Gazetelere de yansıyan rakamları paylaşalım; istihdamın iki milyona yaklaştığı inşaat sektöründe, 5 yıllık dönemde meydana gelen 35.846 iş kazasında 1.754 işçi yaşamını yitirdi, 1.940 işçi sakat kaldı. İnşaat, iş kazası ve kaza sonucu meydana gelen ölüm sayısı bakımından tüm sektörler arasında ilk sırada yer alıyor. İş kazalarının yaklaşık yüzde 10’u yapı iş kolunda gerçekleşiyor. Yapı iş kolunda meydana gelen kazaların yaklaşık yüzde 5’i de ölümle sonuçlanıyor. İş kazası sonucu meydana gelen ölümlerin yaklaşık yüzde 30’u yapı iş kolunda meydana geliyor.
İnsan yaşamına değer vermeyen bir anlayışın yansımalarını görüyoruz, yapı sektörüne hâkim olan hoyratlık hükmünü sürdürüyor. Hızlı, daha hızlı; ucuz, daha ucuz; ve elbette büyük, daha büyük inşaatlar erk sahiplerinin dilinde bir gelişme masalı gibi tekrar ediliyor. Çalışanların ödediği bedel, çalışanlara ödenen bedelin yanında hiç dile getirilmiyor.
Yapı sektörünün önemli bir bileşeni olarak mimarların bu süreçteki
rollerini, yapabildiklerini, yapamadıklarını, sorumluluklarını, yaşadıkları sıkıntıları,
meslek etiği perspektifinden irdelemek istedik ve bu tema çerçevesinde dosyamıza
katkılar derledik.
Ülkemiz ve kentlerimizin küresel sermayenin
yarattığı olağanüstü bir rant baskısı altında olduğunu görüyoruz. Hemen her gün
başta büyük kentlerimizle ilgili olmak üzere, bir “büyük imar hamlesi” haberi
günlük basında yer almakta, kentlerimizin yaşam alanları birer birer
yapılaşmaya açılmaktadır. Kentlerimizin geleceği ile haklı olarak
kaygılanırken, aynı zamanda mesleğimizin geleceği için de endişe duymaya
başlıyoruz. Bazı meslektaşlarımızın bu büyük imar kargaşasının içerisinde yer
alabilme telaşı içine girmeleri, kentleşme ve mimarlığımızın geleceği ile
ilgili sorunlara uzak durmaları, ciddi bir meslek etiği sorununu da gündemimize
getiriyor.
Mimarların, teknik elemanların toplumsal
hayatın neresinde olurlarsa olsunlar zaman zaman insanın içini daraltan, vicdan
azabıyla baş başa bırakan durumlarla karşılaştığı görülmektedir. Bir yandan
geçinmek, ayakta kalma çabaları, ailenin daha iyi yaşaması, beslenmesi, sosyal
hayattan kopmaması, kültürel etkinliklere katılması, çocuğunun iyi bir okulda
okuyabilmesi için zorlanan aile bütçesi gibi sorunlar gündeme gelmektedir. Öte
yanda işsizlik korkusu ile yaşamanın gerginliği insanın üstüne karabasan gibi
çökmektedir.
Kendisi ve ailesi için gelecek korkusu
taşıyan bireyin düzen karşısında çaresizliği ne yazık ki onu kolaylıkla rantın,
çıkarcılığın, sömürünün teknisyeni durumuna düşürebiliyor. Sizin teknik
bilginize, donanımınıza ve toplumsal konumunuza sahip olmayan insanların, size
güvenmeleri, inanmaları; öte yandan kişinin mesleğine ve konumuna duyulan
güvenin istismar edilmesi.
Kentlerin hoyratça hırpalanması, duyarsızlığın
ve insan hayatını hiçe sayan bir yaklaşım neticesinde yitirilen canlar,
yitirilen meslek itibarı... Geriye dönüp baktığımızda gördüklerimiz bunlar mı
olmalıydı. İster kâr tutkusuyla olsun, ister beğenilme ve ayakta kalma
güdüsüyle olsun, yapılanlarda bir terslik var. Yapılanlar birileri o şeyi
yaptığı için vardırlar. O birisinin yapmaması, yapmaya direnmesi, sonucu
değilse bile o kişiyi etkileyecek, kişinin insanileşme süreci de böyle
başlayacaktır.
Güney Mimarlık
dergisinin 17. sayısında dosya teması “Meslek Etiği” olarak belirlenmişti. Derginin
editör köşesinde meslek etiği konusunu işledim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder