Öncelikle
elimizdeki yayının Emre Madran’a yakışan bir “Armağan” olduğunu belirtmeliyim.
Yıllardır akademik ortamda, korumacılık alanında bir arada bulunan değerli
çalışma arkadaşlarının katkılarının, birlikteliklerinden süzülen anılarının
derlenmesiyle oluşan bu kitabı bir kadirbilirlik örneği olarak
değerlendiriyorum. Yayının hazırlanmasında görev alan dostlarını, emeği
geçenleri, katkı sağlayanları kutluyorum. Ben kendi payıma Emre Madran’ın
farklı bir ortamdaki portresini ve bendeki izlerini aktarmayı deneyeceğim.
Emre
Madran’ı Mimarlar Odası çalışmalarında, Yönetim Kurulu toplantılarında, bu
vesile ile bir araya geldiğimiz ortamlarda tanıdım. Yıllardan beri koruma ve
kültürel miras ortamlarındaki çalışmalarını izlediğim, bu alandaki yazıları
üzerinden kendisi hakkında kanaat geliştirdiğim bir kişiyle, yine kültürel
miras konularının, korumanın konuşulduğu bir ortamda karşılaşmış oldum.
Birlikte mimarlık gündemini irdelemek, değerlendirmek, elbette toplantı dışında
hoş sohbetler etmek benim için önemli bir kazanç oldu.
Mimarlar
Odası çalışmalarını izleyenler bilirler, zaman zaman oldukça gergin genel
kurullar yapılır, bu süreçte farklı birliktelikler içinde yaklaşımlar, görüşler
oldukça hırçın üsluplarla dillendirilir. Bu gerilimin genel kurul sonrasına da
yansıması, süreç içerisinde çalışmaları aksatması riski de vardır elbette. Farklı
listelerden gelenlerle oluşan yönetimimizde birlikte olduğumuz süre içerisinde
böylesi bir duyguyu hissetmediğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. Evet, Emre
Madran birlikte olduğumuz her iki dönemde de “karşı” listenin adayı olarak
seçimlere katılmış ve yönetimde yer almıştı. Farklı yaklaşımlarımızı birbirimizi
kırmadan bir zenginliğe çevirmeyi başarabildiğimizi, dört yıl birlikte verimli
bir çalışma dönemi geçirdiğimizi söylemek isterim.
Genellikle
bilgi bir iktidar aracı olarak kullanılır, bilgi paylaşımının bu denli coşkuyla
yapılması ise ayrı bir kültürün izini gösterir. Eğitmenliğini bilemem, tanık
olmadım. Ancak Oda ortamlarındaki sunuşlarında, gezilerimizdeki rehberliklerinde,
bildiklerini aktarma konusundaki istekliliğini, heyecanlı üslubunu, renkli
anlatımının dinleyicilerdeki izlerini gördüm, etkilendim. Ankara Kalesi ve
civarını, Anadolu’nun değişik yörelerindeki kültür varlıkları üzerine
yaptığımız teknik gezilerdeki yorulmak bilmeyen sunuşlarını hatırlıyorum; Malatya’da
gezi sonrasında, kimi yerel rehberlerin yaptığı gibi eline açarak “bahşiş” diye
aramızda dolaşmasını da…
Emre
Madran’ın akademik ortamın yanı sıra uzun yıllar Kültür Bakanlığı bünyesinde
görev yaptığını, arkeolojik kazılarda yer aldığını ve koruma kurullarında
üyelik görevinde bulunduğunu, bu ortamlarındaki birikiminin konuşmalarında ve
yazılarında yansıdığını görüyoruz. Bir dönem Magnesia kazılarında da bulunmuştu,
günün yorgunluğunu atmaya geldikleri Söke’deki istasyon lokantasını keyifle
anlatırdı, anılarımızı paylaşırdık.

Türkiye’deki
koruma uygulamalarının irdelenmesine yönelik bir çalışmayı başlatmamızı, çalışmanın
dönemsel olarak sürdürülmesini önemsiyordu. Yerel yönetimlerin koruma alanında
bilinçlendirilmesi, kültürel mirasın korunması, sağlıklaştırılarak gelecek
kuşaklara aktarılması konusunda ısrarlı vurgulamalar yapardı. Mimarlar Odası
özellikle Oktay Ekinci’nin başkanlığı döneminde yoğun bir şekilde işlediği bu
konunun ısrarlı takipçisi olmuştu. “Mimari Koruma Proje ve Uygulamaları
Sempozyumu”nun düzenlenmesi ve sürekli kılınması için çaba sarf ediyorduk. Konunun
uzmanlarının birlikte değerlendirmeler yapmalarının, dönem içinde değişik ortamlarda
yapılan uygulamaları sunmalarının, konuyla ilgili farklı yaklaşımların tartışılacağı
bir platformu oluşturmaya, Kültür Bakanlığı bünyesinde gerçekleştirilen Kazı
Sempozyumlarının bir benzerini gerçekleştirmeye çalışıyorduk. Bu sempozyum
çerçevesinde oluşturulan sergi kapsamında Türkiye’nin hemen her yerinden
gönderilen koruma, yaşatma, sağlıklaştırma alanındaki projeler de önemli bir
birikim sağlamaya başlıyordu. Ne yazık ki yönetimlerin meslek örgütlerine
yönelik uyguladıkları saldırgan politikalar pek çok uygulamada olduğu gibi bu
çalışmanın da kesintiye uğramasına yol açtı. Bu çalışmanın ileride Emre Madran
adıyla yeniden kurgulanması en içten dileğimdir.
Mimarlar
Odası’nda yöneticilik görevlerimiz aynı zamanda bitti, ancak dostluğumuz ve
görüşmelerimiz seyrelse de devam etti. Sorumluluğunu üstlendiğim yayınlara yazı
katkısı istediğimde beni hiçbir zaman kırmadı; hepimizin bildiği gibi Emre
Madran aynı zamanda üretken bir yazardı. Bu üretkenliğine rağmen çalışmalarının
daha da fazla kitaplaşması beklenirdi, bunu niye gerçekleştiremediğine şaşırmışımdır.
Dostlarının katkılarıyla çalışmalarının derlenmesi ve “unutuluşun” elinden
kurtarılması, genç akademisyenler için daha kolay ulaşılabilir olması önemli.
Sağlığına
dikkat ettiği söylenemezdi; engelleyemediği kilosu, kimi zaman heyecan dozu artarak
üslubuna da yansıyan tansiyonu aslında birer uyarı olmalıydı, engelleyemedi, ya
da yeterince önemsemedi, bilemiyorum.
Yitirdiğimiz
yakınlarımızın ardından eksildiğimizi hissederiz, bir daha buluşamamanın,
birlikte bir şey üretemeyecek olmanın, paylaşamamanın hüznü yavaş yavaş çöker
üzerimize. Bu yazıyı yazarken de böylesi bir duygu içerisindeyim. Belirli bir
sorumluluğu paylaşmanın getirdiği yakınlığımızın geliştirdiği dost ortamlarını
arıyorum doğrusu.
Bu
vesileyle tekrar ailesine, tanımak fırsatını bulduğum değerli eşi Oya Hanım’a,
yakınlarına, dostlarına baş sağlığı dileklerimi iletiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder