7 Şubat 2015 Cumartesi

Emre Madran’ın Mimarlar Odası Yöneticisi Olarak Portresi

 
Sevgili Emre Madran hocamızı 26 Eylül 2013 tarihinde geçirdiği bir kalp krizi sonrasında kaybettik; haber hepimizi derinden üzdü. Bir süre sonra, yakınlarının, birlikte çalıştığı akademisyenlerin girişimiyle bir armağan kitap girişimi başlatıldı. Birlikte Oda yönetiminde bulunduğumuz ve pek çok anıyı paylaştığımız Emre hocamızla ilgili benden de bir yazı istemişlerdi. Ne yazık ki bu yayın projesi gerçekleştirilemedi. 7 Şubat 2015 tarihinde “Emre Madran’a Armağan” kitabı için yazdığım yazıyı paylaşıyorum.

Öncelikle elimizdeki yayının Emre Madran’a yakışan bir “Armağan” olduğunu belirtmeliyim. Yıllardır akademik ortamda, korumacılık alanında bir arada bulunan değerli çalışma arkadaşlarının katkılarının, birlikteliklerinden süzülen anılarının derlenmesiyle oluşan bu kitabı bir kadirbilirlik örneği olarak değerlendiriyorum. Yayının hazırlanmasında görev alan dostlarını, emeği geçenleri, katkı sağlayanları kutluyorum. Ben kendi payıma Emre Madran’ın farklı bir ortamdaki portresini ve bendeki izlerini aktarmayı deneyeceğim.

Emre Madran’ı Mimarlar Odası çalışmalarında, Yönetim Kurulu toplantılarında, bu vesile ile bir araya geldiğimiz ortamlarda tanıdım. Yıllardan beri koruma ve kültürel miras ortamlarındaki çalışmalarını izlediğim, bu alandaki yazıları üzerinden kendisi hakkında kanaat geliştirdiğim bir kişiyle, yine kültürel miras konularının, korumanın konuşulduğu bir ortamda karşılaşmış oldum. Birlikte mimarlık gündemini irdelemek, değerlendirmek, elbette toplantı dışında hoş sohbetler etmek benim için önemli bir kazanç oldu.

Mimarlar Odası çalışmalarını izleyenler bilirler, zaman zaman oldukça gergin genel kurullar yapılır, bu süreçte farklı birliktelikler içinde yaklaşımlar, görüşler oldukça hırçın üsluplarla dillendirilir. Bu gerilimin genel kurul sonrasına da yansıması, süreç içerisinde çalışmaları aksatması riski de vardır elbette. Farklı listelerden gelenlerle oluşan yönetimimizde birlikte olduğumuz süre içerisinde böylesi bir duyguyu hissetmediğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. Evet, Emre Madran birlikte olduğumuz her iki dönemde de “karşı” listenin adayı olarak seçimlere katılmış ve yönetimde yer almıştı. Farklı yaklaşımlarımızı birbirimizi kırmadan bir zenginliğe çevirmeyi başarabildiğimizi, dört yıl birlikte verimli bir çalışma dönemi geçirdiğimizi söylemek isterim.

Genellikle bilgi bir iktidar aracı olarak kullanılır, bilgi paylaşımının bu denli coşkuyla yapılması ise ayrı bir kültürün izini gösterir. Eğitmenliğini bilemem, tanık olmadım. Ancak Oda ortamlarındaki sunuşlarında, gezilerimizdeki rehberliklerinde, bildiklerini aktarma konusundaki istekliliğini, heyecanlı üslubunu, renkli anlatımının dinleyicilerdeki izlerini gördüm, etkilendim. Ankara Kalesi ve civarını, Anadolu’nun değişik yörelerindeki kültür varlıkları üzerine yaptığımız teknik gezilerdeki yorulmak bilmeyen sunuşlarını hatırlıyorum; Malatya’da gezi sonrasında, kimi yerel rehberlerin yaptığı gibi eline açarak “bahşiş” diye aramızda dolaşmasını da…

Emre Madran’ın akademik ortamın yanı sıra uzun yıllar Kültür Bakanlığı bünyesinde görev yaptığını, arkeolojik kazılarda yer aldığını ve koruma kurullarında üyelik görevinde bulunduğunu, bu ortamlarındaki birikiminin konuşmalarında ve yazılarında yansıdığını görüyoruz. Bir dönem Magnesia kazılarında da bulunmuştu, günün yorgunluğunu atmaya geldikleri Söke’deki istasyon lokantasını keyifle anlatırdı, anılarımızı paylaşırdık.

Denizli’deki bir toplantıda Denizli Valisi ve Denizli Şubesi’nden meslektaşlarımız Ahmet Yoldaş, Süleyman Boz ile birlikte çekilen bir resme bakıyorum. Oktay Ekinci ve Emre Madran’ı birbiri peşi sıra kaybettik. Sadece koruma ve kültürel miras alanındaki katkılarını ve daha da yapabileceklerini düşünmek bile insanın içini acıtıyor. Her ikisiyle de yıllarca birlikte olmanın getirdiği bir yakınlığın izlerini taşıyorum. Elbette zaman zaman görüşler farklılaşabiliyor, heyecanlı tartışmalar eşliğinde toplantıları akşam yemeklerinde sürdürüyorduk.  

Türkiye’deki koruma uygulamalarının irdelenmesine yönelik bir çalışmayı başlatmamızı, çalışmanın dönemsel olarak sürdürülmesini önemsiyordu. Yerel yönetimlerin koruma alanında bilinçlendirilmesi, kültürel mirasın korunması, sağlıklaştırılarak gelecek kuşaklara aktarılması konusunda ısrarlı vurgulamalar yapardı. Mimarlar Odası özellikle Oktay Ekinci’nin başkanlığı döneminde yoğun bir şekilde işlediği bu konunun ısrarlı takipçisi olmuştu. “Mimari Koruma Proje ve Uygulamaları Sempozyumu”nun düzenlenmesi ve sürekli kılınması için çaba sarf ediyorduk. Konunun uzmanlarının birlikte değerlendirmeler yapmalarının, dönem içinde değişik ortamlarda yapılan uygulamaları sunmalarının, konuyla ilgili farklı yaklaşımların tartışılacağı bir platformu oluşturmaya, Kültür Bakanlığı bünyesinde gerçekleştirilen Kazı Sempozyumlarının bir benzerini gerçekleştirmeye çalışıyorduk. Bu sempozyum çerçevesinde oluşturulan sergi kapsamında Türkiye’nin hemen her yerinden gönderilen koruma, yaşatma, sağlıklaştırma alanındaki projeler de önemli bir birikim sağlamaya başlıyordu. Ne yazık ki yönetimlerin meslek örgütlerine yönelik uyguladıkları saldırgan politikalar pek çok uygulamada olduğu gibi bu çalışmanın da kesintiye uğramasına yol açtı. Bu çalışmanın ileride Emre Madran adıyla yeniden kurgulanması en içten dileğimdir.

Mimarlar Odası’nda yöneticilik görevlerimiz aynı zamanda bitti, ancak dostluğumuz ve görüşmelerimiz seyrelse de devam etti. Sorumluluğunu üstlendiğim yayınlara yazı katkısı istediğimde beni hiçbir zaman kırmadı; hepimizin bildiği gibi Emre Madran aynı zamanda üretken bir yazardı. Bu üretkenliğine rağmen çalışmalarının daha da fazla kitaplaşması beklenirdi, bunu niye gerçekleştiremediğine şaşırmışımdır. Dostlarının katkılarıyla çalışmalarının derlenmesi ve “unutuluşun” elinden kurtarılması, genç akademisyenler için daha kolay ulaşılabilir olması önemli.   

Sağlığına dikkat ettiği söylenemezdi; engelleyemediği kilosu, kimi zaman heyecan dozu artarak üslubuna da yansıyan tansiyonu aslında birer uyarı olmalıydı, engelleyemedi, ya da yeterince önemsemedi, bilemiyorum.

Yitirdiğimiz yakınlarımızın ardından eksildiğimizi hissederiz, bir daha buluşamamanın, birlikte bir şey üretemeyecek olmanın, paylaşamamanın hüznü yavaş yavaş çöker üzerimize. Bu yazıyı yazarken de böylesi bir duygu içerisindeyim. Belirli bir sorumluluğu paylaşmanın getirdiği yakınlığımızın geliştirdiği dost ortamlarını arıyorum doğrusu.

Bu vesileyle tekrar ailesine, tanımak fırsatını bulduğum değerli eşi Oya Hanım’a, yakınlarına, dostlarına baş sağlığı dileklerimi iletiyorum.  

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder