26 Eylül 2014 Cuma

Mimarlık ve Meslek Etiği

Değerli katılımcılar, öğleden sonraki oturumumuzu açıyoruz. Bu oturumun başlığı “Siyaset Mimarlık ve Etik; İdeoloji ve İmar Arasında”. Bir evvelki oturumda olduğu gibi iki konuşmadan sonra bir ara verilecek, sonra iki konuşmayı daha dinleyeceğiz, ardından sizlerin sorularıyla tartışmaları sürdürmeye çalışacağız. İlk konuşmayı bu sempozyumu düzenleyenlerin uygun gördükleri şekilde, hem oturum başkanı hem konuşmacı olarak ben gerçekleştireceğim. Sunuşumun başlığı “Mimarlık ve Meslek Etiği”.

Mimarlık ve meslek etiği kuramsal yanları olan bir konu. Bu konularla sizi fazla sıkmadan sadece bazı tanımları paylaşarak geçmek istiyorum. Etik konusu töre bilimi olarak tanımlanıyor. Yunanca “ethos” yani “töre” kelimesinden kaynaklanıyor. Doğru davranışı, yanlış davranıştan ayırabilmek amacıyla ahlak kavramının doğasını anlamaya çalışmak. Zaman zaman ahlakla etik arasındaki ayrım da bulanıklaşıyor. Türkçede etik sözcüğünün yanlış biçimde ahlak sözcüğüyle eş anlamlı olarak kullanıldığını görüyoruz. Bazı felsefecilerimiz ahlak kavramını etik kavramını da kapsayan daha geniş bir çerçeve içerisinde sunuyor. Ancak bugünkü konumuz bu değil; bu konulara girersek biraz zor çıkarız diye düşünüyorum. Ahlak dediğimizde daha çok belli bir yer ve zamanda geçerli olan değer yargılarını anlıyoruz. Ahlaklar yere ve zamana göre değişiyor. Etik ile ahlak arasındaki en temel fark, ahlakın toplumsal değerlere dayanırken etiğin evrensel insani değerlere dayanmasıdır.

Pek çok konuda konuşmalarımızda etik değerlere vurgu yapıyoruz. Ne değişti de etik kavramı bu kadar sık kullanılır oldu? Son zamanlarda etik sorunlar mı arttı, ya da bizim farkındalığımız mı arttı? Üçüncü bir şık daha var; her ikisi de arttı. Basın yayın organlarının gelişmesiyle birlikte, sosyal medyanın yaygın kullanımıyla bugün her şeyi paylaşır, daha farkında olur hale geldik.
Kapak deseni, Tan Oral.

Karikatür, Avni Odabaşı.

 

 

 

 
 
 
 

Sadece mimarlıkta değil diğer disiplinlerde de farklı etikler dile getiriliyor. Örneğin “basın etiği” en çok konuşulan bir konu. Burada iki örnek seçtim. Bir tanesi meslektaşımız Tan Oral’ın çizimiyle 1984 yılındaki basın özgürlükleriyle ilgili bir kitabın kapağında işlediği bir desen. 12 Eylül’ün karanlık günlerinde basındaki sıkıntıları dile getiren bir kitap bu. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin bir çalışması. Diğeri ise bugünkü basının durumunu hicvediyor. Her ikisi de daktilo başındaki aydını konu almış. Birisi yukarıdan manipülasyonlu; diğeri ise sivri daktilo tuşlarına rağmen yaralı parmaklarıyla yazmaya çalışan bir aydını simgeliyor. Yıllar içerisindeki değişimin yansıması. Bugün basın etiği konusunu daha fazla açıklamaya gerek yok, ciddi bir haber kirliliği içerisindeyiz.

“Uzay etiği”nden bahsediliyor. Henüz keşfedilmemiş, sorunlarını tartışmadığımız bir alanda, uzayın nasıl kullanılacağı konusunda netleşmemiş kuralların etiğinden bahsediliyor. Tabii ki “internet etiği”, “çevre etiği” gibi alanlar var. Yılardır Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarının öneminden bahsettik. Ama gazetelere yansıdığı şekliyle, hazırlanan binlerce raporun % 90’ı, ilgili projenin hiç bir çevresel sorun yaratmadığı doğrultusunda görüş içeriyor. Buradaki “çevre etiği” konusunu yine o disiplinin mensuplarıyla beraber tartışıyoruz.

“Bioetik”ten söz ediliyor, GDO’larla ilgili çalışmalara ilişkin bir haber dikkatimi çekti, sizinle paylaşmak istedim. GDO, yani genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili olarak dünyada yapılan çalışmaların çoğu GDO’nun geliştirilmesi üzerine, GDO’nun zararları üzerine üniversitelerde çok az çalışma yapılıyormuş. Çünkü bu çalışmaları üniversitelerde GDO şirketleri destekliyormuş. Bu da akademik alanındaki bir etik sorunu gündemimize getiriyor.

Dilimize yeni giren bir kelime “mobbing” ya da “bezdiri”. Sizden daha iyi olduğunu düşündüğünüz bir kişinin yükselmesini önlemek anlamında yapılanları aktaran, iş ortamına yönelik bir kavram.

Farklı disiplinlerin kendi alanlarından kaynaklanan ve her birisini uzun uzun açabileceğimiz etik sorunları var. Bu aşamada ele alınan konuların bazılarının “suç mu yoksa sadece etik bir sorun mu?” olduğu sorusunu tartışmak gerekiyor. Ben sunuşumda bundan sonra da benzer şekilde pek çok soru açıyorum. Bu soruların cevabını burada vermemiz gerekmiyor. Beraber düşünebiliriz ve farklı cevaplar da bulabiliriz.

Bir hekim hastasını yalnız para kazanılacak birisi olarak görüyorsa orada etik sorun var demektir. Bir öğretmen öğrencisini bir müşteri olarak görüyorsa ve sınıftaki öğrencilerinin aynı zamanda insan olduğunu unutursa, orada da etik sorun var demektir. Bu alanda yazan, fikir üreten değerli akademisyenlerin çalışmalarından spotlar halinde aktarıyorum.

“Bütün etik meseleler, insan hakları, yaşam hakkı üzerine kuruludur. Etiğin nesnesi kişidir, gruplar ya da toplum değildir.”

“Yaşamak karar vermektir. Karar verdiğinizde de bundan etkilenen insanlar olur. Onun için insanın olduğu her yerde, insanların arasında etik sorunlar olabilir.”

“İnsanı amaç olarak gören ya da insanın değerini koruyan, insanın değerine zarar vermeyen ilişkiler kurulursa etik sorunlar da ortaya çıkmaz.”

“Etiğin temeli insanın değeri ya da onuru varsayımına dayanır.”

Özlü güzel sözler. Etik eylem için bir reçete ya da bir ilke var mı? Hayır, böyle bir ilke yok. Eğer bir sorunun tam kesin bir cevabı varsa, o etik bir sorun gibi gelmiyor. Genellikle etik sorun, iki değer arasında seçim yapmak gerektiği zaman ortaya çıkıyor. “Ne yapmak gerekiyor?” diye sorduğumuzda yapılacak şey büyük ölçüde, insanın kendini nasıl var ettiğiyle ilgili.

İnsanların davranış repertuarları vardır, düşünce repertuarları gibi. İnsanlarla konuşarak, başka insanların yaşamlarını öğrenerek gelişiyor, iyi insan olabiliyoruz. Bir de bunların birbirine karıştığı yerler var: gri alanlar. İşte oralarda da daha çok iyi şeyler yapar oluyoruz, daha iyi anlıyor, daha iyi değerlendiriyoruz ve yaşamımızın çoğunda eğer bunu başarabilirsek, sonunda bize iyi insan diyorlar. Kuçuradi’nin bir sözünden alıntı: “İnsanda temel potansiyellerden biri, işte bu iyi olabilme potansiyelidir.”

Hayatımızda önümüze yollar çıkar, seçme şansımız olur. Her zaman yanlış karar verebilme ihtimali de vardır. Doğru seçimin hangisi olduğunu hep bilmek önemli; bazen doğru seçimi yapmak cesaret ister ve çok zor olabilir. Doğruyu yapmanın elbette bir bedeli vardır, ona da hazır olmak gerekir. Bütün bunların nasıl öğretilebileceği üzerine düşündüğümüzde de “bir etik eğitimi nasıl verilebilir?” sorusu gündeme geliyor. Etik eğitimi kural öğreten bir eğitim değil, bilinçlilik kazandıran, iki değer çatıştığında kişinin kendi özgür iradesiyle karar vermesini sağlayan eğitimdir, yani özgürleştirici bir etik eğitimi ancak etiktir.

Mimarlıkta Meslek Etiği / Tespitler

Etikle ilgili bu genel sunuştan sonra mimarlık alanında bazı tespitlerle konuyu açmaya devam edelim. Ne oldu da mimarlıkla meslek etiği konusu bu kadar hayatımızın içerisine girdi?

Hızlı değişimler nedeniyle değer yargıları giderek daha sık gözden geçirilir oldu. Değişimin hızı ve karmaşıklığı, oturmuş ilişkilere olanak vermediği için yeni kurallar sistemi oluşturulamıyor. Kuralları çiğneyenler avantajlı duruma geçiyor. Yüzyılların değer yargıları ile yeni oluşmakta olanların çatışması, hem her bir meslek mensubunun kendi vicdanında, hem de meslektaşlar arasında yaşanıyor. Benzer bir çatışma, meslek mensubu ile mesleğini uygularken işbirliği yaptığı ya da muhatap olduğu kişi ve kuruluşlar arasında da yaşanıyor.

Mimarlık hizmetinin üretilmesinde farklı yapılar oluştu: Büyük tasarım firmaları ve bir iki kişinin çalıştığı bürolar. Mimarın hizmeti değil de imzası yasal bir zorunluluk olarak yerleşince, imzacılık ortaya çıktı, yapanlar ayıplandı. Zaman içinde, imzacılığın çeşitli biçimleri yaşandı: Yabancı mimarların projelerini imzalamak. Bu durumlarla ilgili davranış kuralları yeterince geliştirilmedi.

Eğitimin niteliğindeki düşüş, mimarın bilinç düzeyini geriletti ve meslek kurallarına duyarlılığını azalttı. Müellif kavramı bulanıklaştı, birinin başladığı bir işi izinsiz olarak tamamlama ya da değiştirme rutinleştirildi. Projelerin müelliften habersiz kullanılması veya değiştirilmesi iyice kolaylaştı.

“Bilgisayar icat oldu, mertlik bozuldu”. Projeler işverene sayısal ortamda teslim edilmeye başlandı; çizimler internetin tanımlanamayan uzayında dolaşır oldu. Hatırlar mısınız, eskiden ozalitçilerde kanal bağlantı detayı olurdu. Projenizi götürürdünüz, belediyeler istediği için projenin uygun bir yerine kanal bağlantı detayı eklenirdi. Daha sonra sistem kesiti istenir oldu. Ben farklı cepheler için hazırlanmış birkaç sistem kesiti de gördüm ozalitçilerde. İnternette bunları yapmak artık çok daha kolay oldu. Proje süreleri, neredeyse fotokopi çekme süresine düştü ve ücretler de bu düşüşü izledi. Sayısallaşmanın getirdiği bu ve benzeri gelişmelerin meslek etiğine etkisi henüz yeterince tartışılmadı.

Mimarlık ürünü, mimarın tek başına elde ettiği bir nesne değildir. Kullanıcının ve toplumun çıkarlarının, müşteri-yatırımcı-yüklenici üçlüsünün çıkarlarıyla büyük ölçüde çeliştiği bir toplumda mimar, etik açıdan açmazda kalır. Özellikle, yapılaşma oranını, doğal/kentsel mekânın kaldırabileceğinin çok üstüne çekme gücü olan taraflar karşısında mimar, kullanıcının ve toplumun yararını savunmakta genellikle aciz kalır; bu açmaz, mimarın işi alıp almama kararını bile etkiler; pek çok örneğini gördüğümüz gibi.

Kentlerdeki ve kıyılardaki arsa değer artışlarından sağlanan olağanüstü kazanç, buralardaki yapı haklarını artırabilenlere önemli avantajlar sağladı. “Daha fazla imar hakkı sağlama becerisi” bir meslek etiği konusu olarak gündeme geldi.

İnsanların doğaya verdiği zarar, yapılı çevrenin karşılaştığı sorunlar ve insanların yaşam koşulları arasındaki uçurumlar, mimarların da geniş kitlelerin sorunları ile ilgilenmesini kaçınılmaz kıldı. Serbest çalışan bir mimarın benimsediği meslek etiği ilkeleri, piyasada işi alma aşamasından başlayarak, işin sonuna kadar, onların tercihlerini ve davranışlarını etkiler. Keza ücretli olarak bir kurumda çalışan mimarlar da görevlerinin her aşamasında, meslek etiği anlamında tercih ve kararlarla karşı karşıya kalırlar. Mimarın yaşamını ve yaşam biçimini etkileyen en önemli tercih, işveren talepleri (ya da amirinin istekleri) ile toplum yararı arasında yapmak zorunda kaldığı tercihtir. İşte etik sorunlar burada ortaya çıkıyor.

Meslek pratiği, taraflar arasında zaman içinde karşılıklı bir uzlaşma sağlar. Buradaki kırmızı çizgiler nedir? Hepimizin kırmızı çizgileri olması gerekir; farklı farklı da olsa… Sadakat, gizlilik, dürüstlük ve benzeri kavramlar, insanlığın ve doğanın yararına işleyen sistemlerde olumlu olabilirken, bu erdemleri insanlık düşmanı bir mekanizmanın hizmetine sunmak ne kadar doğrudur? Olayın tümü etik dışı ise, bunun içinde dürüst olmak mı daha doğrudur, yoksa bu etik dışı olayın tümüne karşı çıkmak mı? Soruyu şu şekilde özetleyebiliriz: İmar suçu işleyen bir yapıya kaliteli hizmet vermek etik bir sorun mudur?

Etik Kılığına Girmiş Estetik Sorunlar

Şimdi bir takım örneklerle konuyu açmaya çalışalım. Bu konuyla ilgili daha önce yapılmış olan panellerde, diğer disiplinlerden bu konularda katkı yapan hocalarımızla, felsefecilerle birlikte tartıştığımızda, bizim etik bir sorun diye ele aldığımız bazı örneklerin aslında etik sorular çerçevesinde tartışılan estetik sorunlar olduğu dile getirildi.


Keçiören apartmanlarından örnekler.

Keçiören apartmanlarından örnekler.
 

 











“Adliye sarayları” ve “Keçiören apartmanları” örneklerini ele alabiliriz. Bu tarz yapıları beğenmiyoruz, bunların çağımıza yakışmadığını düşünüyoruz. Adliye sarayları gibi kamu yapılarının böyle yapılmamasını, Selçuklu motifleriyle süslenmiş yapıların 21. yüzyıl mimarisine yakışmadığını, bunların yanlış olduğunu söylüyoruz. Ama felsefeciler bunun estetik bir sorun olduğunu dile getiriyor. “Bir mimar böyle bir yapıyı beğenebilir, Keçiören apartmanlarındaki gibi bir tarzı tercih edebilir, işveren evinin böyle olmasını tercih edebilir, buna kim karışabilir” deniyor. Elbette tasarım özgürlüğü kapsamında ele aldığımızda bu yaklaşım doğru olabilir, ama gerçekten öyle mi?

Ankara’yı bilenler bilir, Keçiören Belediyesi bu tarz bir cephe düzeniyle gelmezse o projeyi onaylamıyordu. Benzer bir uygulamayla Eskişehir Belediyesi de kendi beğenisi çerçevesinde cephelerle ilgili kural dayatabiliyor, “pencere söveleri böyle olacak” diyebiliyordu. Belediyelerin oluşturmaya çalıştığı estetik kurulların tasarım özgürlüğüne müdahalesi söz konusuydu. Burada mimarın kendisinin tasarımı tercih ettiği için mi böyle yaptığı yoksa işverenle uzlaşmak için mi taviz verip vermediği söz konusudur. Bu konuda nasıl bir iç fırtına yaşadığının tartışılması gerekir.


Değişik adliye sarayı örnekleri.
 

 
 
 
 
 
 
 
Tanıdığım bir meslektaşım burada gösterdiğim yapılara benzer bir adliye yapısını tasarlamıştı, örneğini gösterdi. “Ben projeyi kabul edecek olan heyete 3 tane proje önerdim, 3 farklı örnek gösterdim. İkisi gönlüme yattığı şekilde tasarladığım bir adliye binası projesiydi, üçüncüsü ise bunların beğenilmeyeceği kaygısıyla bir tane de beğenecekleri tarzda hazırladım ve elbette onu beğendiler” dedi. Bu noktada tabii çok şey söylenebilir. Böylesi yapılarla ilgili, mimari projelerin seçiminin kamu yöneticilerinin kararına bırakılmamasının gerektiği gibi bir sürü şey dile getirilebilir. “Etik kılığına girmiş estetik sorunlar” çerçevesinde mimarın kendi tercihini, bu süreç içerisinde yaşadığı içsel gerilimleri tartışıyoruz.

“Daha Fazla Etik, Daha Fazla Estetik”

2000 yılındaki 7. Venedik Bienali “Daha Çok Etik, Daha Az Estetik” başlığıyla kurgulanmıştı. Dünyada böyle bir tartışma vardı; buna karşı çok sert tepkiler gösterildi. Etik ve estetiğin birbirine karşı olmadığı, daha fazla etik ve daha fazla estetiğin mümkün olduğu dile getirildi. Bu tartışma Türkiye’de düzenlenen uluslararası platformlara da yansıdı. İlgilenenler internetten bu konuyla ilgili kaynaklara bakabilirler.

Kültür Varlıklarının Korunmasında Etik

Kültür varlıklarının korunması alanındaki etik kaygıları dile getirmek gerekiyor. Birincisi kültür varlıkları koruma kurullarının bileşimi ile ilgili. Öyle bir bileşim var ki içinde karar verici olarak neredeyse mimar yok ya da belki bir kişi mimar, diğerleri hukukçu olabiliyor, belediye temsilcisi olabiliyor. Bunlar sizi yönlendiriyor, hatta ikna ediyorlar. Siz onların kabul edebileceği tarzda projenizi revize edebiliyorsunuz. “Kurul bunu beğenmez” diyerek kurulun tercih ettiği yönde dönüştürüyorsunuz. Oysa size emanet edilmiş bir kültür varlığı söz konusu.  

Kurul sürecindeki bu sıkıntıları yaşamak istemeyenler için de “iş bitirici” ekipler var. Projenizi bitiriyorsunuz, size tavsiye edilen bazı bürolar aracılığıyla bu ilişkileri sürdürüyorsunuz. Sahte restitüsyon projelerinin de üretildiği dile getiriliyor; bunların önemli bir kısmı tabii ki suç. Sahte restitüsyon projeleriyle proje üretmek suç. Savcılığı intikal etmesi gereken bir suç, ama bu süreci yaparken “ben buna katılmıyorum elimi kirletmiyorum” demek başka bir şey.

Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nin dergisinde “Koruma Kurullarındaki Etik Sorunlar” başlıklı kapsamlı bir dosya var. Orada, özellikle iyi niyetle de olsa, koruma kurullarındaki kişilerin proje sahiplerine müdahalesinin yol açtığı etik sorunlardan söz ediliyor. Burada sadece bazı örnekleri dile getirip geçiyorum. Her bir konuda mimarların çalışma alanları ile ilgili farklı farklı etik sorun kümeleri olduğunu görüyoruz.

“Âdâb Kodları”


Gülru Necipoğlu, Sinan Çağı,
Osmanlı İmparatorluğunda Mimari Kültür,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Geçmişte nasıl oluyordu, bu konu nasıl ele alınıyordu diye ufak bir parantez açalım. Gülru Necipoğlu “Sinan Çağı” adlı kitabında “Âdâb Kodları” başlığı altında geçen bir bölüm var. Meraklısı incelese çok güzel şeyler görecektir. Kitapta Mimar Sinan döneminde yapıların oranlarıyla, yapının işverenine bağlı olarak nasıl olabileceğine dair bir takım kurallar, günümüzdeki imar kurallarına da benzeyen kurallar dile getirilmiş. Belirli kategoriler oluşturulmuş; “vecῑh ve münāsip / muvāfık / lāyık” diye (Yakışır ve münasip / uygun / layık).

Kitaptaki ilgili bölümde ayrıca benzer şekilde çağdaşlarının dönemlerindeki “Âdâb Kodları” neler olabilir diye bazı örnekler verilmiş. Örneğin “Âdâba riayetin özellikle övülmeye lâyık olduğu kamusal ve vakarlı yapılarda, mimarın büyük bir tevazu ve ihtiyatla davranması lâzım olur.” (Terzo Libro) deniyor. Leone Battista Alberti de “Bir mimarda öncelikle övmemiz gereken şey, neyin münasip olduğuna hükmetme yeteneğidir.” diyor. Bunları çağların içinden günümüze kadar süzülerek gelen cümleler olduğu için sizlerle paylaşmak istedim.

Aşırma (İntihal) / “Hoş Görmek”, Kanıksamak

Salih Memecan, ODTÜ Mimarlık Fakültesi, 1973-74 Yıllığı.
 

İntihal konusu “plagiarism” (aşırma) akademik ortamda çok sık dile getiriliyor, akademik tezlerde farklı çalışma alanlarından yapılmış çalışmaları sahiplenmek ve kendi çalışması gibi sunmak kapsamında gündeme geliyor. Resim 6’da bir meslektaşımızın öğrenciyken çizdiği bir karikatürü görüyorsunuz. Tabii ki öğrenciler çok dergi karıştırıyor, hepimiz karıştırıyoruz ama bu çalışmalar acaba farklı etik sorunlara yol açıyor mu, esinlenme ne kadar masum? Bunu tartışmak gerekir. Mimarlık basınının empoze ettiği imaj bombardımanıyla karşı karşıyayız. Mimarlık basınını işverenlerimiz de görüyor. “Ben böyle istiyorum” dediği zaman sizin karar verme süreciniz nasıl etkileniyor?

Tabii konsept proje uygulamaları da farklı bir müelliflik hakkı sorunu yaratan bir alan. Özellikle uluslararası kuruluşların projelerinin ülkemizde uygulanmasıyla ilgili bu konu çok sık gündemimize geliyor.

Ücretli Çalışan Mimarlar

Bürolarda ve kamuda çalışan meslektaşlarımızın çalışma sürecinde karşılaştığı etik sorunlar var, elbette onlardan da benzer şekilde duyarlılık bekliyoruz. “Ben bu alanda çalışıyorum, ne olursa olsun çizerim, gerisine bakmam” mı diyeceklerdir, ya da nasıl bir davranış içerisinde olmalarını bekliyoruz. Bunun çok ciddi bir bedeli de var, işten atılabilirsiniz. Ücretli çalışanlara baskı yapılması, çalışma ortamlarının düzenlenmemesi, bunlar bürolardaki çalışma düzeni ile ilgili etik sorunlar. Ücretlilerin tasarım haklarının korunması, çalışanların mesleki gelişimlerinin desteklenmesi, onlara doğru ücretler verilmesi, emeklerini doğru referanslı bir şekilde işlerinin altına yazmak sorumluluğu gibi pek çok ilişki henüz şu anda sadece büro sahibi mimarla ücretli çalışan mimar arasındaki gönüllü ilişkiye bağlanmış durumda. Oysa bunların etik bir duyarlılıktan çıkarak bir yaptırım seviyesine getirilmesi, bürolarımızın bu anlamda bir yaptırıma tabi tutulması mümkün. Böyle bir sürecin yaşanması gerekir.

Farklı Ülkelerdeki Farklı Etik Anlayışlar

Farklı ülkelerde farklı etik anlayışlar, uygulamalar gözlüyoruz, halbuki olmaması gerekir. Bunu özellikle küreselleşme çağında görüyoruz. Kendi ülkesinde yapmaya yeltenemeyeceği davranışları bir başka ülkede yapmak, onlar için bunu layık görmek bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin nükleer santral lobilerinde bunu görüyoruz. Kendi ülkesinde nükleer enerjiye karşı olan pek çok kişi kendi ülkesinde başka bir ülke için nükleer santral yapan bir fabrikanın çalışması için nükleer santrali o ülkede savunabiliyor. Keza Çin gibi çok yatırım alan bir ülkede üstlendikleri inşaat çalışmalarında kendi ülkelerinde yapmadıkları, yapamadıkları davranışları, uygulamaları orada fütursuzca yapan mimarlar eleştiriliyor, ayıplanıyor.

Tarlabaşı Örneği


Karikatür, Heinrich Tessenow.
Tarlabaşı projesi gibi örnekleri ele alalım, herkes biliyor herhalde Tarlabaşı Projesi’ni. Ciddi bir yükseklik, ciddi emsal fazlalığı ve oradaki dokunun tamamıyla yıkılması, yer altından yer üstüne kadar yeniden yapılması söz konusu. Özellikle Osmanbey’den Şişli’ye doğru giden cadde üzerinde yapılan acayip uygulamaları İstanbul’u bilenler hatırlayacaklardır. 2. grup eski eser uygulamaları, alttaki iki katı eski eser gibi görünen ama üstünde burada karikatürünü verdiğimiz gibi cam cepheli yapılar yapılmıştır. Yıllardır tüm bu uygulamaları eleştiren meslektaşlarımız tarafından Tarlabaşı’nda bir bölge benzer şekilde yenileniyor.

Bir de bu bölgenin başka bir özelliği var, bu bölgeye benzer yerlerde Tarlabaşı gibi Sulukule gibi Balat gibi bölgelerdeki sosyal dokunun ötelenmesi, değiştirilmesine yönelik bir yönü de var bu projelerin. Mimar olarak sadece mimari projedeki doğruların yanlışların ötesinde konuyla bu yönüyle de ilgilenmek, o yönüyle de bir etik sorumluluk üstlenmek gerekmiyor mu?

Mimarlık Yarışmaları

Mimarlık yarışmaları konusunda da birkaç şey söylemek istiyorum. İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılması gündeme geldiği zaman, Kültür Bakanı böyle söylediği zaman kıyamet kopmuştu. Pek çok meslektaşımız duyarlı bir karşı duruş gösterdi ve buranın yıkılmasına karşı tavır geliştirdiler. Nitekim bunlar etkili oldu ve Atatürk Kültür Merkezi yıkılmadı. Fakat daha sonra o zamanki başbakanımız şimdiki cumhurbaşkanımız “ben bunu yıkıcam da yıkıcam” dedi ve sonuçta şimdi kolonları sıyrılmış, tadilat projesi yarım bırakılmış tehlikeli bir biçimde duruyor. İstanbul Belediye Başkanı Mimar Kadir Topbaş bu yıkılma kararı önlendikten sonra kamuoyuna şöyle bir demeç verdi: “Biz bu süreci yanlış yönlendirdik. Biz öncelikle Atatürk Kültür Merkezi yerine bir mimari yarışma açmalıydık. Önce bir mimari yarışma açıp, bu mimari yarışmaya mimarların katkısını istedikten sonra burayı yıkmalıydık.” Sonucunu tahmin edebildiğimiz acı bir şeye yönlendiriyor bizi. Her türlü yarışma mubah sayılıyor. Tabii ki yarışmalar mesleğimizin çok önemli bir yanı, yarışmaları önemsiyoruz ama imar suçlarını örtecek şekilde düzenlenen bir yarışma müessesesini reddetmemiz gerektiğini de hatırlatmak istiyorum.  

1968’de, dünyanın ayağa kalktığı o günlerde Türkiye’de de heyecanlı bir yaşantı olmuştu. O zamanlarda 6. Filo’nun askerlerinin denize dökülmesi gibi olaylar yaşanmıştı, büyük protestolar oluyordu. İşte o günlerde Mobil Oil şirketinin bir resim yarışması düzenlediğini ve bu resim yarışmasını ressamların boykot ettiğini öğreniyoruz. Bir Amerikan şirketinin yarışmasını istemiyoruz diye. Yarışmaya hiçbir ressam katılmamış. Ressamların bir örgütü yok o zamanlar. Akademinin önünde Mobil Oil’in amblemi olan kanatlı at heykeli kâğıttan yapılmış ve yakılmış. Bu bir duygu birlikteliğini gösteriyor, tersinin düşünülemeyeceği bir ortamın ürünü. Uyarıları yapılan, meslektaşlarımıza yarışmaya girilmemesi konusunda ciddi uyarıları yapılan, müelliflik haklarının ciddi şekilde zedeleneceği uyarıları yapılan pek çok yarışmaya meslektaşlarımızın katıldığını görüyoruz.

Bir başka konu da ciddi anlamda sorun yaşanan seçmeli yarışmalar. Bunlara yarışma da denmeyebilir; çağrılı ekiplerin katıldığı, jürisi işverenlerden oluşan bir süreç bu. Belirlenen 3- 5 bürodan projeler alınıyor ve onlara belli bir ücret veriliyor. Ondan sonra içlerinden birisine ya da bambaşka bir kişiye o projelerin beğenilen yanları gösterilerek “ben girişi böyle, çıkışı böyle, cephesi böyle istiyorum” diyerek tarifleniyor. Sonuçta ortaya karışık bir şey çıkıyor. Şimdi bu sürecin sonunda projeyi toparlayan mimar da, sonucunu bilerek ön elemeye projesini veren mimar da ciddi sorun yaşıyor. Projeler internetin tanımlanamayan uzayında dolaşıyor dediğimiz gibi, siz onlara sayısal ortamda projelerinizi teslim ediyorsunuz, fikrinizi söylüyorsunuz. Sonuçta yarışma da değil, kuralları, mimari hakları koruyan bir yasal çerçevesi yok.

Tabii ki yarışma konusunda daha bir sürü şey söylenebilir.

İş Kazaları ve Mimarın Meslek Etiği

Ben meslek etiği konusunda, çalışma alanlarımızla ilgili farklı alanlardan bazı konulara spot tutmaya çalışıyorum; örneğin inşaatlarda iş kazaları. Torunlar’daki kaza olmadan önce iş kazası konusundaki bu haberi bir gazeteden aldım. Zaha Hadid’in tasarladığı 2022 Dünya Kupası için Katar’da yürütülmekte olan El Vakrah Stadyumu’nda ve o civardaki bir düzine projede 1000’i aşkın işçi iş kazalarında yaşamını yitirmiş. Kendisine bunu sorduklarında “mimar olarak benim alanıma girmez. Böyle bir nüfuzum yok” diye cevap vermiş. Ne kadar tanıdık değil mi? Oysa Zaha Hadid, 2010’da Time dergisi tarafından yılın en nüfuzlu 100 kişisi arasında sayılmıştı. Oysa başka meslektaşlarımız aynı konuda farklı bir duyarlılığı gösterebiliyorlar. Libeskind Çin Halk Cumhuriyeti’nde işçi haklarında sorun olduğu için “ben orada proje yapmam” diyebiliyor, projeleri reddediyor. Diller Scofiduo + Renfro işçiler için belli sosyal ve kültürel imkânları garanti eden projelerde çalışmayı kabul ediyor.

Spine Tower, Maslak.
Soma’daki maden kazası yüreğimizi yaktı hatırlarsanız. O madenin sahiplerinin İstanbul’daki gökdelen binası; Spine Tower. Bunu da yine bir gazete haberinden aldım. Bu binanın yatırımı için bir takım kuruluşlarla görüşmeler yapmışlar ve o yatırım kuruluşu, Soma’daki holdingi incelemiş ve “sizin madenlerinizde ölümler olabilir her an, biz ölümlerle gündeme gelmek istemiyoruz.” diyerek yatırım yapmayı reddetmişler. Belki yatırım yapmamak için bahane buldular, bilemiyoruz ama böyle diyebilmişler. Oysa yapının teknik elemanları bunu diyememiş, ne mimarı ne diğer mühendisleri böyle bir işi reddetme cesaretini gösterememiş. Böyle bir iş reddedilebilir mi? Önünüze imar durumunu alarak gelmiş böyle bir alan reddedilebilir mi? Bu bizim kendi içimizdeki kırmızı çizgilerle ilgili bir sorun.

Bu proje basında çok sık tartışıldıktan sonra başka bir konu daha gündeme geldi. Bu projedeki 2 bodrum katı, kaldı ki ikisi de cadde üstünde, 9 bodruma ve 44.000 m²’lik alan 132.000 m²’ye çıkmış. Rakamları yine basından aktarıyorum. Şimdi bu artışı becermek elbette teknik bir ustalık gerektiriyor. Giriş kotunu nereden aldığınıza bağlı. Öğrencilerin yoğun olduğu bir oturumda imar hakkı nasıl çoğaltılır diye öğretiyoruz.


Asansör kazasıyla gündeme gelen Torunlar Rezidans.
Bunlar tartışılırken Torunlar Rezidans’daki işçi ölümleri gündemimize geldi. İşçileri koruyamayan devletimiz inşaatı korur oldu.
Burada birbirine atılan suçlar, belirsizlikler oldu. “Üretilen belirsizlik” ve “organize sorumsuzluk” deyimleri Murat Balamir hocamıza ait, depremden sonraki ortama ilişkin bunları dile getirmişti. Depremde binlerce yapı yıkıldı, binlerce insan öldü. Mahkemeler kimi tutuklayacağını bilemedi. Bir Veli Göçer yakalandı. Onun dışında pek çok meslektaşımız da haklı haksız bir şekilde yargılandı. Ama Veli Göçer’in yıkılan yapılarından daha fazla ölümlerin yaşandığı diğer şirketler yıllardır İstanbul’un birçok projesini yapıyorlar. Hiçbir sorun yaşanmadı. Bu konu halkla ilişkilerle ilgili bir düzenleme, tepkinin yönlendirilmesi sorunu. Kimdir sorumlu belli değil? Projeyi yapan mimar “buraya 5 kat yapılabilir dediler ben ona göre tasarladım” diye kendini savunuyor. O projenin imar planını kim yaptı? Yapılan planları ilgili Bakanlık onayladı. Bakanlık “ben teknik elemanlarıma güvenmeyeceğim de kime güveneceğim, planı onlar hazırladı” diyebiliyor. Şimdi ortada belirsizlik var. Bundan dolayı, bu planları onayladığı için hiçbir devlet görevlisi yargılanmadı.  

Bilirkişilik Alanında Etik

Konumuz sadece serbest mimarlık alanındaki etik sorunlar değil elbette. Sabahki oturumda sadece % 25 - % 30 civarında serbest çalışan mimar meslektaşımız olduğu ifade edildi, doğrudur. Diğer meslektaşlarımız da mimarinin çeşitli alanlarında saygın mimarlık hizmetleri yapmaktadırlar. Bunlardan bir tanesi de bilirkişiliktir, yapı denetimidir, şantiyede görev yapmaktır vb. Bütün bu alanlarda da süreç içerisinde etik sorumluluk gündeme gelmektedir. Mimarlar Odası’nda bilirkişilik alanında görev yapacak meslektaşlarımıza eğitimler veriliyor. Bu eğitimler kapsamında etik konusu da gündeme geliyor.

“Hâkim, hakîm (bilgili, filozof), fehîm (zeki, anlayışlı), müstakim (doğru, namuslu), emîn (güvenilir), mekîn (ağırbaşlı, temkinli), metîn olmalıdır” (Mecelle’den)

Burada aktardığım tanımı bilirkişilik alanında yaptığımız bir sempozyumda bir hukuk profesörünün bildirisinden aldım. Yine yılların deneyiminden süzülen bir deyim. Burada karar vericiden bahsediyor hâkim derken. Yani “siz bir alanda karar verirken bilgili, zeki, doğru, namuslu, güvenilir, ağırbaşlı ve temkinli olmalısınız” diyor özetle. Bütün bunları kendimiz için de üstlenebiliriz. Sizin teknik bilginize, donanımınıza ve toplumsal konumunuza sahip olmayan insanların size güvenmeleri, inanmaları öte yandan mesleğinize ve konumunuza duyulan güvenin istismar edilmesi söz konusu.

İklim Değişikliği ve Mimarın Sorumluluğu

Son yıllarda ekoloji konusu bütün yakıcılığıyla gündemimize girdi. Özellikle teknik elemanlar olarak bizim doğru veya yanlış tercihlerimizle ekolojiye nasıl müdahale ettiğimizi irdelememiz gerekiyor. Kentler üzerinde atık gazların birikimi ile oluşan sera etkisinin ve karbondioksit emisyonunun yarısı, inşaat ve ulaşım sektörlerinden kaynaklanmakta. Öte yandan su havzalarının yapılaşmaya karşı korunması, giderek azalan temiz su kaynaklarının kirletilmesinin önlenmesi gerektiği açık. Mimarlar gelecek nesillere iklim ve doğal döngüsü bozulmamış, sağlıklı ve sürdürülebilir çevreler bırakmakta birinci derecede yükümlüdürler.


Kim Kime Dum Duma, Behiç Ak, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2003.
Burada yine bir meslektaşımızın kendi çizgileriyle ağır bir eleştirisini görüyoruz. “Doğa sevgisini kaybetmiş politikacılar, orman vasfını kaybetmiş arazileri imara açtı da biz mimar vasfını kaybetmiş mimarlara iş çıktı.”

Göç ve Kent Yoksulları

Bir başka konumuz da “Göç ve Kent Yoksulları”. Farklı nedenlerle göçler devam ediyor. Belki ilerde iklim nedenleriyle de göç olacak ama şimdi siyasi, ekonomik nedenlerle göçler var. Özellikle kentlere yeni gelenlerle mevcut halkın kaynaşmasında ciddi sorunlar yaşanmakta olduğunu gözlüyoruz. Bir insanın kendi ülkesinde göçmen olması, istenmemesi, sevilmemesi son derece trajiktir. Bunun giderilmesi yönünde ekonomik ve sosyal tedbirlerin yanı sıra mekânsal düzenlemelerin de yapılması, yeni gelenlerin kent hayatına katılmalarına olanak verecek farklı ortamların yaratılması gerekmektedir.

Mimarinin buna yönelik çözüm önerileri olabilir mi? Mimarlık, yoksulluğa, göçten kaynaklanan yoğun barınma ve devasa kent sorunlarına tek başına çare bulamaz. Ancak böyle bir sorunu da dışlayamaz, yok sayamaz. Bir meslek etiği sorunu olarak belirtelim: Yoksullar için çalışmak, fikir üretmek ödüllendirilmediği gibi, aksini kimse ayıplamamaktadır. Mimarlık, sadece mimarlık hizmetinin bedelini ödeyebilenlere hizmet eden seçkinci bir meslek midir? Bu ülkenin mimarları olarak, yoksullukla, göçle gelen yoğun barınma sorunlarıyla ilgili projelerin üretilmesinde, gerçekleştirilmesinde aktif rol alınabileceğini düşünüyorum.

Erişilebilirlik ve Mimari Sorumluluk

Bir başka konumuz da “Erişilebilirlik ve Mimari Sorumluluk”. Kentlerimizin yaşanılır kılınmasının en önemli göstergelerinden birisi: Erişilebilirlik. Yüzde 12 civarında özürlüden bahsediliyor ve özürlüler kent yaşamına katılmamaktadırlar. Mekânsal engeller yaşlı ve çocuklu kişilerin de toplum yaşamına katılımını zorlaştırıyor. Bu tamamıyla bizim düzenlediğimiz çevresel sorunlardan kaynaklanıyor. İstanbul’da yeni yapılan kaldırımların bile yüksekliği 35-40 cm. “Erişilebilir olan bir mekânda kimse engelli değildir, erişilebilirliğin sağlanmadığı ortamlarda ise herkes engellidir.” Göstereceğimiz özen, pek çok insanın mimarlık nedeniyle daha da zorluk çekmesinin önüne geçebilecektir.  

Mimarlar Odası’nda Yönetici Olmak

Evet, bir de meslek ortamımızın farklı bir yönüne değinmek istiyorum eski bir Oda yöneticisi olarak. “Mimarlar Odası’nda Yönetici Etiği” konusu. 1000 civarında meslektaşımız Oda yöneticisi kimliğini taşıyor. Sadece merkezi yöneticiler değil, Genel Merkez’de 7 arkadaşımız görevli. Ama şubelerde değişik ortamlarda Mimarlar Odası’nın seçimle gelmiş 1000’in üzerinde yöneticisi var. Ciddi bir fedakârlık gösteriyorlar; ailelerinden, çalışma ortamlarından zaman ayırıyorlar, yıllarca buna emek veriyorlar. Ve bu arkadaşlarımızın her birisinin, hepimizin olduğu gibi farklı siyasi aidiyetleri var. Farklı partilere sempati duyuyorlar ama ne olursa olsun, hangi partiye sempati duyarlarsa duysunlar yerel yöneticilerin ya da kamu yöneticilerinin kararlarını sorgulayabiliyorlar. Onlara karşı dava açabiliyorlar. Bu konuda bir eksiklik, aksaklık görmüyoruz, bu çok önemli bir tespit. Bir konuda zaman zaman sorun yaşanıyor gibiydi. Yani yerel yönetim seçimlerinde aday olmak ve aynı zamanda Oda yöneticisi olmak. Bu konuda da düzenlemeler yapıldı. Mimarlar Odası kimliğiyle yerel yönetim seçimlerinde aday olmanın çok etik bir davranış olamayacağı konusunda bir düzenlemeye gidildi.

Ben başka bir konuya daha değinmek istiyorum. Yani “yönetim kurulunun, yöneticilerin sorumluluğu, sorumluluk etiği nerde başlıyor?” üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Yönetimlerin sorumluluğu sadece gündemin ve çalışma programının hayata geçirilmesinde değil, bir ölçüde geleceğe yönelik arayışların örgütlenmesinde ve gelecek yönetimlere birikimleriyle birlikte devredebilmesindedir. Hayatın karşımıza çıkardıklarının ıskalanmaması, tüm zenginliğiyle kavranması, farkında olunanın tariflenebilmesi, yeterince baş edilemiyorsa bile ele alınması, irdelenme fırsatlarının yaratılması, çözümleme arayışlarının gösterilmesi gerekir.

Bunların yapılamaması, yanından geçip giden sorunların farkına varılmaması, varılsa bile sorunlarla uğraşmak yerine seyirci kalınmaya rıza gösterilmesi elbette ciddi bir handikaptır ve sağlıklı bir bünyenin normal süreç içerisinde bu durumu aşması gerekir. Gündemindeki görevleri yapmayan, yapamayan, bunların önemini kavrayamayan, üstlendiği sorumluluğun farkına varamayan yöneticilere her hangi bir yaptırımın söz konusu olup olmadığı tartışılabilir. Elbette ki bu kapsamdaki en önemli yaptırım etik vurgulamalar olmaktadır.

Mimarlar Odası’nda iki yılda bir seçimler yapılmaktadır, yönetimler değişmektedir. Önemli olan bu görevde kaldıkları süre içerisinde kişilerin neyi yapıp neyi yapamadıklarıdır. Bu konularda sorumluluk, etik sorumluluktur.

Uluslararası Alanda Meslek Etiği

Uluslararası mimarlık örgütlerinin etik konusunda ne gibi düzenlemeler yapmaya çalıştıklarını biraz açmak istiyorum. Bunları tek tek Mimarlar Odası’nın web sayfalarında göreceksiniz. Bu metinleri çevirdik ve Belgeler dergisiyle herkese duyurduk ve Mimarlar Odası’nın web sitesine koyduk.

Bunlar “Mimarlık Pratiği İçin Tavsiye Edilen Uluslararası Profesyonellik Standartları Konusunda UIA Mutabakat Metni’nin Politikalarına İlişkin Öneri Kılavuzları” başlığı altında toplanıyor. “Etik ve Davranış” (Kasım 1997 / Nisan 1998 - revizyon / 10-12 Aralık 1998 - revizyon / Haziran 1999, kabul) Bu metinler süreç içerisinde uzun tartışmalarla kabul ediliyor ve yayınlanıyor.

Ne oldu da bu tarz metinler gündeme geldi? Öncelikle küreselleşme arttı. Ülkelerin kendi içerisinde, kendi kuralları, kendi etik davranışları içerisinde çözdükleri sorunlar küreselleşme ortamında geçersiz kalmaya başladı. Farklı ülkelerde farklı kurallar oluşunca ve bundan dolayı sorunlar baş gösterince bu tür düzenlemeler yapılması gerekli oldu.

UIA’nın “Mutabakat Metni Politikası”nda şu başlıklar altında sıralanmış.

1.            Genel Yükümlülükler

2.            Topluma Karşı Yükümlülükler

3.            İşverene Karşı Yükümlülükler

4.            Mesleğe Karşı Yükümlülükler

5.            Meslektaşlara Karşı Yükümlülükler

Bu yükümlülükleri mimarlara, meslektaşlarımıza; mesleğin önemini vurgulayan, sorumluluklarını hatırlatıcı özlü güzel sözler olarak alabiliriz. Yoksa bunlar bir kanun maddesi değil. İşte bunu yapmayana 3 aydan 6 aya kadar hapis gibi bir şeyler yazmıyor bu metinlerde. Mimarın sorumluluğunu anlatıyor, mimari sanatının gerekliliklerini anlatıyor. Topluma karşı, meslektaşlarına ve işverene karşı ne olduğu anlatıyor. Örnek verelim:

Genel Yükümlülükler: Mimarlar, mimarlık sanatı, bilimi ve işini kapsayan ve eğitim, yetişme ve deneyim yolu ile gelişen sistematik bir bilgi ve kuram bütününe sahiptir. Mimarların en genel yükümlülükleri; mimarlık sanatı ve bilimine ilişkin bilgilerini yitirmemek ve ilerletmek, mimarlığın bir bütün olarak verdiği katkıya saygılı olmak ve gelişmesine katkıda bulunmak ve mimarlık sanatı ve bilimi ve işi ile uğraşırken bilgiye dayanan ve tarafsız mesleki değerlendirmeleri bütün diğer amaçların üstünde tutmaktır.

Topluma Karşı Yükümlülükler: Mimarlar, mesleklerine ilişkin yasaların özüne ve hükümlerine uymak konusunda topluma karşı sorumluluk taşırlar ve meslekleri ile ilgili faaliyetlerinin sosyal ve çevresel etkilerini dikkatle göz önüne almaları gerekir.

İşverene Karşı Yükümlülükler: Mimarlar, mesleki işlerini sadakatle, bilinçle, yetkince ve profesyonel bir şekilde yürütmek konusunda işverene karşı yükümlülük taşımaktadır ve bütün mesleki hizmetlerin sağlanmasında geçerli teknik ve mesleki standartları göz önünde tutarak, önyargısız ve tarafsız değerlendirmeler yapmalıdır. Mimarlık sanatı, bilimi ve işinin yapılmasında bilgiye dayalı ve mesleki görüşler başka her türlü amaçtan önce gelmelidir.

Mesleğe Karşı Yükümlülükler: Mimarlar, mesleğin dürüstlük ve şerefini korumakla yükümlüdür ve davranışlarında her zaman başkalarının geçerli hak ve çıkarlarına saygılı olacaklardır.

Meslektaşlara Karşı Yükümlülükler: Mimarlar haklarına saygılı olmalı ve meslektaşlarının mesleki amaç ve katkıları ile yaptıkları işlere başkaları tarafından sağlanan katkıları görmezden gelmemelidir.

Burada aktardığımız cümleler ilgili bölümlerin giriş cümleleri. Bu giriş cümlesinden sonra bu kapsamda konuyu açan pek çok cümle var. Tavsiye ederim Mimarlar Odası’nın web sayfasında bunları bulup okuyun. Yoksa bunların hepsini burada aktarmam saatler sürebilirdi.   

Avrupa Mimarlar Konseyi’nin Düzenlemeleri

Avrupa Mimarlar Konseyi’nin de benzer şekilde etik kuralları burada sıralanıyor: “Avrupa’da Mimarlık Hizmeti Sunucuları İçin Etik Kurallar” (19 Kasım 2005)

“Avrupa Birliği’ndeki mimarlık hizmeti sunucuları kendilerini bağımsızlık, tarafsızlık, mesleki gizlilik, dürüstlük, yetkinlik ve profesyonellik konularında en yüksek standartlara ve tasarım, teknik ve hizmet ürünlerinde mümkün olan en yüksek kaliteye ulaşma hedefine adamalıdırlar.”

“Mimarlık hizmeti sunucuları topluma, yapılı çevrenin gelişimi ve bu gelişimin içinde gerçekleştiği toplumlar ve kültürler için gerekli olan kendine özgü bilgi, mesleki beceri ve yetenekleri sunmalıdırlar.”

ACE (Avrupa Mimarlar Konseyi) kapsamında üretilen bir başka metin ise “Fiyat Kırmaya Karşı Karar” başlığıyla 18 Kasım 2005’te onaylanmış. Burada özetle şöyle deniyor:

“AB üyesi ülkeleri, hizmet temini sözleşmelerine ilişkin kararların fiyat yerine niteliğe dayalı ölçütler üzerine kurulması için gerekli yasal düzenlemeleri yaparak, mimarlık hizmetleri sektöründe “fiyat kırma”ya karşı mücadele etmeye davet etmekte; ACE üyesi meslek kuruluşlarını, mimarların “fiyat kırma” uygulamalarını önlemek için ellerindeki tüm yasal olanakları kullanmaya çağırmakta; Mimarları, öncelikli seçim ölçütleri arasında mesleki yetkinlik ile yapılacak iş ve önerilen hizmetin kalitesinin bulunmadığı mimarlık hizmeti sözleşmelerine katılmamaları için uyarmaktadır.”

Belirttiğim gibi küreselleşme ülkeler arası tartışmalarda ciddi bir rekabet söz konusu. Bunlara yönelik düzenleme arayışı bu metinleri hızlandırdı diyebiliriz.

“Danışmanlık Hizmetlerinde UIA Uluslararası Ahlak Kuralları” bu kapsamda hatırlatmamız gereken bir başka metin. Her ülkenin ayrı ayrı kurallarını da incelemeye çalıştık, örneğin “İrlanda’da Mimarlık Mesleği Davranış Kuralları” gibi. Bu alanda göstermek istediğim son örnek yine ACE’nin “Kalite Şartı” başlığı altındaki metin. Bu metinde özetle şöyle deniyor: “Şart belgesi, tüketicilerin (hem işverenler hem kullanıcılar) mimarlık mesleğine yönelik beklentilerini karşılamak için ihtiyaç duyulan genel çerçevenin bir kısmını oluşturacak şekilde meslek için gönüllü kurallar koymaktadır. Tüketiciler ve toplumun geneli tarafından beklenen ve hak edilen sonucun garanti altına alınabilmesi ancak mimari yaratıcılık ve mükemmel bir hizmet sunumunun bir araya gelmesiyle mümkün olabilecektir.”

Bu metinlerin Türkçe ve İngilizcelerinin Mimarlar Odası’nın www.mo.org.tr sayfasından incelenebileceğini tekrar hatırlatalım.

Mimarlar Odası’nda Etik Konulu Metinler

Bizim Odamızda 1971 tarihli eskimiş bir yönetmelik vardı. “Mimarlar Odası Mimarlık Mesleğini Uygulama, Mimarlar Arası Dayanışma, Mimarlık Şeref ve Haysiyetini Koruma Yönetmeliği” (13 Şubat 1971) Bu metin daha sonra 41. dönem Olağanüstü Genel Kurulu’nda “TMMOB Mimarlar Odası Mesleki Davranış Kuralları Yönetmeliği” şeklinde yeniden düzenlendi. Yeniden düzenlenirken Uluslararası Mimarlar Birliği’nin, formatları burada uygulandı. Bu metnin bölümlerinden de birer cümle burada aktarmak isterim:

Madde 1- Bu Yönetmeliğin amacı, mimarların, mimari faaliyet alanları ve sundukları mimarlık hizmetinin türü ne olursa olsun, mimarlık uygulamalarında ve mesleki etkinliklerinde topluma, işverene, meslektaşlarına ve Mimarlar Odası’na karşı davranışlarına ilişkin yükümlülükleri ve meslek mensuplarının birbiriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmakla ilgili, usul ve esasları düzenlemektir.

Mimarların Topluma Karşı Yükümlülükleri: Mimar, mesleki çalışmalarını yürütürken, topluma karşı aşağıdaki yükümlülüklere uygun davranır; Mimar, mesleki uygulamalarında ırk, dil, milliyet, inanç ve cinsiyet ayrımı yapamaz, insan haklarına saygıyı temel alır. Mimar, mesleğini uygularken doğal ve kültürel mirasın, kentsel ve çevresel değerlerin korunması, kamu ve toplum yararının önceliği ilkelerini gözetir. Mimar, topluma, bütün bilgi ve birikimi ile mesleki sorumluluk ve görev anlayışı ile hizmet sunar.

Mimarların Meslektaşlarına Karşı Yükümlülükleri: Mimar, meslektaşlarına doğrudan ya da dolaylı olarak ve bilerek zarar verecek davranışlardan kaçınır. Mimar, eser sahibi mimarın izni olmadan projesini kullanamaz, değişiklik ya da ilaveler yapamaz. Mimar, kendi eserleri üzerindeki telif haklarını kötüye kullanamaz. Mimar, başkasına ait mimarlık eserlerini kendine mâl edemez. Mesleki başarısını kendi çalışmaları üzerine kurar. Meslektaşlarını küçümseyerek ya da kötüleyerek kendini ön plana çıkaramaz. Meslektaşlarının eser ve hizmetlerine karşı, tutumunda mesleki saygıyı temel alır.

Mimarların İş Sahiplerine Karşı Yükümlülükleri: Mimar üstlendiği iş veya hizmetin kapsamını, sorumluluklarını, ücretini, ödeme aşamaları ve iş ilişkilerinin sona erdirilmesi hakkında koşullarını iş sahibiyle yapacağı yazılı bir sözleşmeyle belirler. Mimar yapmış olduğu sözleşme şartlarına uymak, hizmetin kaliteli yürütülmesinde azami gayret ve iyi niyeti sarf etmekle yükümlüdür. Mimar, iş sahibine yanıltıcı bilgiler vererek veya işi olduğundan farklı göstererek onun bilgi eksikliğini kötüye kullanamaz. Kamu yararına aykırı olarak özel haklar ve ayrıcalıklar sağlama vaadinde bulunamaz ya da bu yolları bir iş alma aracı olarak kullanamaz.

Mimarların Mimarlık Mesleğine Karşı Yükümlülükleri: Mimar mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır. Mimar, mesleki faaliyetlerini bağımsızlık, tarafsızlık, gizlilik, dürüstlük, doğruluk ve adalet ilkeleri çerçevesinde yürütür. Mesleki sorumluluğu ile uyuşmayacak ve dürüstlüğünden kuşku uyandıracak davranışlardan kaçınır. Mimar, yasalarca kendisine verilmiş olan unvanlar dışında başka bir unvan kullanamaz.

Mimarların Meslek Odasına Karşı Yükümlülükleri: Mimar, mesleğini uygularken toplum içinde meslek topluluğunun bir temsilcisi durumundadır ve yürürlükte bulunan meslek alanıyla ilgili bütün yasa, tüzük ve yönetmeliklere, mesleğin uygulanması konusundaki Oda kararlarına uymak zorundadır. Mimar, …Oda politikalarıyla yönetmeliklerine aykırı olduğu tespit edilen ve bu nedenle Oda tarafından boykot edilmesine karar verilmiş olan bir tasarım yarışmasına danışman, asli-yedek jüri üyesi ve yarışmacı olarak katılamaz, bu tür ihalelere teklif veya öneri veremez.

Madde 9- Mimarlar Odası’nın herhangi bir organında seçimle göreve gelen mimar, bu görevi yürüttüğü esnada yerel yönetim seçimlerine aday olduğu takdirde Mimarlar Odası’ndaki görevinden çekilmiş sayılır. Adaylık sürecinde ve seçildikten sonra Mimarlar Odası’ndaki görevini propaganda aracı olarak kullanamaz.      

Burada sadece bir farkı belirtmek istiyorum. İş sahibine karşı yükümlülükler, mimarın mesleğine karşı yükümlülükler, mimarın meslek odasına karşı yükümlülükleri. Burada diğer ülkelerde olmayan bir şekilde mimarın meslek örgütüne karşı sorumluluklarının vurgulanması ihtiyacı duyuldu, bu önemli. Yukarıda sözünü ettiğim, siyasi partiler ile ilişkiler konusundaki bir hüküm de buraya konmak durumunda kaldı.

Ne Yapılabilir? / Nasıl İşlenebilir?

Meslek etiği konusunda ne yapılabilir, nasıl işlenebilir noktasına geldiğimizde ise öncelikle toplum ve mimarlık çalışmalarını önemsiyoruz. Ben en azından vurgulanması gerektiğini düşünüyorum. İmar suçları toplumumuzda son derece hoşgörüyle karşılanıyor. Yani bir hırsızlık olayı gibi değil, bir çocuğun çaldığı baklavanın gazete haberi olduğunu görüyoruz, başka şeyler görüyoruz, ayıplanıyor, yapanlar yıllarca içerde yatıyor. Ama bir kamu malının haksız yere kullanılması, farklı bir imar hakkı alınması, kullanılması övünülecek bir şey gibi hem mimarlar tarafından hem toplum tarafından hoşgörüyle karşılanıyor. Bu anlayışın değişmesi gerekir. Toplumun mimarlığı ve kentleşme sorunlarını daha yakından izlemesi önemli. Bir takım belgeler, burada gösterdiğimiz gibi yol gösterici belgeler, hatırlatıcı, uyarıcı, zorlayıcı belgeler hazırlanabilir. Bunlar değişik vesilelerle işlenebilir. Eğitimden itibaren bunlar dile getirilebilir. Ve yeni göreve başlayan, Mimarlar Odası’na yeni kayıt olan meslektaşlarımıza hatırlatıcı kapsamda bu belgeler verilebilir.

Işık Aydemir, Bülend Tuna, Bülent Batuman, Nevzat Sayın.
“Meslek yemini” bir çözüm olabilir mi? Bunları tartıştığımız ortamlarda örneğin Eskişehir’de gerçekleştirdiğimiz son Mimarlık ve Eğitim Kurultayında “meslek yemini” gündeme geldi. Diğer disiplinlerde gördüğümüz gibi örneğin doktorlarda ve başka disiplinlerde var, mesleğe başlarken bir meslek yemini söz konusu olabilir mi? Ben çok emin değilim ama meslek yemini gibi bir çözüm önerisi de geldi.

Müeyyidesi olmaması önemli bir faktör yani belli konular suç olarak ilgili bir yasaya göre savcılığın el atması gereken bir suç olabilir, imar suçu olabilir, bu ayrı bir konu. Ama etik konularının böyle bir müeyyidesi yok. En büyük müeyyide ayıplama, kurumsal ayıplama, meslektaşları tarafından ayıplanma. Farkındalık verilmesi önemli. Mimarlık eğitiminde etik konusunun işlenmesi, yani bir etik dersinin olması değil, mimarlık eğitimi sürecinin tamamında etik konusunun her derste; malzeme dersinden, statik dersinden, temel tasarımdan, son sınıf diploma projesine kadar etik konularının projenin içinde bir şekilde işlenmesi önemli. Meslek içi eğitimlerde bunun irdelenmesi ve meslek ortamındaki etik sorunların da yayınlarımızda daha sık işlenmesi.

Toplumun mimara olan güvenini korumamız gerekiyor; bu çok önemli bir sorumluluk. Dikkat ederseniz pek çok sorunda herkes suçlanıyor, mimar daha az suçlanıyor. Bunlardan gurur duyuyoruz, yıllardan beri mimarlık adına çalışanların yarattıkları, oluşturdukları olumlu bir misyonumuz var. Mimar yapıcıdır, böyle bir misyonumuz var. Bunun korunması gerekiyor.

Geçinme, ayakta kalma çabaları, ailenin daha iyi yaşaması, beslenmesi, sosyal hayattan kopmaması, kültürel etkinliklere katılması, çocuğun daha iyi okuyabilmesi için zorlanan ailelerin bütçesi ve en önemlisi de işsizlik. Her an yaşanabilecek olan işsizlik korkusu. Kendisi ve ailesi için gelecek korkusu taşıyan bireyin, düzen karşısındaki çaresizliği ne yazık ki onu kolaylıkla rantın, çıkarcılığın, sömürünün teknisyeni durumuna düşürebiliyor. İster kâr tutkusuyla olsun, ister beğenilme ayakta durma güdüsüyle olsun yapılanlarda bir terslik var. Yapılanlar birileri o şeyi yaptığı için vardırlar. O birisinin yapmaması, yapmamak için direnmesi sonucu değilse bile o kişiyi etkileyecek, kişinin insanileşme süreci de böyle başlayacaktır diye düşünüyorum.

Elbette bu aşamada mimarın örgütlü olma halinin de hatırlatılması gerekiyor. Mimarın Oda’sıyla birlikte kendini güçlü hissetmesi, mesleğiyle gurur duyması, onu önemsemesi, her yaptığını beğenmese de Oda’sının varlığını hissetmesi, gerektiğinde sığınacağı liman olarak görmesi pek çok sorunu çözecektir.

Etik konusunu sunduğum bu ortamda yararlandığım kişileri anmadan geçmek olmaz. Bu alanda yaptıkları açılımlarla konuya derinlik katan pek çok kişiye, ama özellikle, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, Prof. Dr. Harun Tepe, Prof. Dr. Yasemin Oğuz, Dr. Haluk Zelef ve Güven Birkan’a teşekkürlerimi sunuyorum. Sizlere de sabrınız için teşekkür ediyorum.

Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin düzenlediği “Türkiye Mimarlığını Sorguluyor” etkinliği 26-27 Eylül 2014 tarihlerinde gerçekleştirildi. Bu etkinlikteki konusu “Siyaset Mimarlık ve Etik; İdeoloji ve İmar Arasında” olarak belirlenen ikinci oturumda sunduğum bildiri.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder