7 Haziran seçimlerine
doğru artan ve sonrasında iyice tırmandırılan terör ortamında tartışmalar,
endişeler içinde 1 Kasım seçimleri yapıldı. 10 Ekim Cumartesi günü Ankara’da
meslek örgütlerinin ve sendikaların gerçekleştireceği Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi ülke tarihindeki en kanlı terör
saldırılarından birinin hedefi oldu. Yüzün üzerinde vatandaşımız hayatını
kaybetti ve ne yazık ki böylesi bir acı bile bizi birleştiremedi, acımızı ortak
bir duygudaşlıkla yaşayamadık.
Oysa 2015
yılına büyük umutlarla başlamıştık; her ne kadar farklı yorumlar olsa da yıllar
süren savaşın siyasi olarak bitirilmesinin gündeme gelmesi, çatışmasızlık
ortamının yarattığı olumlu bekleyiş geleceğe olan iyimserliğimizi besliyordu.
Heyhat; yaşananlar iyimserliği boşa çıkarmaya yetti; terör, ülkemizde ve tüm
dünyada neler yapabileceğini gösterdi ve hepimizi irkiltti.
Dünyamız, başta
Ortadoğu aklın havsalanın almadığı cinnet günlerini yaşıyor. IŞİD vahşeti
sadece Suriye ve Irak’ta değil her yerde kendini gösteriyor. Rus yolcu uçağının
Mısır’da düşürülmesi, Beyrut’ta Şii mahallesinde onlarca insanın parçalanarak öldürülmesi
ve Paris katliamı haberleriyle doruğa çıkan IŞİD terörünün aldığı yeni boyutlar
gelecek öngörüsünü iyice karamsar hale getirdi. Batı kendisinden oldukça uzakta
ve “öteki” mahallede gerçekleşen bu saldırıları çok da umursamamış, insanlık
adına utanılacak bir tutum takınmıştı. Tıpkı Paris saldırısında ölenlerin anısına
saygı duruşu yapılırken tekbir getiren, ıslık çalan futbol seyircileri gibi…
Öncelikle bir noktanın altını kalınca çizelim: Terör bir
insanlık suçudur. Sonuçları itibariyle pek çok masum insanın etkilenmesinin
yanı sıra, terörü oluşturan sebepleri ağırlaştırmasıyla da, kini ve nefreti
artırması ve pekiştirmesiyle de, başvuranların bile önceden kestiremeyecekleri
tehlikeli ve geri dönüşü de çok kolay olmayan bir süreci tırmandırması
nedeniyle de yanlıştır. Terörün bu şekilde tırmanmasının, özellikle de intihar
saldırılarına kadar işi vardıracak bir toplumsal cinnet noktasına nasıl gelindiğinin
iyice ve sakin bir şekilde düşünülmesi gerekir. Öncelikle de terörü kabul
edilebilir bir mücadele yöntemi olarak benimseyenlerin bu değerlendirmeyi
yapması yerinde olacaktır. Terörün önüne bazı sıfatlar ekleyerek bazılarının
lanetlenmesi, bazılarının ise kabul edilebilir bulunması, giderek
desteklenmesi, kayırılması bugün gelinen açmazın, sıkıntının en önemli
nedenlerinden birisidir.
Ekranlarda izleyicileri
daha fazla irkiltmemek için ehlileştirilmiş savaş görüntülerini izliyoruz,
bunlar bile dehşet verici. Ülkemizde on binlerce kişinin yaşadığı kentlerde
günlerce sokağa çıkma yasağı uygulanıyor, hendekler kazılıyor, kapanması için
ordu tanklarla kentlere giriyor, evler yıkılıyor, insanlar yine göç yollarına
düşüyor. Güvenlik güçlerinin duvarlara yazdıkları yazılar ürkütücü;
geleceğimizi zehirleyen nefret dolu sözler bunlar. Daha önce de dile
getirilmişti, tekrarlayalım; “Terörün gücüne de, gücün terörüne de karşıyız!”
Bu sözün anlamını, içerdiği derin kavramı duyumsamak gerekiyor.
Savaş savaştır
ve kötüdür. Başta Fransa yönetimi olmak üzere egemenler kolay dinmeyeceğe
benzeyen kızgınlığı yönlendirecek hedefler aramakla meşgul. Savaş ilan edildi; “terörün
kökü kazınıncaya kadar” deniyor ve bu kadarı da ne yapacağını kestiremeyen kitleler
için yetebiliyor. Oysa yıllardır yürütülen savaş, terörün devlet eliyle resmen
yapılmasından başka bir şey değil. Terör, savaş, teröre karşı savaş, kirlenmiş,
lanetli sözler bunlar.
Çocuklarımıza
savaşsız bir dünya vaat etmiştik, geçmişteki acıların yaşanmaması için çaba
sarf edeceğimizi söylemiştik; şimdi bu çabayı ve bu duyarlılığı göstermenin
zamanı. İnsanlık 21. yüzyılda savaşa yol açmadan terörü önleyebilecek birikime
sahiptir. Yeter ki istensin. Yeter ki barışa bir şans verilsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder