25 Kasım 2014 Salı

Konumuz Meslek Etiği

 
Yıllardır inşaatlarda iş sağlığı ve güvenliği konusunu çok yönlü irdelemelerle ele alıyor, yapılması gerekli düzenlemeleri gündeme getirmeye çalışıyoruz. Bir yandan da inşaatlarda yeni ölüm haberleri gelmeye devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde yine iş kazası haberleriyle yüreğimiz yandı, pek çok ailenin ocağına ateş düştü, yoksulluk daha da katlanılmaz oldu.

Gazetelere de yansıyan rakamları paylaşalım; istihdamın iki milyona yaklaştığı inşaat sektöründe, 5 yıllık dönemde meydana gelen 35.846 iş kazasında 1.754 işçi yaşamını yitirdi, 1.940 işçi sakat kaldı. İnşaat, iş kazası ve kaza sonucu meydana gelen ölüm sayısı bakımından tüm sektörler arasında ilk sırada yer alıyor. İş kazalarının yaklaşık yüzde 10’u yapı iş kolunda gerçekleşiyor. Yapı iş kolunda meydana gelen kazaların yaklaşık yüzde 5’i de ölümle sonuçlanıyor. İş kazası sonucu meydana gelen ölümlerin yaklaşık yüzde 30’u yapı iş kolunda meydana geliyor.

İnsan yaşamına değer vermeyen bir anlayışın yansımalarını görüyoruz, yapı sektörüne hâkim olan hoyratlık hükmünü sürdürüyor. Hızlı, daha hızlı; ucuz, daha ucuz; ve elbette büyük, daha büyük inşaatlar erk sahiplerinin dilinde bir gelişme masalı gibi tekrar ediliyor. Çalışanların ödediği bedel, çalışanlara ödenen bedelin yanında hiç dile getirilmiyor.

Yapı sektörünün önemli bir bileşeni olarak mimarların bu süreçteki rollerini, yapabildiklerini, yapamadıklarını, sorumluluklarını, yaşadıkları sıkıntıları, meslek etiği perspektifinden irdelemek istedik ve bu tema çerçevesinde dosyamıza katkılar derledik.  

Ülkemiz ve kentlerimizin küresel sermayenin yarattığı olağanüstü bir rant baskısı altında olduğunu görüyoruz. Hemen her gün başta büyük kentlerimizle ilgili olmak üzere, bir “büyük imar hamlesi” haberi günlük basında yer almakta, kentlerimizin yaşam alanları birer birer yapılaşmaya açılmaktadır. Kentlerimizin geleceği ile haklı olarak kaygılanırken, aynı zamanda mesleğimizin geleceği için de endişe duymaya başlıyoruz. Bazı meslektaşlarımızın bu büyük imar kargaşasının içerisinde yer alabilme telaşı içine girmeleri, kentleşme ve mimarlığımızın geleceği ile ilgili sorunlara uzak durmaları, ciddi bir meslek etiği sorununu da gündemimize getiriyor.

Mimarların, teknik elemanların toplumsal hayatın neresinde olurlarsa olsunlar zaman zaman insanın içini daraltan, vicdan azabıyla baş başa bırakan durumlarla karşılaştığı görülmektedir. Bir yandan geçinmek, ayakta kalma çabaları, ailenin daha iyi yaşaması, beslenmesi, sosyal hayattan kopmaması, kültürel etkinliklere katılması, çocuğunun iyi bir okulda okuyabilmesi için zorlanan aile bütçesi gibi sorunlar gündeme gelmektedir. Öte yanda işsizlik korkusu ile yaşamanın gerginliği insanın üstüne karabasan gibi çökmektedir.

Kendisi ve ailesi için gelecek korkusu taşıyan bireyin düzen karşısında çaresizliği ne yazık ki onu kolaylıkla rantın, çıkarcılığın, sömürünün teknisyeni durumuna düşürebiliyor. Sizin teknik bilginize, donanımınıza ve toplumsal konumunuza sahip olmayan insanların, size güvenmeleri, inanmaları; öte yandan kişinin mesleğine ve konumuna duyulan güvenin istismar edilmesi.

Kentlerin hoyratça hırpalanması, duyarsızlığın ve insan hayatını hiçe sayan bir yaklaşım neticesinde yitirilen canlar, yitirilen meslek itibarı... Geriye dönüp baktığımızda gördüklerimiz bunlar mı olmalıydı. İster kâr tutkusuyla olsun, ister beğenilme ve ayakta kalma güdüsüyle olsun, yapılanlarda bir terslik var. Yapılanlar birileri o şeyi yaptığı için vardırlar. O birisinin yapmaması, yapmaya direnmesi, sonucu değilse bile o kişiyi etkileyecek, kişinin insanileşme süreci de böyle başlayacaktır.

Güney Mimarlık dergisinin 17. sayısında dosya teması “Meslek Etiği” olarak belirlenmişti. Derginin editör köşesinde meslek etiği konusunu işledim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder