İntihal) / “Hoş Görmek”, Kanıksamak
![]() |
Salih Memecan, ODTÜ Mimarlık Fakültesi, 1973-74 Yıllığı. |
İntihal
konusu “plagiarism” (aşırma) akademik ortamda çok sık dile getiriliyor,
akademik tezlerde farklı çalışma alanlarından yapılmış çalışmaları sahiplenmek
ve kendi çalışması gibi sunmak kapsamında gündeme geliyor. Resim 6’da bir
meslektaşımızın öğrenciyken çizdiği bir karikatürü görüyorsunuz. Tabii ki
öğrenciler çok dergi karıştırıyor, hepimiz karıştırıyoruz ama bu çalışmalar acaba
farklı etik sorunlara yol açıyor mu, esinlenme ne kadar masum? Bunu tartışmak
gerekir. Mimarlık basınının empoze ettiği imaj bombardımanıyla karşı
karşıyayız. Mimarlık basınını işverenlerimiz de görüyor. “Ben böyle istiyorum”
dediği zaman sizin karar verme süreciniz nasıl etkileniyor?
Tabii
konsept proje uygulamaları da farklı bir müelliflik hakkı sorunu yaratan bir alan.
Özellikle uluslararası kuruluşların projelerinin ülkemizde uygulanmasıyla
ilgili bu konu çok sık gündemimize geliyor.
Ücretli Çalışan Mimarlar
Bürolarda
ve kamuda çalışan meslektaşlarımızın çalışma sürecinde karşılaştığı etik
sorunlar var, elbette onlardan da benzer şekilde duyarlılık bekliyoruz. “Ben bu
alanda çalışıyorum, ne olursa olsun çizerim, gerisine bakmam” mı diyeceklerdir,
ya da nasıl bir davranış içerisinde olmalarını bekliyoruz. Bunun çok ciddi bir
bedeli de var, işten atılabilirsiniz. Ücretli çalışanlara baskı yapılması,
çalışma ortamlarının düzenlenmemesi, bunlar bürolardaki çalışma düzeni ile
ilgili etik sorunlar. Ücretlilerin tasarım haklarının korunması, çalışanların
mesleki gelişimlerinin desteklenmesi, onlara doğru ücretler verilmesi,
emeklerini doğru referanslı bir şekilde işlerinin altına yazmak sorumluluğu
gibi pek çok ilişki henüz şu anda sadece büro sahibi mimarla ücretli çalışan
mimar arasındaki gönüllü ilişkiye bağlanmış durumda. Oysa bunların etik bir
duyarlılıktan çıkarak bir yaptırım seviyesine getirilmesi, bürolarımızın bu
anlamda bir yaptırıma tabi tutulması mümkün. Böyle bir sürecin yaşanması
gerekir.
Farklı Ülkelerdeki Farklı Etik Anlayışlar
Farklı
ülkelerde farklı etik anlayışlar, uygulamalar gözlüyoruz, halbuki olmaması
gerekir. Bunu özellikle küreselleşme çağında görüyoruz. Kendi ülkesinde yapmaya
yeltenemeyeceği davranışları bir başka ülkede yapmak, onlar için bunu layık
görmek bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin nükleer santral lobilerinde
bunu görüyoruz. Kendi ülkesinde nükleer enerjiye karşı olan pek çok kişi kendi
ülkesinde başka bir ülke için nükleer santral yapan bir fabrikanın çalışması
için nükleer santrali o ülkede savunabiliyor. Keza Çin gibi çok yatırım alan
bir ülkede üstlendikleri inşaat çalışmalarında kendi ülkelerinde yapmadıkları,
yapamadıkları davranışları, uygulamaları orada fütursuzca yapan mimarlar
eleştiriliyor, ayıplanıyor.
Tarlabaşı Örneği
![]() |
Karikatür, Heinrich Tessenow.
|
Tarlabaşı
projesi gibi örnekleri ele alalım, herkes biliyor herhalde Tarlabaşı
Projesi’ni. Ciddi bir yükseklik, ciddi emsal fazlalığı ve oradaki dokunun
tamamıyla yıkılması, yer altından yer üstüne kadar yeniden yapılması söz
konusu. Özellikle Osmanbey’den Şişli’ye doğru giden cadde üzerinde yapılan
acayip uygulamaları İstanbul’u bilenler hatırlayacaklardır. 2. grup eski eser
uygulamaları, alttaki iki katı eski eser gibi görünen ama üstünde burada
karikatürünü verdiğimiz gibi cam cepheli yapılar yapılmıştır. Yıllardır tüm bu
uygulamaları eleştiren meslektaşlarımız tarafından Tarlabaşı’nda bir bölge benzer
şekilde yenileniyor.
Bir de
bu bölgenin başka bir özelliği var, bu bölgeye benzer yerlerde Tarlabaşı gibi
Sulukule gibi Balat gibi bölgelerdeki sosyal dokunun ötelenmesi,
değiştirilmesine yönelik bir yönü de var bu projelerin. Mimar olarak sadece
mimari projedeki doğruların yanlışların ötesinde konuyla bu yönüyle de
ilgilenmek, o yönüyle de bir etik sorumluluk üstlenmek gerekmiyor mu?
Mimarlık Yarışmaları
Mimarlık
yarışmaları konusunda da birkaç şey söylemek istiyorum. İstanbul’daki Atatürk
Kültür Merkezi’nin yıkılması gündeme geldiği zaman, Kültür Bakanı böyle
söylediği zaman kıyamet kopmuştu. Pek çok meslektaşımız duyarlı bir karşı duruş
gösterdi ve buranın yıkılmasına karşı tavır geliştirdiler. Nitekim bunlar
etkili oldu ve Atatürk Kültür Merkezi yıkılmadı. Fakat daha sonra o zamanki
başbakanımız şimdiki cumhurbaşkanımız “ben bunu yıkıcam da yıkıcam” dedi ve
sonuçta şimdi kolonları sıyrılmış, tadilat projesi yarım bırakılmış tehlikeli
bir biçimde duruyor. İstanbul Belediye Başkanı Mimar Kadir Topbaş bu yıkılma
kararı önlendikten sonra kamuoyuna şöyle bir demeç verdi: “Biz bu süreci yanlış
yönlendirdik. Biz öncelikle Atatürk Kültür Merkezi yerine bir mimari yarışma
açmalıydık. Önce bir mimari yarışma açıp, bu mimari yarışmaya mimarların
katkısını istedikten sonra burayı yıkmalıydık.” Sonucunu tahmin edebildiğimiz
acı bir şeye yönlendiriyor bizi. Her türlü yarışma mubah sayılıyor. Tabii ki
yarışmalar mesleğimizin çok önemli bir yanı, yarışmaları önemsiyoruz ama imar
suçlarını örtecek şekilde düzenlenen bir yarışma müessesesini reddetmemiz
gerektiğini de hatırlatmak istiyorum.
1968’de,
dünyanın ayağa kalktığı o günlerde Türkiye’de de heyecanlı bir yaşantı olmuştu.
O zamanlarda 6. Filo’nun askerlerinin denize dökülmesi gibi olaylar yaşanmıştı,
büyük protestolar oluyordu. İşte o günlerde Mobil Oil şirketinin bir resim
yarışması düzenlediğini ve bu resim yarışmasını ressamların boykot ettiğini
öğreniyoruz. Bir Amerikan şirketinin yarışmasını istemiyoruz diye. Yarışmaya hiçbir
ressam katılmamış. Ressamların bir örgütü yok o zamanlar. Akademinin önünde
Mobil Oil’in amblemi olan kanatlı at heykeli kâğıttan yapılmış ve yakılmış. Bu
bir duygu birlikteliğini gösteriyor, tersinin düşünülemeyeceği bir ortamın
ürünü. Uyarıları yapılan, meslektaşlarımıza yarışmaya girilmemesi konusunda
ciddi uyarıları yapılan, müelliflik haklarının ciddi şekilde zedeleneceği
uyarıları yapılan pek çok yarışmaya meslektaşlarımızın katıldığını görüyoruz.
Bir
başka konu da ciddi anlamda sorun yaşanan seçmeli yarışmalar. Bunlara yarışma
da denmeyebilir; çağrılı ekiplerin katıldığı, jürisi işverenlerden oluşan bir
süreç bu. Belirlenen 3- 5 bürodan projeler alınıyor ve onlara belli bir ücret
veriliyor. Ondan sonra içlerinden birisine ya da bambaşka bir kişiye o
projelerin beğenilen yanları gösterilerek “ben girişi böyle, çıkışı böyle,
cephesi böyle istiyorum” diyerek tarifleniyor. Sonuçta ortaya karışık bir şey çıkıyor.
Şimdi bu sürecin sonunda projeyi toparlayan mimar da, sonucunu bilerek ön elemeye
projesini veren mimar da ciddi sorun yaşıyor. Projeler internetin tanımlanamayan
uzayında dolaşıyor dediğimiz gibi, siz onlara sayısal ortamda projelerinizi
teslim ediyorsunuz, fikrinizi söylüyorsunuz. Sonuçta yarışma da değil,
kuralları, mimari hakları koruyan bir yasal çerçevesi yok.
Tabii ki
yarışma konusunda daha bir sürü şey söylenebilir.
İş Kazaları ve Mimarın Meslek Etiği
Ben
meslek etiği konusunda, çalışma alanlarımızla ilgili farklı alanlardan bazı konulara
spot tutmaya çalışıyorum; örneğin inşaatlarda iş kazaları. Torunlar’daki kaza
olmadan önce iş kazası konusundaki bu haberi bir gazeteden aldım. Zaha Hadid’in
tasarladığı 2022 Dünya Kupası için Katar’da yürütülmekte olan El Vakrah
Stadyumu’nda ve o civardaki bir düzine projede 1000’i aşkın işçi iş kazalarında
yaşamını yitirmiş. Kendisine bunu sorduklarında “mimar olarak benim alanıma
girmez. Böyle bir nüfuzum yok” diye cevap vermiş. Ne kadar tanıdık değil mi?
Oysa Zaha Hadid, 2010’da Time dergisi tarafından yılın en nüfuzlu 100 kişisi
arasında sayılmıştı. Oysa başka meslektaşlarımız aynı konuda farklı bir duyarlılığı
gösterebiliyorlar. Libeskind Çin Halk Cumhuriyeti’nde işçi haklarında sorun
olduğu için “ben orada proje yapmam” diyebiliyor, projeleri reddediyor. Diller
Scofiduo + Renfro işçiler için belli sosyal ve kültürel imkânları garanti eden
projelerde çalışmayı kabul ediyor.
![]() |
Spine Tower, Maslak. |
Soma’daki
maden kazası yüreğimizi yaktı hatırlarsanız. O madenin sahiplerinin İstanbul’daki
gökdelen binası; Spine Tower. Bunu da yine bir gazete haberinden aldım. Bu
binanın yatırımı için bir takım kuruluşlarla görüşmeler yapmışlar ve o yatırım
kuruluşu, Soma’daki holdingi incelemiş ve “sizin madenlerinizde ölümler
olabilir her an, biz ölümlerle gündeme gelmek istemiyoruz.” diyerek yatırım
yapmayı reddetmişler. Belki yatırım yapmamak için bahane buldular, bilemiyoruz
ama böyle diyebilmişler. Oysa yapının teknik elemanları bunu diyememiş, ne
mimarı ne diğer mühendisleri böyle bir işi reddetme cesaretini gösterememiş.
Böyle bir iş reddedilebilir mi? Önünüze imar durumunu alarak gelmiş böyle bir
alan reddedilebilir mi? Bu bizim kendi içimizdeki kırmızı çizgilerle ilgili bir
sorun.
Bu proje
basında çok sık tartışıldıktan sonra başka bir konu daha gündeme geldi. Bu
projedeki 2 bodrum katı, kaldı ki ikisi de cadde üstünde, 9 bodruma ve 44.000
m²’lik alan 132.000 m²’ye çıkmış. Rakamları yine basından aktarıyorum. Şimdi bu
artışı becermek elbette teknik bir ustalık gerektiriyor. Giriş kotunu nereden
aldığınıza bağlı. Öğrencilerin yoğun olduğu bir oturumda imar hakkı nasıl
çoğaltılır diye öğretiyoruz.
![]() |
Asansör kazasıyla gündeme gelen Torunlar Rezidans. |
Bunlar
tartışılırken Torunlar Rezidans’daki işçi ölümleri gündemimize geldi. İşçileri
koruyamayan devletimiz inşaatı korur oldu.
Burada birbirine atılan suçlar, belirsizlikler oldu. “Üretilen belirsizlik” ve “organize sorumsuzluk” deyimleri Murat Balamir hocamıza ait, depremden sonraki ortama ilişkin bunları dile getirmişti. Depremde binlerce yapı yıkıldı, binlerce insan öldü. Mahkemeler kimi tutuklayacağını bilemedi. Bir Veli Göçer yakalandı. Onun dışında pek çok meslektaşımız da haklı haksız bir şekilde yargılandı. Ama Veli Göçer’in yıkılan yapılarından daha fazla ölümlerin yaşandığı diğer şirketler yıllardır İstanbul’un birçok projesini yapıyorlar. Hiçbir sorun yaşanmadı. Bu konu halkla ilişkilerle ilgili bir düzenleme, tepkinin yönlendirilmesi sorunu. Kimdir sorumlu belli değil? Projeyi yapan mimar “buraya 5 kat yapılabilir dediler ben ona göre tasarladım” diye kendini savunuyor. O projenin imar planını kim yaptı? Yapılan planları ilgili Bakanlık onayladı. Bakanlık “ben teknik elemanlarıma güvenmeyeceğim de kime güveneceğim, planı onlar hazırladı” diyebiliyor. Şimdi ortada belirsizlik var. Bundan dolayı, bu planları onayladığı için hiçbir devlet görevlisi yargılanmadı.
“Meslek yemini” bir çözüm olabilir mi? Bunları tartıştığımız ortamlarda
örneğin Eskişehir’de gerçekleştirdiğimiz son Mimarlık ve Eğitim Kurultayında “meslek
yemini” gündeme geldi. Diğer disiplinlerde gördüğümüz gibi örneğin doktorlarda
ve başka disiplinlerde var, mesleğe başlarken bir meslek yemini söz konusu
olabilir mi? Ben çok emin değilim ama meslek yemini gibi bir çözüm önerisi de
geldi.
Burada birbirine atılan suçlar, belirsizlikler oldu. “Üretilen belirsizlik” ve “organize sorumsuzluk” deyimleri Murat Balamir hocamıza ait, depremden sonraki ortama ilişkin bunları dile getirmişti. Depremde binlerce yapı yıkıldı, binlerce insan öldü. Mahkemeler kimi tutuklayacağını bilemedi. Bir Veli Göçer yakalandı. Onun dışında pek çok meslektaşımız da haklı haksız bir şekilde yargılandı. Ama Veli Göçer’in yıkılan yapılarından daha fazla ölümlerin yaşandığı diğer şirketler yıllardır İstanbul’un birçok projesini yapıyorlar. Hiçbir sorun yaşanmadı. Bu konu halkla ilişkilerle ilgili bir düzenleme, tepkinin yönlendirilmesi sorunu. Kimdir sorumlu belli değil? Projeyi yapan mimar “buraya 5 kat yapılabilir dediler ben ona göre tasarladım” diye kendini savunuyor. O projenin imar planını kim yaptı? Yapılan planları ilgili Bakanlık onayladı. Bakanlık “ben teknik elemanlarıma güvenmeyeceğim de kime güveneceğim, planı onlar hazırladı” diyebiliyor. Şimdi ortada belirsizlik var. Bundan dolayı, bu planları onayladığı için hiçbir devlet görevlisi yargılanmadı.
Bilirkişilik Alanında Etik
Konumuz
sadece serbest mimarlık alanındaki etik sorunlar değil elbette. Sabahki
oturumda sadece % 25 - % 30 civarında serbest çalışan mimar meslektaşımız
olduğu ifade edildi, doğrudur. Diğer meslektaşlarımız da mimarinin çeşitli
alanlarında saygın mimarlık hizmetleri yapmaktadırlar. Bunlardan bir tanesi de
bilirkişiliktir, yapı denetimidir, şantiyede görev yapmaktır vb. Bütün bu
alanlarda da süreç içerisinde etik sorumluluk gündeme gelmektedir. Mimarlar
Odası’nda bilirkişilik alanında görev yapacak meslektaşlarımıza eğitimler veriliyor.
Bu eğitimler kapsamında etik konusu da gündeme geliyor.
“Hâkim,
hakîm (bilgili, filozof), fehîm (zeki, anlayışlı), müstakim (doğru, namuslu),
emîn (güvenilir), mekîn (ağırbaşlı, temkinli), metîn olmalıdır” (Mecelle’den)
Burada aktardığım
tanımı bilirkişilik alanında yaptığımız bir sempozyumda bir hukuk profesörünün bildirisinden
aldım. Yine yılların deneyiminden süzülen bir
deyim. Burada karar vericiden bahsediyor hâkim derken. Yani “siz bir alanda
karar verirken bilgili, zeki, doğru, namuslu, güvenilir, ağırbaşlı ve temkinli
olmalısınız” diyor özetle. Bütün bunları kendimiz için de üstlenebiliriz. Sizin
teknik bilginize, donanımınıza ve toplumsal konumunuza sahip olmayan insanların
size güvenmeleri, inanmaları öte yandan mesleğinize ve konumunuza duyulan
güvenin istismar edilmesi söz konusu.
İklim Değişikliği ve Mimarın Sorumluluğu
Son
yıllarda ekoloji konusu bütün yakıcılığıyla gündemimize girdi. Özellikle teknik
elemanlar olarak bizim doğru veya yanlış tercihlerimizle ekolojiye nasıl
müdahale ettiğimizi irdelememiz gerekiyor. Kentler üzerinde atık gazların birikimi
ile oluşan sera etkisinin ve karbondioksit emisyonunun yarısı, inşaat ve ulaşım
sektörlerinden kaynaklanmakta. Öte yandan su havzalarının yapılaşmaya karşı
korunması, giderek azalan temiz su kaynaklarının kirletilmesinin önlenmesi
gerektiği açık. Mimarlar gelecek nesillere iklim ve doğal döngüsü bozulmamış,
sağlıklı ve sürdürülebilir çevreler bırakmakta birinci derecede yükümlüdürler.
![]() |
Kim Kime Dum Duma, Behiç Ak, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2003.
|
Burada yine bir meslektaşımızın kendi çizgileriyle ağır bir eleştirisini
görüyoruz. “Doğa sevgisini kaybetmiş politikacılar, orman vasfını kaybetmiş
arazileri imara açtı da biz mimar vasfını kaybetmiş mimarlara iş çıktı.”
Göç ve Kent Yoksulları
Bir
başka konumuz da “Göç ve Kent Yoksulları”. Farklı nedenlerle göçler devam
ediyor. Belki ilerde iklim nedenleriyle de göç olacak ama şimdi siyasi,
ekonomik nedenlerle göçler var. Özellikle kentlere yeni gelenlerle mevcut
halkın kaynaşmasında ciddi sorunlar yaşanmakta olduğunu gözlüyoruz. Bir insanın
kendi ülkesinde göçmen olması, istenmemesi, sevilmemesi son derece trajiktir.
Bunun giderilmesi yönünde ekonomik ve sosyal tedbirlerin yanı sıra mekânsal
düzenlemelerin de yapılması, yeni gelenlerin kent hayatına katılmalarına olanak
verecek farklı ortamların yaratılması gerekmektedir.
Mimarinin buna yönelik çözüm önerileri olabilir mi? Mimarlık,
yoksulluğa, göçten kaynaklanan yoğun barınma ve devasa kent sorunlarına tek
başına çare bulamaz. Ancak böyle bir sorunu da dışlayamaz, yok sayamaz. Bir meslek
etiği sorunu olarak belirtelim: Yoksullar için çalışmak, fikir üretmek
ödüllendirilmediği gibi, aksini kimse ayıplamamaktadır. Mimarlık, sadece
mimarlık hizmetinin bedelini ödeyebilenlere hizmet eden seçkinci bir meslek
midir? Bu ülkenin mimarları olarak, yoksullukla, göçle gelen yoğun barınma
sorunlarıyla ilgili projelerin üretilmesinde, gerçekleştirilmesinde aktif rol
alınabileceğini düşünüyorum.
Erişilebilirlik ve Mimari Sorumluluk
Bir başka konumuz da “Erişilebilirlik ve Mimari Sorumluluk”. Kentlerimizin
yaşanılır kılınmasının en önemli göstergelerinden birisi: Erişilebilirlik.
Yüzde 12 civarında özürlüden bahsediliyor ve özürlüler kent yaşamına
katılmamaktadırlar. Mekânsal engeller yaşlı ve çocuklu kişilerin de toplum
yaşamına katılımını zorlaştırıyor. Bu tamamıyla bizim düzenlediğimiz çevresel
sorunlardan kaynaklanıyor. İstanbul’da yeni yapılan kaldırımların bile yüksekliği
35-40 cm. “Erişilebilir olan bir mekânda kimse engelli değildir,
erişilebilirliğin sağlanmadığı ortamlarda ise herkes engellidir.”
Göstereceğimiz özen, pek çok insanın mimarlık nedeniyle daha da zorluk
çekmesinin önüne geçebilecektir.
Mimarlar Odası’nda Yönetici Olmak
Evet,
bir de meslek ortamımızın farklı bir yönüne değinmek istiyorum eski bir Oda yöneticisi
olarak. “Mimarlar Odası’nda Yönetici Etiği” konusu. 1000 civarında
meslektaşımız Oda yöneticisi kimliğini taşıyor. Sadece merkezi yöneticiler
değil, Genel Merkez’de 7 arkadaşımız görevli. Ama şubelerde değişik ortamlarda Mimarlar
Odası’nın seçimle gelmiş 1000’in üzerinde yöneticisi var. Ciddi bir fedakârlık
gösteriyorlar; ailelerinden, çalışma ortamlarından zaman ayırıyorlar, yıllarca
buna emek veriyorlar. Ve bu arkadaşlarımızın her birisinin, hepimizin olduğu
gibi farklı siyasi aidiyetleri var. Farklı partilere sempati duyuyorlar ama ne
olursa olsun, hangi partiye sempati duyarlarsa duysunlar yerel yöneticilerin ya
da kamu yöneticilerinin kararlarını sorgulayabiliyorlar. Onlara karşı dava
açabiliyorlar. Bu konuda bir eksiklik, aksaklık görmüyoruz, bu çok önemli bir
tespit. Bir konuda zaman zaman sorun yaşanıyor gibiydi. Yani yerel yönetim
seçimlerinde aday olmak ve aynı zamanda Oda yöneticisi olmak. Bu konuda da
düzenlemeler yapıldı. Mimarlar Odası kimliğiyle yerel yönetim seçimlerinde aday
olmanın çok etik bir davranış olamayacağı konusunda bir düzenlemeye gidildi.
Ben
başka bir konuya daha değinmek istiyorum. Yani “yönetim kurulunun,
yöneticilerin sorumluluğu, sorumluluk etiği nerde başlıyor?” üzerine bir şeyler
söylemek istiyorum. Yönetimlerin sorumluluğu sadece gündemin ve çalışma
programının hayata geçirilmesinde değil, bir ölçüde geleceğe yönelik
arayışların örgütlenmesinde ve gelecek yönetimlere birikimleriyle birlikte
devredebilmesindedir. Hayatın karşımıza çıkardıklarının ıskalanmaması, tüm
zenginliğiyle kavranması, farkında olunanın tariflenebilmesi, yeterince baş
edilemiyorsa bile ele alınması, irdelenme fırsatlarının yaratılması, çözümleme
arayışlarının gösterilmesi gerekir.
Bunların
yapılamaması, yanından geçip giden sorunların farkına varılmaması, varılsa bile
sorunlarla uğraşmak yerine seyirci kalınmaya rıza gösterilmesi elbette ciddi
bir handikaptır ve sağlıklı bir bünyenin normal süreç içerisinde bu durumu
aşması gerekir. Gündemindeki görevleri yapmayan, yapamayan, bunların önemini
kavrayamayan, üstlendiği sorumluluğun farkına varamayan yöneticilere her hangi
bir yaptırımın söz konusu olup olmadığı tartışılabilir. Elbette ki bu
kapsamdaki en önemli yaptırım etik vurgulamalar olmaktadır.
Mimarlar
Odası’nda iki yılda bir seçimler yapılmaktadır, yönetimler değişmektedir.
Önemli olan bu görevde kaldıkları süre içerisinde kişilerin neyi yapıp neyi
yapamadıklarıdır. Bu konularda sorumluluk, etik sorumluluktur.
Uluslararası Alanda Meslek Etiği
Uluslararası
mimarlık örgütlerinin etik konusunda ne gibi düzenlemeler yapmaya
çalıştıklarını biraz açmak istiyorum. Bunları tek tek Mimarlar Odası’nın web
sayfalarında göreceksiniz. Bu metinleri çevirdik ve Belgeler dergisiyle herkese
duyurduk ve Mimarlar Odası’nın web sitesine koyduk.
Bunlar “Mimarlık
Pratiği İçin Tavsiye Edilen Uluslararası Profesyonellik Standartları Konusunda
UIA Mutabakat Metni’nin Politikalarına İlişkin Öneri Kılavuzları” başlığı
altında toplanıyor. “Etik ve Davranış” (Kasım 1997 / Nisan 1998 - revizyon /
10-12 Aralık 1998 - revizyon / Haziran 1999, kabul) Bu metinler süreç
içerisinde uzun tartışmalarla kabul ediliyor ve yayınlanıyor.
Ne oldu
da bu tarz metinler gündeme geldi? Öncelikle küreselleşme arttı. Ülkelerin
kendi içerisinde, kendi kuralları, kendi etik davranışları içerisinde çözdükleri
sorunlar küreselleşme ortamında geçersiz kalmaya başladı. Farklı ülkelerde
farklı kurallar oluşunca ve bundan dolayı sorunlar baş gösterince bu tür
düzenlemeler yapılması gerekli oldu.
UIA’nın
“Mutabakat Metni Politikası”nda şu başlıklar altında sıralanmış.
1.
Genel Yükümlülükler
2.
Topluma Karşı Yükümlülükler
3.
İşverene Karşı Yükümlülükler
4.
Mesleğe Karşı Yükümlülükler
5.
Meslektaşlara Karşı Yükümlülükler
Bu
yükümlülükleri mimarlara, meslektaşlarımıza; mesleğin önemini vurgulayan,
sorumluluklarını hatırlatıcı özlü güzel sözler olarak alabiliriz. Yoksa bunlar
bir kanun maddesi değil. İşte bunu yapmayana 3 aydan 6 aya kadar hapis gibi bir
şeyler yazmıyor bu metinlerde. Mimarın sorumluluğunu anlatıyor, mimari
sanatının gerekliliklerini anlatıyor. Topluma karşı, meslektaşlarına ve
işverene karşı ne olduğu anlatıyor. Örnek verelim:
Genel Yükümlülükler: Mimarlar, mimarlık sanatı, bilimi ve işini kapsayan ve
eğitim, yetişme ve deneyim yolu ile gelişen sistematik bir bilgi ve kuram
bütününe sahiptir. Mimarların en genel yükümlülükleri; mimarlık sanatı ve
bilimine ilişkin bilgilerini yitirmemek ve ilerletmek, mimarlığın bir bütün
olarak verdiği katkıya saygılı olmak ve gelişmesine katkıda bulunmak ve
mimarlık sanatı ve bilimi ve işi ile uğraşırken bilgiye dayanan ve tarafsız
mesleki değerlendirmeleri bütün diğer amaçların üstünde tutmaktır.
Topluma Karşı Yükümlülükler: Mimarlar, mesleklerine
ilişkin yasaların özüne ve hükümlerine uymak konusunda topluma karşı sorumluluk
taşırlar ve meslekleri ile ilgili faaliyetlerinin sosyal ve çevresel etkilerini
dikkatle göz önüne almaları gerekir.
İşverene Karşı Yükümlülükler: Mimarlar, mesleki
işlerini sadakatle, bilinçle, yetkince ve profesyonel bir şekilde yürütmek
konusunda işverene karşı yükümlülük taşımaktadır ve bütün mesleki hizmetlerin
sağlanmasında geçerli teknik ve mesleki standartları göz önünde tutarak,
önyargısız ve tarafsız değerlendirmeler yapmalıdır. Mimarlık sanatı, bilimi ve
işinin yapılmasında bilgiye dayalı ve mesleki görüşler başka her türlü amaçtan
önce gelmelidir.
Mesleğe Karşı Yükümlülükler: Mimarlar, mesleğin
dürüstlük ve şerefini korumakla yükümlüdür ve davranışlarında her zaman
başkalarının geçerli hak ve çıkarlarına saygılı olacaklardır.
Meslektaşlara Karşı Yükümlülükler: Mimarlar haklarına
saygılı olmalı ve meslektaşlarının mesleki amaç ve katkıları ile yaptıkları
işlere başkaları tarafından sağlanan katkıları görmezden gelmemelidir.
Burada
aktardığımız cümleler ilgili bölümlerin giriş cümleleri. Bu giriş cümlesinden
sonra bu kapsamda konuyu açan pek çok cümle var. Tavsiye ederim Mimarlar
Odası’nın web sayfasında bunları bulup okuyun. Yoksa bunların hepsini burada aktarmam
saatler sürebilirdi.
Avrupa Mimarlar Konseyi’nin Düzenlemeleri
Avrupa
Mimarlar Konseyi’nin de benzer şekilde etik kuralları burada sıralanıyor: “Avrupa’da
Mimarlık Hizmeti Sunucuları İçin Etik Kurallar” (19 Kasım 2005)
“Avrupa
Birliği’ndeki mimarlık hizmeti sunucuları kendilerini bağımsızlık, tarafsızlık,
mesleki gizlilik, dürüstlük, yetkinlik ve profesyonellik konularında en yüksek
standartlara ve tasarım, teknik ve hizmet ürünlerinde mümkün olan en yüksek
kaliteye ulaşma hedefine adamalıdırlar.”
“Mimarlık
hizmeti sunucuları topluma, yapılı çevrenin gelişimi ve bu gelişimin içinde
gerçekleştiği toplumlar ve kültürler için gerekli olan kendine özgü bilgi,
mesleki beceri ve yetenekleri sunmalıdırlar.”
ACE
(Avrupa Mimarlar Konseyi) kapsamında üretilen bir başka metin ise “Fiyat
Kırmaya Karşı Karar” başlığıyla 18 Kasım 2005’te onaylanmış. Burada özetle
şöyle deniyor:
“AB
üyesi ülkeleri, hizmet temini sözleşmelerine ilişkin kararların fiyat yerine
niteliğe dayalı ölçütler üzerine kurulması için gerekli yasal düzenlemeleri
yaparak, mimarlık hizmetleri sektöründe “fiyat kırma”ya karşı mücadele etmeye
davet etmekte; ACE üyesi meslek kuruluşlarını, mimarların “fiyat kırma”
uygulamalarını önlemek için ellerindeki tüm yasal olanakları kullanmaya
çağırmakta; Mimarları, öncelikli seçim ölçütleri arasında mesleki yetkinlik ile
yapılacak iş ve önerilen hizmetin kalitesinin bulunmadığı mimarlık hizmeti
sözleşmelerine katılmamaları için uyarmaktadır.”
Belirttiğim
gibi küreselleşme ülkeler arası tartışmalarda ciddi bir rekabet söz konusu.
Bunlara yönelik düzenleme arayışı bu metinleri hızlandırdı diyebiliriz.
“Danışmanlık
Hizmetlerinde UIA Uluslararası Ahlak Kuralları” bu kapsamda hatırlatmamız
gereken bir başka metin. Her ülkenin ayrı ayrı kurallarını da incelemeye
çalıştık, örneğin “İrlanda’da Mimarlık Mesleği Davranış Kuralları” gibi. Bu
alanda göstermek istediğim son örnek yine ACE’nin “Kalite Şartı” başlığı
altındaki metin. Bu metinde özetle şöyle deniyor: “Şart belgesi, tüketicilerin
(hem işverenler hem kullanıcılar) mimarlık mesleğine yönelik beklentilerini
karşılamak için ihtiyaç duyulan genel çerçevenin bir kısmını oluşturacak
şekilde meslek için gönüllü kurallar koymaktadır. Tüketiciler ve toplumun
geneli tarafından beklenen ve hak edilen sonucun garanti altına alınabilmesi
ancak mimari yaratıcılık ve mükemmel bir hizmet sunumunun bir araya gelmesiyle
mümkün olabilecektir.”
Bu
metinlerin Türkçe ve İngilizcelerinin Mimarlar Odası’nın www.mo.org.tr sayfasından incelenebileceğini tekrar hatırlatalım.
Mimarlar Odası’nda Etik Konulu Metinler
Bizim Odamızda
1971 tarihli eskimiş bir yönetmelik vardı. “Mimarlar Odası Mimarlık Mesleğini
Uygulama, Mimarlar Arası Dayanışma, Mimarlık Şeref ve Haysiyetini Koruma
Yönetmeliği” (13 Şubat 1971) Bu metin daha sonra 41. dönem Olağanüstü Genel
Kurulu’nda “TMMOB Mimarlar Odası Mesleki Davranış Kuralları Yönetmeliği”
şeklinde yeniden düzenlendi. Yeniden düzenlenirken Uluslararası Mimarlar
Birliği’nin, formatları burada uygulandı. Bu metnin bölümlerinden de birer
cümle burada aktarmak isterim:
Madde 1- Bu Yönetmeliğin amacı, mimarların, mimari faaliyet alanları
ve sundukları mimarlık hizmetinin türü ne olursa olsun, mimarlık
uygulamalarında ve mesleki etkinliklerinde topluma, işverene, meslektaşlarına
ve Mimarlar Odası’na karşı davranışlarına ilişkin yükümlülükleri ve meslek
mensuplarının birbiriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni
hâkim kılmakla ilgili, usul ve esasları düzenlemektir.
Mimarların Topluma Karşı Yükümlülükleri: Mimar, mesleki
çalışmalarını yürütürken, topluma karşı aşağıdaki yükümlülüklere uygun
davranır; Mimar, mesleki uygulamalarında ırk, dil, milliyet, inanç ve cinsiyet
ayrımı yapamaz, insan haklarına saygıyı temel alır. Mimar, mesleğini uygularken
doğal ve kültürel mirasın, kentsel ve çevresel değerlerin korunması, kamu ve
toplum yararının önceliği ilkelerini gözetir. Mimar, topluma, bütün bilgi ve
birikimi ile mesleki sorumluluk ve görev anlayışı ile hizmet sunar.
Mimarların Meslektaşlarına Karşı Yükümlülükleri: Mimar, meslektaşlarına
doğrudan ya da dolaylı olarak ve bilerek zarar verecek davranışlardan kaçınır. Mimar,
eser sahibi mimarın izni olmadan projesini kullanamaz, değişiklik ya da
ilaveler yapamaz. Mimar, kendi eserleri üzerindeki telif haklarını kötüye
kullanamaz. Mimar, başkasına ait mimarlık eserlerini kendine mâl edemez.
Mesleki başarısını kendi çalışmaları üzerine kurar. Meslektaşlarını
küçümseyerek ya da kötüleyerek kendini ön plana çıkaramaz. Meslektaşlarının
eser ve hizmetlerine karşı, tutumunda mesleki saygıyı temel alır.
Mimarların İş Sahiplerine Karşı Yükümlülükleri: Mimar üstlendiği iş
veya hizmetin kapsamını, sorumluluklarını, ücretini, ödeme aşamaları ve iş
ilişkilerinin sona erdirilmesi hakkında koşullarını iş sahibiyle yapacağı
yazılı bir sözleşmeyle belirler. Mimar yapmış olduğu sözleşme şartlarına uymak,
hizmetin kaliteli yürütülmesinde azami gayret ve iyi niyeti sarf etmekle
yükümlüdür. Mimar, iş sahibine yanıltıcı bilgiler vererek veya işi
olduğundan farklı göstererek onun bilgi eksikliğini kötüye kullanamaz. Kamu
yararına aykırı olarak özel haklar ve ayrıcalıklar sağlama vaadinde bulunamaz
ya da bu yolları bir iş alma aracı olarak kullanamaz.
Mimarların Mimarlık Mesleğine Karşı Yükümlülükleri: Mimar mesleğin
itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır. Mimar,
mesleki faaliyetlerini bağımsızlık, tarafsızlık, gizlilik, dürüstlük, doğruluk
ve adalet ilkeleri çerçevesinde yürütür. Mesleki sorumluluğu ile uyuşmayacak ve
dürüstlüğünden kuşku uyandıracak davranışlardan kaçınır. Mimar, yasalarca
kendisine verilmiş olan unvanlar dışında başka bir unvan kullanamaz.
Mimarların Meslek Odasına Karşı Yükümlülükleri: Mimar, mesleğini
uygularken toplum içinde meslek topluluğunun bir temsilcisi durumundadır ve
yürürlükte bulunan meslek alanıyla ilgili bütün yasa, tüzük ve yönetmeliklere,
mesleğin uygulanması konusundaki Oda kararlarına uymak zorundadır. Mimar, …Oda
politikalarıyla yönetmeliklerine aykırı olduğu tespit edilen ve bu nedenle Oda
tarafından boykot edilmesine karar verilmiş olan bir tasarım yarışmasına
danışman, asli-yedek jüri üyesi ve yarışmacı olarak katılamaz, bu tür ihalelere
teklif veya öneri veremez.
Madde 9- Mimarlar Odası’nın herhangi bir organında seçimle göreve
gelen mimar, bu görevi yürüttüğü esnada yerel yönetim seçimlerine aday olduğu takdirde
Mimarlar Odası’ndaki görevinden çekilmiş sayılır. Adaylık sürecinde ve
seçildikten sonra Mimarlar Odası’ndaki görevini propaganda aracı olarak
kullanamaz.
Burada
sadece bir farkı belirtmek istiyorum. İş sahibine karşı yükümlülükler, mimarın
mesleğine karşı yükümlülükler, mimarın meslek odasına karşı yükümlülükleri.
Burada diğer ülkelerde olmayan bir şekilde mimarın meslek örgütüne karşı
sorumluluklarının vurgulanması ihtiyacı duyuldu, bu önemli. Yukarıda sözünü
ettiğim, siyasi partiler ile ilişkiler konusundaki bir hüküm de buraya konmak
durumunda kaldı.
Ne Yapılabilir? / Nasıl İşlenebilir?
Meslek
etiği konusunda ne yapılabilir, nasıl işlenebilir noktasına geldiğimizde ise
öncelikle toplum ve mimarlık çalışmalarını önemsiyoruz. Ben en azından vurgulanması
gerektiğini düşünüyorum. İmar suçları toplumumuzda son derece hoşgörüyle
karşılanıyor. Yani bir hırsızlık olayı gibi değil, bir çocuğun çaldığı
baklavanın gazete haberi olduğunu görüyoruz, başka şeyler görüyoruz,
ayıplanıyor, yapanlar yıllarca içerde yatıyor. Ama bir kamu malının haksız yere
kullanılması, farklı bir imar hakkı alınması, kullanılması övünülecek bir şey
gibi hem mimarlar tarafından hem toplum tarafından hoşgörüyle karşılanıyor. Bu
anlayışın değişmesi gerekir. Toplumun mimarlığı ve kentleşme sorunlarını daha
yakından izlemesi önemli. Bir takım belgeler, burada gösterdiğimiz gibi yol
gösterici belgeler, hatırlatıcı, uyarıcı, zorlayıcı belgeler hazırlanabilir.
Bunlar değişik vesilelerle işlenebilir. Eğitimden itibaren bunlar dile
getirilebilir. Ve yeni göreve başlayan, Mimarlar Odası’na yeni kayıt olan
meslektaşlarımıza hatırlatıcı kapsamda bu belgeler verilebilir.
![]() |
Işık Aydemir, Bülend Tuna, Bülent Batuman, Nevzat Sayın. |
Müeyyidesi
olmaması önemli bir faktör yani belli konular suç olarak ilgili bir yasaya göre
savcılığın el atması gereken bir suç olabilir, imar suçu olabilir, bu ayrı bir konu.
Ama etik konularının böyle bir müeyyidesi yok. En büyük müeyyide ayıplama,
kurumsal ayıplama, meslektaşları tarafından ayıplanma. Farkındalık verilmesi
önemli. Mimarlık eğitiminde etik konusunun işlenmesi, yani bir etik dersinin
olması değil, mimarlık eğitimi sürecinin tamamında etik konusunun her derste;
malzeme dersinden, statik dersinden, temel tasarımdan, son sınıf diploma
projesine kadar etik konularının projenin içinde bir şekilde işlenmesi önemli.
Meslek içi eğitimlerde bunun irdelenmesi ve meslek ortamındaki etik sorunların
da yayınlarımızda daha sık işlenmesi.
Toplumun
mimara olan güvenini korumamız gerekiyor; bu çok önemli bir sorumluluk. Dikkat
ederseniz pek çok sorunda herkes suçlanıyor, mimar daha az suçlanıyor.
Bunlardan gurur duyuyoruz, yıllardan beri mimarlık adına çalışanların
yarattıkları, oluşturdukları olumlu bir misyonumuz var. Mimar yapıcıdır, böyle
bir misyonumuz var. Bunun korunması gerekiyor.
Geçinme,
ayakta kalma çabaları, ailenin daha iyi yaşaması, beslenmesi, sosyal hayattan
kopmaması, kültürel etkinliklere katılması, çocuğun daha iyi okuyabilmesi için
zorlanan ailelerin bütçesi ve en önemlisi de işsizlik. Her an yaşanabilecek
olan işsizlik korkusu. Kendisi ve ailesi için gelecek korkusu taşıyan bireyin,
düzen karşısındaki çaresizliği ne yazık ki onu kolaylıkla rantın, çıkarcılığın,
sömürünün teknisyeni durumuna düşürebiliyor. İster kâr tutkusuyla olsun, ister
beğenilme ayakta durma güdüsüyle olsun yapılanlarda bir terslik var. Yapılanlar
birileri o şeyi yaptığı için vardırlar. O birisinin yapmaması, yapmamak için
direnmesi sonucu değilse bile o kişiyi etkileyecek, kişinin insanileşme süreci
de böyle başlayacaktır diye düşünüyorum.
Elbette
bu aşamada mimarın örgütlü olma halinin de hatırlatılması gerekiyor. Mimarın Oda’sıyla
birlikte kendini güçlü hissetmesi, mesleğiyle gurur duyması, onu önemsemesi,
her yaptığını beğenmese de Oda’sının varlığını hissetmesi, gerektiğinde
sığınacağı liman olarak görmesi pek çok sorunu çözecektir.
Etik
konusunu sunduğum bu ortamda yararlandığım kişileri anmadan geçmek olmaz. Bu
alanda yaptıkları açılımlarla konuya derinlik katan pek çok kişiye, ama
özellikle, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Prof. Dr. Harun Tepe, Prof. Dr. Yasemin
Oğuz, Dr. Haluk Zelef ve Güven Birkan’a teşekkürlerimi sunuyorum. Sizlere de
sabrınız için teşekkür ediyorum.
Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin düzenlediği “Türkiye Mimarlığını
Sorguluyor” etkinliği 26-27 Eylül 2014 tarihlerinde gerçekleştirildi. Bu
etkinlikteki konusu “Siyaset Mimarlık ve Etik; İdeoloji ve İmar Arasında”
olarak belirlenen ikinci oturumda sunduğum bildiri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder