22 Ekim 2010 Cuma

Kent ve Bellek


Bu konuyu irdelemeye iki sorunun cevabını vererek açmaya çalışacak, bu kapsamda bazı tespitlerde bulunacağım. 
  • Kentin belleğini niye korumalıyız?
  • Kentin belleğini nasıl koruyabiliriz?

Tarihsel Süreç İçerisinde Kenti Kavramak

Resim1: 20. yüzyılın başlarında Söke. 
Kaynak: Orlando Carlo Calumeno Koleksiyonu’ndan Kartpostallarla 100 Yıl Önce 
Türkiye’de Ermeniler. Birzamanlar Yayıncılık 

Öncelikle kentimizin eski bir resmine birlikte bakalım. Yaklaşık 100 yıl önce Söke manzarasını gösteren fotoğraftaki haliyle kentimizin bugünkü durumu, değişimi çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Bu elbette yadırganacak bir durum değil, kentler zamanla değişiyor. İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerdeki değişim pek çok yazının, incelemenin konusu olmuştur. Oysa sadece metropoller, büyük kentler değil, her ölçekteki kentte değişim olmaktadır. Doğal olarak metropol insanlarının kente sahiplenmesiyle küçük kentlerde oturanların yaklaşımı farklı olacaktır. Bu farkı önemsemeliyiz.


Zamanla her şey değişiyor, yaşama kültürümüz değişiyor, kültürümüzün mekânsal karşılıkları da değişiyor. Bugün kendi çocukluğumuzdaki mekânları çocuğumuza gösteremiyoruz; torunumuza hiç gösteremeyeceğiz. 
Sadece kamusal mekânlar değil, evlerimizin iç düzeni, evi kullanma biçimleri değişmiştir. Geleneksel üretim yapısı, ev içindeki çalışma düzeni değişmiştir. Evlere, mutfaklara pek çok yeni alet girmiş, yemek hazırlama ve tüketme kültürü değişmiştir. Birkaç on yıl gibi çok kısa bir sürede “yüklükten dolaba, yer yatağından karyolaya, sedirden kanepeye, koltuğa, yer sofrasından masaya” geçilmiştir. En önemli aktör olarak da televizyon evimizde başköşeye geçmiştir.

Bütün bunların ve burada değinilmeyen etmenlerin sonucunda özlemlerimiz, konfor arayışımız değişmiştir. Benzer şekilde kentten, kent yönetiminden beklentimiz de değişmiştir. 

Değişimi reddetmek, geçmiş nostaljisi yapmak, hiçbir zaman var olmamış bir altın döneme ağıt yakmak değil görevimiz. Değişimi anlamak ve yorumlamak; bunlara dayanarak da geleceği kurgulamak istiyoruz. Öncelikli bir tespitimiz olarak şunu vurgulayabiliriz: Değişimin bedeli bu kadar ağır olmayabilirdi; kaybettiğimiz mekânsal hafızanın korunması mümkündü. Koruma kültürü ile ilgili konuların geniş kitlelerce önemsenmesi, ilgilenilmesi ve uzmanlarının görüşlerinin olumlu anlamda farklılaşması sürecini yaşıyoruz. Çok uzun olmayan bir geçmişe kadar sadece anıt eserlerin, camilerin, mabetlerin, sarayların ve benzeri yapıların korunması söz konusu iken bugün koruma kültürünün tek yapı ölçeğinden, anıtsal yapılardan kentsel sit alanlarının korunmasına, sivil mimarinin korunmasına doğru evrildiğini görüyoruz.
Bu gelişmelere paralel olarak vurgulanması gereken önemli bir konu da özellikle teknik elemanların, bilim insanlarının geleneksel konutların çağdaş konfora kavuşturulması ve yeninin eskiyle barışık bir komşuluk yapabilmesinin mümkün ve gerekli olduğu, bunun uygulanabilir yollarının gösterilebilmesi ile ilgili bir görevi olduğudur.

Kentleri Geleceğe Hazırlamak

“Gelecek, geçmişin yok edilmesi pahasına yaratılamaz”. 1975 Avrupa Mimari Miras Yılında yayımlanan Amsterdam Bildirisi’nin bu özlü sözü her zaman bize rehber olmalıdır. Yerel yönetimler, kentlerini gelişen üretim ve günlük yaşam koşullarına göre biçimlendirmeye, altyapıyı günün ihtiyaçlarına göre düzenlemeye uğraşırlarken artık başka bir gündemleri de olduğunun farkına varmaya başlamışlardır. Kenti geleceğe hazırlarken kentin geçmiş birikimini bir yük olarak değil, bir zenginlik olarak görmek ve göstermek gerektiğinin farkına varmışlardır. Bu kapsamda ülkemizdeki ve dünyadaki başarılı örneklerin özendirici etkisini, Tarihî Kentler Birliği’nin bu çalışmalara önemli katkısı olduğunu da belirtmek isterim.

Kentlerin Yaşam Kalitesi

Kentleri yaşanılır kılan, yaşam kalitesini yükselten, yaşayanları mutlu eden kriterler vardır. Bunlar, kentin korunan ve yaşatılan tarihî mimarisi, çağı yansıtan yapıları, insanca ve etkin ulaşım sistemi, yürüme ve bisiklet yolu ağları, yeşil alanlar, buluşma yerleri, meydanlar gibi öğelerdir. Ne yazık ki kentlerimizi bu ölçütler çerçevesinde gözlediğimiz zaman içimizi acıtan bir durumla karşılaşıyoruz. Kentin belleğini koruma ve kentin yaşam kalitesinin artırılması çalışmalarının paralel yürütülmesi gereği vardır.

Yerin kimliği kavramı “bir kişinin bir yeri diğer yerlerden ayırabilmesini, tanıyabilmesini sağlayan nitelikler” bütünü olarak tanımlanmaktadır. İnsan ve mekân arasında bağ kurmak, kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesinin önemli bir öğesidir. Bu mekânlar insanların, ilişki kurabilecekleri, bağlanabilecekleri, aidiyet hissedebilecekleri; kendileriyle özdeşleştirebilecekleri, hatırlayacakları, özleyecekleri yerlerdir. Bu mekânların başında da meydanlar gelmektedir. Tarih boyunca kentlerin toplumsal yaşamında önemli bir rol oynayan meydanlar, günümüzde sadece araç trafiğini kolaylaştıran boş alanlar olarak görülmekte ve ne yazık ki kentin toplumsal yaşamının merkezi olamamaktadır.

Kentin Belleğini Nasıl Koruyabiliriz?

Bu konuyu işlemeye öncelikle kentlilik bilincinin oluşturulmasının önemine değinerek başlayabiliriz. Kentlilerin yaşadıkları kentin farkına varmalarını, tanımalarını sağlamak, çok yönlü bir programın oluşturulmasını gerekli kılıyor. Bu programın önemli bir parçası olarak da kent ve çevre konularını işlemek gündeme gelmektedir. Tanıma, öğrenme, benimseme, sahiplenme ve koruma konularının birbirini tamamlayan bir süreç olarak gelişebileceğini görmemiz gerekiyor. Elbette buna bağlı olarak da katılımcılık kültürünün geliştirilmesinin önemine değinmeliyiz. Katılımcılık bir kültür sorunudur ve önemlidir. Kentlilerin kentle ilgili konulara duyarlı olabilmeleri, katılımın sağlanacağı araçların oluşturulmasıyla mümkün olabilir.

Uluslararası belgeler ve uluslararası deneyimlerin önemini burada hatırlatmak isterim. Ülkemizin de üyesi olarak içinde yer aldığı uluslararası kuruluşların ürettikleri belgeler vardır. Bu belgeler pek çok deneyden süzülerek gelmiş metinlerdir ve ülkemiz için de yararlanılması, içselleştirilmesi yönünde çaba gösterilmesi önemlidir.

Kentin belleğinin korunması alanında önereceğimiz çalışma alanlarından bazılarını kısaca hatırlatalım. 

Toplum ve Mimarlık Çalışmaları: Kentin belleğinin korunması, kentsel yaşam kalitesinin artırılması konularının topluma rağmen değil, toplumla birlikte ele alınması ve işlenmesinin önemini bir kez daha vurgulamak isterim. Toplumla birlikte kentleşme ve mimarlık sorunlarının tartışılması; topluma yönelik kentleşme ve mimarlık alanında yayınların, duyuruların yapılması; mimarlığın toplum hayatındaki yerinin, toplumun mimarlıkla ve kentleşmeyle ilişkisinin geliştirilmesi bu kapsamda belirtmek istediğim başlıklardır. Bunun önemli bir ayağı da çocuklara yönelik yapılacak çalışmalardır. Her yaştan çocuğa yönelik mimarlık ve tasarım kültürünün verilmesine yönelik çalışmaların önemi büyüktür. Bu çalışmalar herkesin mimar veya planlamacı olmayacağı, ancak doğal olarak bir kentte yaşayacağından hareketle kentine ve çevreye karşı duyarlılığın oluşturulmasına yönelik çalışmaları kapsamaktadır.

Kent mimarlık rehberleri: Pek çok kentte örneklerini gördüğümüz, kentlerin mimarlık rehberlerinin yapılması, kentlilerin yaşadıkları kentle ilişki kurmalarına yardımcı olabileceği gibi nasıl bir kentte yaşadıklarını öğrenmelerine, farkındalığın artmasına katkıda bulunacaktır. Bir örnek vermek isterim. Değerli yazarımız Samim Kocagöz’ün “Nabi’nin Park Kahvesi” romanında sözü edilen binanın yerini de gösteren farklı kent haritaları yapılabileceğini düşünüyorum.

Kent bilgilendirme noktaları / plaketleri: Kentlerin sürekli değişen ortamında kent hafızasının yitirilmesi tehlikesine karşı kent bilgilendirme noktalarının oluşturulmasının yararlı olacağını düşünebiliriz. Özel bir tasarım ürünü olarak hazırlanarak kentin değişik noktalarına, tarihî yapılarının önüne yerleştirilmesi düşünülen plaketlerden söz ediyoruz. Bu plaketlerin sadece kenti gezmeye gelenlere yönelik olarak değil, bizzat o kentte yaşayanlara yönelik olarak hazırlanması, bilgilendirici olması hedeflenmelidir. Yine bir örnekle açıklamak isterim. Söke’nin en eski yapılarından birisi olan Jaletepe İlkokulu’nun adı nereden gelmektedir? Jale Hanım’ın bağışı olan bu binanın ilkokula dönüştürülürken niye sadece “Jale Hanım İlkokulu” değil de “Jaletepe İlkokulu” denildiğini merak etmiş sormuştum. Bu okulun “Duatepe İlkokulu” ile birleşmesinden dolayı bu adı aldığını öğrendim. Sadece bu okuldan mezun olanların değil, bu yapının önünden geçenlerin de binanın tarihi ile ilgili bilgilendirici bir yazıyı görmeleri ve tarihini öğrenmeleri sahiplenme duygusunun gelişmesi açısından yararlı olacağı açıktır.

Sokak isimleri: Sokak isimlerinin çok sık değiştirilmesi kent hafızasının sürekliliğini zedelemektedir. Ne yazık ki ülkemizde sokak, mahalle, köy, hatta kentlerin isimleri sürekli değişmektedir. Bunun yanlışlığını vurgulamak ve yerel yönetimlerin sokak isimlerini değiştirmek yerine yeni açılan sokaklara ve semtlere uygun görecekleri isimleri vermelerinin yerinde olacağını belirtmek isterim. Bunun yanı sıra mevcut sokak isimlerinin nereden kaynaklandığına ilişkin bir açıklamanın sokak tabelalarının altına konması kentlilik bilincinin gelişmesi açısından yararlı olacaktır. Yerel tarih çalışmaları çerçevesinde sokak isimlerinin tarihine yönelik yapılan başarılı çalışmalar vardır.

Tarihte seçmecilik yapılmasının sakıncaları: Kent ve kent tarihiyle ilgili anlatımlarda, ele alınan projelerde tarihe seçmeci bir anlayışla yaklaşılmasının ortak kültürel birikime zarar verdiğini, bunun neticesinde bir kısım kültürel birikimin ötekileştirilmesine, dışlanmasına yol açtığını görüyoruz. Üzerinde yaşadığımız topraklarda binlerce yıldır değişik medeniyetler yaşamış ve kültürel izlerini bırakmışlardır. Bunlar bize emanet edilmiş, tüm insanlığa ait koruması ve sağlıklaştırarak gelecek kuşakları aktarması gereken kültür varlıklarıdır, gurur kaynağımızdır. Bazı dönemlere ait eserlerin korunmasına önem vermek, diğerlerinin yok olmasına aldırmamak nasıl bir kültürel zenginliğe sahip olduğumuzu anlamadığımızı göstermekte, bizi zayıflatmaktadır.

Cumhuriyet dönemi mimari mirasının korunması: Cumhuriyet dönemi mimarisinin hızla yok edilmesi ve sadece günün modasına uygun belirli bir mimari tarza yönelik yapıların tercih edilmesinin kimliksizliğe ve kültürel mirasın yok edilmesine yol açması; bunun da kentin ortak hafızasını zedeleyen bir unsur olacağının vurgulanması gerekiyor. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, başta Ankara olmak üzere, pek çok Anadolu kentinin yeniden imarı gündeme gelmiş, yüzünü geleceğe çeviren yeni yönetim geçmişten kopuşu, geleceğin toplum yapısını simgeleyen modern mimari ürünlerini tercih etmiştir. Pek çok Anadolu kentinde, özellikle Batı Anadolu kentlerinde 20. yüzyılın ortalarında kadar çok seçkin modernist yapılar yapılmıştır. Özel konut yapılarının örneklerini hâlâ daha görmeniz mümkündür. Ne yazık ki her geçen gün bu yapılardan birisi daha sessiz sedasız yıkılmaktadır.




























Resim 1, 2 ve 3: Söke'deki 20.  yüzyıl yapılarından örnekler. 
Kaynak: Amerikan Modernizminden İzler: Ziya Nebioğlu Mimarlığı (1948-1975)  Yasemin Sayar. Mimarlık Dergisi


































Burada resimlerini gösterdiğimiz evler değerli meslektaşımız Ziya Nebioğlu’nun 1948’de ABD’den döndükten sonra Ege bölgesinde yaptığı nitelikli yapı örnekleridir. Bu evler gördüğünüz gibi geleneksel Ege mimarisi örnekleri değildir. Ama en azından 60 senedir Söke peyzajında yer almışlar, nitelikli duruşlarıyla kent siluetini güzelleştirmişlerdir. Artık bu yapıları da Söke mimarisi olarak değerlendirmeli ve korumalıyız. 


Endüstri arkeolojisinin değerlendirilmesi: Bazı sanayi tesisleri teknolojileri eskidiği, bazıları da kent yerleşimlerinin dışına çıkmak için kapanmak durumunda kalabilirler. Kentlerimizdeki eski sanayi yapılarının birer endüstri arkeolojisi olarak değerlendirilmesi; değişik amaçlarla yeni kullanımlara yönelik planlanması bir zenginlik yaratacaktır. Sökelilerin hafızasında Forbes fabrikasının ayrı bir yeri olduğunu biliyoruz. Osmanlı zamanında kurulan ve benim gençlik yıllarıma kadar faaliyetlerini sürdüren fabrikanın 8, 12, 1, 5 düdüklerinin sadece çalışanlarına yönelik bir çağrı görevi görmediğini, tüm kentin adeta yaşam ritmini düzenleyen bir işlevi olduğunu hatırlıyoruz. Fabrika ve kent birlikte soluk alıyorlar, birlikte yaşıyorlardı. Fabrikayı tüm okul çocukları gibi öğretmenlerimizle birlikte gezdik, üretimi gördük, saygı duyduk. Benzer şekilde Yenicami mahallesindeki zeytinyağı fabrikası da çok yakın tarihlere kadar ayakta kalmasına rağmen yıkılmaktan kurtulamadı. Oysa bu yapıda öğrencilere geçmişten geleceğe zeytinyağı üretimini izletmek şansı olabilirdi.

Somut olmayan kültürel miras çalışmalarının önemi: UNESCO özellikle küçük kentlere yönelik yapılacak böylesi bir derlemenin ortak kent bilincinin oluşmasında önemli bir etken olacağını vurgulamaktadır. Bunlar bayramlarımız, düğünlerimiz, ortak acı ve sevinçlerimizi paylaşma ritüellerimizdir. Günlük konuşma kültürümüzdür. Bu konudaki derlemelerin nasıl yürütülmesi gerektiği üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Ayrıntıya girmek istemiyorum, kent ve bellek teması çerçevesinde önemli bir yer tuttuğu için sadece belirtmek istedim.

Başka Neler Yapılabilir?

Bu konuşmada özellikle mimarlık ve kentleşme ile bağı olan konulara değinmek istedim. Elbette yine bu kapsam içerisinde vurgulanması gereken bazı çalışma alanları da vardır, onları sıralamakla yetinelim. Öncelikle kişisel arşivlerden Söke tarihine katkı derlenmesinin özendirilebileceğini belirtmek isterim. Aile arşivlerindeki resimlerin, resmin arkasındaki hikâyelerle birlikte bilinir kılınması, kent belleğinin önemli bir parçası olarak aktarılması önemli.

Yerel tarih çalışmaları desteklenebilir ve sözlü tarih çalışmaları yaygınlaştırılabilir. Bu alanda şimdiye kadar çok değerli çalışmalar yapılmış, kitaplar yayınlanmıştır. Bu çalışmaların Söke tarihi için önemli bir kaynak olduğunun fark edilmesi gerekir. Bunların yanı sıra Söke kent tarihi ile ilgili akademik araştırmaların desteklenmesi programlanabilir. Söke üzerine yapılan bilimsel çalışmalara baktığımızda henüz incelenmemiş, ele alınıp değerlendirilmemiş pek çok kaynak olduğunu görüyoruz. Ayrılacak mütevazı bütçelerle genç akademisyenlerin bu alanda ürün vermelerinin sağlanabileceğini belirtmek isterim.

Söke Kent Müzesi hazırlıkları olduğunu öğreniyoruz, kentin tarihî gelişimini Söke Kent Müzesi’nde çocuklarımıza gösterebilmeyi önemli bir adım olarak değerlendiriyorum. Yazar Orhan Pamuk’un belirttiği gibi “Müzeler, zamanın mekâna dönüştüğü yerlerdir. Zamanın geçtiği duygusunu bir anlık da olsa bize hissettirirler.”

Kişisel Arşivlerden Söke Tarihine Katkı Derlemek

Konuşmamın bu son bölümünde aile arşivimizden bazı resimleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunlardan bir kısmı devlet büyüklerinin Söke’ye gelişleri sırasında çekilmiş resimlerdir.



Resim 5, 6, 7:  Kemal Atatürk, Afet İnan, Fevzi Çakmak ve beraberindekiler Söke İstasyonunda (1937)    



























Resim 8,9, 10: Mareşal Fevzi Çakmak Söke İstasyonunda







































Resim 11: Celal Bayar Söke İstasyonunda


































Söke İstasyonundan sadece devlet büyükleri geçmemiş. Söke’ye gelen bir tiyatro grubu uğurlanırken çekilen birkaç resim var elimizde. Bu resimlerdeki insanlardan bir kısmı Sökeli, bazılarını tanıyoruz. Bu tiyatro grubunda kimler vardır, hangi oyunu nerede oynamışlardır, neler olmuştur bilemiyoruz. Keşke bu resimlerin hikâyelerini daha önceden öğrenebilseydik, yazabilseydik…

Resim 12: Tiyatro Grubu Söke İstasyonunda uğurlanırken (1930)
























Söke İstasyonu belli ki uzun yıllar bir sosyal merkez olarak işlev görmüş. Son zamanlarda hayli hırpalamış olmasına rağmen hâlâ daha ayakta olması Söke için bir şanstır. Yaklaşık 120 yıllık bir tarihî olan bu yapının ve çevresindeki hizmet binalarının bir kaynak olarak ele alınması ve Söke kent yaşamına kazandırılması mümkündür. Bu yapılardaki ahşap makas detaylarının mimarlık öğrencilerine gösterilecek kalitede olduklarını belirtebilirim.
Resim 13: İstasyon kahvesinde sohbet















Resim 14: Aydın Ilıca'da tren kazası
































Bayram günleri ile ilgili resimlere hemen her evde rastlayabilirsiniz. Bu resimlerdeki öğrencilerin, öğretmenlerin, halkın kıyafetleri, resimlerde gözüken binaların o tarihteki durumları ve bunlara benzer pek çok şey hakkında bu resimler bizlere bilgi verir.
Resim 15: Kocacami önünde 23 Nisan bayramı (1948)















Resim 16: Belediye önünde 23 Nisan bayramı (1949)













Resim 17: Askeri geçit töreni














Resim 18: Top sahasında bayram töreni (1960'lar) Arkada Forbes'in bacası görülüyor










































Söke’deki süvari birliğinin sokaktan geçişi sırasındaki çekilen bu resim, Söke’deki askeri birliklerin tarihinin incelemesi konusunu bize hatırlatıyor.

Resim 19:  Süvari birliği Söke sokaklarında (15.10.1934)    























Eski tarihli resimlerde çoğunlukla iki yapı öne çıkıyor: Söke Halkevi binası ve Cumhuriyet Halk Fırkası binası. Bu resimler de o binaların önünde çekilmiş.
Resim 20:  Fırka bahçesinde (27 Temmuz 1933)















Resim 21. Fırka bahçesinde

















Resim 22. Halkevi önünde



















Resim 23: Halkevi önünde (02.03.1940) 
























































Belli bir tarihe kadar trafik hizmetlerinin yerel yönetimlerce verildiğini biliyoruz. Bu resimde Söke plakalı bir arabayı görüyoruz.


Resim 24: Kuşadası plajı (12.07.1939) Araba plakası “Söke"















Resim 25: Söke sokaklarında öğrenciler dinleniyor (1927)






Resim 26: Çarşıdan bir resim (06.03.1955) Şimdi Vakıfbank’ın köşesi    
























































Söke kent belleğine bir katkı yapabildiysem ne mutlu…

22 Ekim 2010 / Etiket: Söke

Söke Belediyesi tarafından düzenlenen “7. Söke Sanat, Edebiyat ve Kitap Günleri” kapsamında Recep Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’ndeki panelde yaptığım konuşma. Bu panelde Cengiz Bektaş ve Oktay Ekinci ile birlikteydik. Bu sunuş daha sonra Söke’de yayımlanan Beşparmak dergisinde (sayı: 160, Kasım-Aralık 2010) yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder