30 Mart 2015 Pazartesi

Kentsel Dönüşüm Sürecindeki “Ufak” Sorunlar

28 Mart Cumartesi günü Kadıköy’de Anadolu 1. BKBT’nin düzenlediği “Kentsel Dönüşüm Uygulamaları, Sorunlar / Sonuçlar” başlıklı etkinlik yoğun bir katılımla gerçekleştirildi. 22 Mart Pazar günü de benzer tema çerçevesinde Trakya BKBT’nin düzenlediği “Bakırköy’de Kentsel Dönüşüm Gerçeği” başlıklı etkinlik düzenlenmişti. Kadıköy’deki toplantıya özellikle süreçten rahatsız olan, canı yanan kent sakinlerinin etkin katılımı dikkat çekiyordu, Bakırköy’deki etkinliğe katılamadım, benzer bir yoğunluğun orada da yaşandığı bilgisini aldım. Siyasi iktidarın kentleri afete hazırlamak, muhtemel deprem hasarını bertaraf etmek gibi gerekçelerle hazırladığı yasaların ve bu çerçevede çıkartılan yönetmeliklerin ortamı nasıl bir cendereye soktuğu, müteahhitlerin lehine yapılan düzenlemelerin kent sakinlerini ciddi ölçüde nasıl mağdur ettiği bir kez daha sergilendi. BKBT Başkanı Saltuk Yüceer’in konuşması sırasında risk taşıdığı için yenilenmesi ve sağlıklaştırılması gereken bölgelerle kentsel dönüşüm kapsamında yapılaşmaya açılan bölgelerin ne kadar farklı olduğunun ekrana yansıtılan haritada belirtilmesi süreçteki çarpıklığı göstermeye yetiyordu.


Yapılan konuşmalarda, sunumlarda kentsel dönüşüm sürecinde yaşananlar, sorunlar aktarılmaya çalışıldı. Katılımcıların sorularla dertlerini açmaya çalıştıkları bölümü izleyince kentsel dönüşüm sürecindeki aksaklıkları topluma ne kadar aktarabiliyoruz konusunda endişeye kapıldığımı belirtmeliyim. Özellikle 6306 sayılı yasanın uygulanmasında karşılaşılan sorunların nasıl giderilebileceği üzerinde yoğunlaşan bir bilgilendirme isteği görülüyordu.

Kentsel dönüşüm konusunda Mimarlar Odası çok şey söylemiş, konunun değişik boyutlarıyla irdelenmesinin yanı sıra hukuksal yönüyle de mücadelesini sürdürmüştür. Bunların her ortamda dile getirilmesi, vurgulanması elbette önemli; ben konunun farklı bir yanına değinmek istiyorum. Bu hızlı yapılaşma sürecinin devasa sorunlarının yanı sıra dile getirilmesine pek de sıra gelmeyen bazı “ufak” sıkıntıları, izlenimlerimle birlikte paylaşma gereğini duydum.

§  Toplantıda da belirtildiği gibi Kadıköy’ün yapı stoku, İstanbul’un pek çok yerleşik semtinde olduğu gibi eskidir. Sokaklarında dolaşırken değişik yıllara tarihlenebilecek yapıları gözlemlemeniz, farklı mimari yaklaşımların izlerini görmeniz, zamanın mimari eğilimlerini hissetmeniz mümkündür. Şimdi bu farklılık, farklı zamanların estetik duygusuyla zenginleşmiş kentsel peyzaj hızla tahrip olmaktadır. Yerine imar mevzuatının aritmetiği içerisine sıkıştırılmış, neredeyse tek tip planlara yöneltilmiş yapılar almaktadır. Üstelik günün popüler cephe malzemeleriyle, aynılaşma daha da belirginleşmektedir. Yıllardır eleştirdiğimiz TOKİ tarzı tektipleşmeyle şimdi sokaklarımız şekillendirilmektedir.  
§  Normal kent dokusu içerisinde konut+ticaret fonksiyonlarıyla şekillenen ve özellikle küçük esnafların kullandıkları küçük ticari mekânlar yeni yapılaşma içerisinde yok olmakta, yerlerini büyük ticari mekânlara bırakmaktadır. Yıllardır AVM ve zincir mağazalar baskısıyla yok olma sürecine girenler bu yapılaşmayla iyice ötelenmektedir. Artık mahallelerde berber, terzi, kunduracı, su tesisatçısı, elektrikçi, büfe vb. gibi küçük esnafın kiralayabileceği yerler azalmaktadır. Bunun günlük yaşama yansımalarının, kentsel yaşam kalitesine etkilerinin irdelenmesi için erken olduğu söylenebilir, oysa bu değişimin de izlenmesinde, gerekli uyarıların diğerlerinin yanı sıra yapılmasında yarar olduğunu düşünüyorum.
§  Yeni yapılaşmada güvenlik önemli bir girdi olmakta, otopark ve bahçe kamera sistemi planlanmakta, site tarzı bir yapılaşma söz konusu ise özellikle çevresi duvarlarla kapalı, güvenlikli bir girişi olan düzen tercih edilmektedir. Şimdi yeni bir eğilimin başladığını, ortak sokak/bölge güvenlik sistemlerinin kurulduğunu da duyuyoruz. Güvenlik arayışı abartılınca ortada bir sokak kültürü de doğal olarak kalmamaktadır.

Bu ve bunun gibi sıralanacak “ufak” konuların yeterince irdelenmesini bir tarafa bırakalım farkında olunduğundan, hatta sorun olarak görüldüğünden bile emin olamıyoruz. Özellikle yaşanan mağduriyetlerin, karmaşık hukuki süreçlerin bunalttığı kentlilerin dile getirdiği sıkıntılar çok farklı bir anlayışın izlerini taşıyor. Kentlerin sağlıksız yapı stokunun yenilenmesi, yaşam çevrelerimizin kentte yaşayanlarla birlikte sağlıklaştırılması yönünde devletin yol gösterici, yönlendirici, düzenleyici görevlerini yerine getirmemesi; tersine müteahhitlik düzeninin bilinen bütün kötü yönlerini ortaya çıkaracak, kent sakinlerini “çantalı müteahhitlerin” insafına terk edecek bir uygulamaya yol açan hukuki düzenlemeleri hazırlaması ortamı iyice içinden çıkılmaz hale getirmiş durumda.

Bir an için bunun böyle olmadığını, hukuki sorunlarda etkin bir yönlendirmenin, yol göstericiliğin yapıldığını, kimsenin yeni oluşan kentsel ranttan mahrum edilmeden yeni evlerine, üstelik hiç bir bedel ödemeden sahip olacakları bir sistemin işletildiğini düşünelim. Yaşadıkları kentin bu denli hırpalanmasına, kentsel dönüşüm gerekçesiyle kent dokularının kolay tamir edilemeyecek şekilde bozulmasına, bugünkü uygulamalardan şikâyetçi olanların itirazının olmaması, sadece ve sadece mağduriyetlerinin giderilmesine yönelik söylemleri insanı ürkütüyor. Kentsel rantın paylaşımı ve yeniden dağıtımı konusunda kolaylıkla sağlanabilecek uzlaşmanın kentleri şimdikinden çok da farklı olmayan bir kaosa sürükleyebileceği endişesini taşıyorum. Büyük sermaye gruplarının kent yağmalarından aldıkları devasa payların yanı sıra halkın “demokratik” katılımla payını artırmasının masum görülebileceği görüşüne de katılmıyorum.

Bu noktada katılım konusu gündeme gelmektedir. “Halkın planlama sürecine katılımı” elbette doğru bir taleptir ve yıllardır söylemimizde yer almaktadır. Kentlerimizin sağlıklaştırılması, yaşam kalitesinin artırılması çok kapsamlı katılımcı bir yaklaşımı gerektirmektedir. Şüphesiz, bu tür sosyal programları uygulayacak ciddi bir politik iradeye ve bu iradeye yanıt verecek toplumsal örgütlenmelere, hepsinden önemlisi de yağma kültürünün zihinlerdeki egemenliğinin kırılmasına ihtiyaç vardır. Dile getirilmesi, vurgulanması gereken katılım böylesi bir katılım olmalıdır. 

30 Mart 2015 / Etiket: Kent Kültürü

28 Mart 2014 tarihinde düzenlenen bir panelin düşündürdükleri… Mimarlara Mektup bülteninin Nisan 2015 tarihli 194. sayısında yayımlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder