24 Temmuz 2015 Cuma

Yaşanılası Bir Dünya İçin Çaba Gösterenlere…


Yine ölüm haberleriyle dolu günlere geri döndük. Kobanê’de yaraları sarmaya, yöre çocuklarına oyuncak götürüp, kütüphane yapmaya giden gençlere bombayla saldırıldı. Suruç’ta toplantı yaptıkları kültür merkezinde bir intihar bombacısı üzerindeki bombayı patlattı, kendisiyle beraber 32 genç öldü, yüze yakın genç de yaralandı. Oysa bu gençler bir daha böyle acılar yaşanmasın, insanlar ölmesin, yaşam çevreleri tahrip olmasın, savaş kelimesini sözlüklerimizin unutulmuş köşelerine gönderelim, yaşananlar kötü bir anı olarak kalsın diye çaba sarf ediyorlardı. Hepimizin yüreği yandı, analar yine ağladı, ağıtlar yakıldı, dövünüldü. Öte yandan, ne üzücüdür ki böylesi bir acının bile bizi birleştiremediğini de gördük, tuhaf senaryoların ortaya döküldüğünü, nefret söylemlerinin peş peşe sıralandığını duyduk.
7 Haziran seçimleri öncesinden beri böylesi gelişmeleri hep birlikte izliyor ve endişelerimizi belirtiyorduk. Kışkırtılan milliyetçiliğin ne kadar tehlikeli maceralara yol açabileceğinin, kendimizden başkasının kolaylıkla ötekileştirildiği ortamların dünyayı yaşanmaz hale getirebileceğinin farkındalar mı diye soruyorduk. Olmadıkları bir kez daha görüldü. Uzlaşı yerine çatışmayı, kışkırtmayı tercih edenler, her gün yeni bir oyunu sahneye koymaya çalışıyorlar ve bu karanlık ortamdan kendileri için bir yarar umuyorlar. Bölgemizde yaşanan savaşın doğrudan tarafı olan, hatta kışkırtan, mezhepçi bir yaklaşımla bölgedeki ateşe körükle giden politikaları yönetenler kontrol ettiklerini sandıkları, destekledikleri güçlerin saldırıları karşısında çaresiz, etkisiz ve şaşırmış durumdalar; ne hazin, ne zavallı bir durum.

Tekrar etmek gerekiyor, hem de sık sık; barışın her şeye rağmen mümkün ve gerekli olduğunu düşünüyorum; kimsenin düşüncesinden, dininden, dilinden, etnik kökeninden, cinsiyetinden dolayı ayrımcılığa maruz kalmadığı bir ülke özlemini duyuyor ve ancak böyle bir ortamda halkların barış içinde birlikte yaşayabileceğini, bunun mümkün ve gerekli olduğunu düşünüyorum.

Başka bir yol olduğunu da düşünmüyorum, gerisi kaostur…

* * *
Bu sayımızda “Kırsal Mimari / Kırsal Yaşam Kültürü” temasını irdelemek istedik. İçlerinde Adana’nın da bulunduğu 30 ilde Büyükşehir yasası kapsamında mahalleye dönüşen binlerce köyün durumu gerçekten de ilgilenilmeyi bekliyor. Üstelik bu uygulamanın bütün Türkiye’ye yaygınlaştırılacağı, bu yöndeki çalışmaların sürdürüldüğü duyumlarını da alıyoruz.

Köylerin mahalleye dönüştürülerek ilçe belediyelerin yönetimine bırakılmasının getireceği idari karmaşa, hizmet götürmede yetersizlik vb. sorunlarının yanı sıra bir başka önemli konuya da değinmek gerekiyor. Yıllar içerisinde oluşmuş ve her birisi birbirinden farklı eşsiz güzellikteki köy dokularının TOKİ tarzı uygulamalarla tektipleştirileceği endişesini taşıyoruz. Yöreye, yörenin iklimine, malzemeye, uygun yapım tekniğine dikkat etmeden, dahası böylesi yapıların nasıl korunması gerektiğini vb. hiç düşünmeden tek tip yapı üretme koşullarının dayatılması, diğer seçeneklerin neredeyse yapılamaz hale getirilmesi önemli bir sorun olarak gündemimizde.

Mevcut köy mimarisinin seçkin örneklerinin belgelenmesi, bu yapıların korunması, yöreye özgü yapı üretme tekniklerinin bilgisinin kaybolmaması yönünde çalışmalar yapılması ve elbette bir koruma, koruyarak yaşatma kültürünün gelişmesi en önemli dileğimizdir.

Yaşanılası bir Türkiye, yaşanılası bir dünya özlemi için çaba gösteren, can verenlerin anısına bu yöndeki çalışmaların anlamlı bir saygı duruşu olacağını düşünüyorum.

Güney Mimarlık dergisinin Ağustos 2015’te yayımlanan 19. sayısının editör yazısı. Seçim öncesi başlayan ve seçim sonrasında hızla tırmanışa geçen terörün barış çabalarını gölgelemeye, etkisizleştirmeye başladığı ortamda yazılan bir uyarı…

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder