7 Aralık 2015 Pazartesi

Sevgili Garo’ya Eski Bir Mektup

Kötü haber tez yayılır; “Garo’yu kaybettik” kulaktan kulağa ulaştı, beraberliğimizden süzülen binlerce çağrışımıyla birlikte geldi yüreğimize oturdu. Okul arkadaşı değildik, “eski günlerde” de birlikte olmamıştık, aynı duygularla aynı heyecanların peşinden koşmuş, ama rastlaşmamıştık. Mimarlar Odası’nda buluştuğumuzda benzer genetik kodların etkisiyle hemen kaynaşmış, dostluğu arkadaşlığı paylaşır olmuştuk.

Sevgili Garo, pek çoğumuz gibi elektronik dünyayı geç keşfedenlerdendi, büyük bir heyecanla hepimizi ileti bombardımana tutuyordu. Yakın uzak tarihten yorumlayarak yaptığı paylaşımlarla, gösterilmek istenmeyenleri hatırlatıyor, unutulmaması gerektiğini vurguluyordu. Dijital ortamda yaptığı gezintilerden derlediklerini, kolay bulamayacağımız müzikleri, pek duymadığımız “masalları” kendi üslubunca aktarıyordu.

Bir ara “masallarında” Fransız direnişçilerini, faşizme karşı kahramanca mücadele edenlerin hikâyelerini anlatmaya başlamıştı. Kendisine direnişçilerin kurşuna dizilmeden önce ailelerine gönderdikleri son mektupların derlendiği bir kitaptan söz etmiş ve incelemesi için ödünç vermiştim. Kitaptan bazı bölümleri “masallar” aracılığıyla herkesle paylaşmıştı.
(Hayatı Seviyorlardı, Fransız Rezistansçılarının Son Mektupları, Çeviren: Halim Karslıoğlu, De Yayınları, Mart 1987)

Garo’nun hatırlattıkları beni de heyecanlandırmış ve eski günlere götürmüştü. Kendisine bu duygularımı ve anılarımı paylaştığım bir mektup gönderdim. Karşılıklı uzun sohbetlerimiz oldu, anısıyla birlikte konuştuklarımız da bizde kalsın. “Garo’yu kaybettik” haberini alınca gönderdiğim mektubu yeniden okudum, onunla konuştuğumu hissettim. O zaman aramızda kalan bu özel yazışmayı şimdi paylaşabileceğimi, anlattığı “masalların” tekrar hatırlanmasına vesile olabileceğini düşündüm.

Sevgili Garo’yu, sevgili dostumuzu bu şekilde anmak, bu duygularla uğurlamak istedim.

(Garo’ya 1 Ocak 2010 tarihinde gönderdiğim mektup)

Sevgili Garo,

Fransız direnişçilerini böylesi bir içtenlikle anman, onların destansı direnişini gündeme getirmen doğrusu beni de heyecanlandırdı ve Paris günlerime götürdü. Sana verdiğim, direnişçilerin kurşuna dizilmeden önceki son mektuplarını içeren kitap dışında, bir de o günlerin fotoğraflarının yer aldığı bir albüm kitap var bende, ilk fırsatta bakman için sana getireceğim.

Paris’te sokakları arşınlarken duvarlarda bazı mermer kitabeler görürdük, “Fransa’nın özgürlüğü için direnen demiryolu işçisi … şu gün bu noktada kurşunu dizildi. Anısı önünde saygı ile eğiliyoruz” gibilerinden bir yazı olurdu. Bu mütevazı anıtların altında her zaman bir metal halka bulunur. Bu halkalar çiçek konması için yapılmıştır; çoğu zaman oraya çiçek takıldığını görürdüm, bazen taze konmuş olurdu, bazen de kurumuş. Bir keresinde iki küçük kız çocuğunu yanlarında bir büyüğü ile beraber çiçek koyarken de gördüm, çok duygulandım. Özellikle kentin içerisinde demiryolu istasyonlarının civarında bunlara çok rastlanır, Kuzey Garı’nın arka tarafında oldukça fazladır. Demiryolu işçilerinin Alman ikmal hatlarını baltalamak için verdiği mücadelenin efsaneleştiğini biliyoruz.

1984 yılında Paris’e indiğim gün Yılmaz Güney’in öldüğünü öğrenmiş, ancak cenaze törenine katılamamıştım. Daha sonra ziyaret ettiğim Père Lachaise Mezarlığı bir tür Paris tarihi kitabı gibiydi. Hemen her dinden ve ateist insanların bir arada gömülü olduğu bu olağanüstü mezarlık aynı zamanda Paris Komünarlarının son direndikleri ve kurşuna dizildikleri bir yerdi. Kurşuna dizildikleri duvar hâlâ duruyor. Öte yandan Paris Komünü belasından kurtulan burjuvazinin şükran amacıyla yaptırdığı Sacre Coeur kilisesi ise tüm Paris’e tepeden bakıyor ve yöresindeki Montmartre’ın (yani Şehitler Tepesi’nin) cazibesine kapılan turistlerin yoğun ilgisini çekiyor. Herkes göreceğini, görebildiğini, görmek istediğini görüyor. Bir kentin mücadele tarihinin sokak sokak, anıt anıt okunabilmesi, yaşayanların geçmişi yanı başlarında hissedebilmeleri gerçekten heyecan verici.

Zaman zaman İspanya’da direnişe katılan uluslararası tugayların içinde neden hiç Türkiyeli bir devrimcinin olmadığını düşünmüşümdür. Fransız Rezistans hareketinde aktif rol alanların farklı ulusal ve etnik kökene bağlı olmayı umursamamaları, idealleri uğruna ölmeyi göze alabilmeleri, dünya vatandaşı olabilmeyi içselleştirebilmeleriyle mümkündü ve öyle de oldu. Ulusalcılığın olumlu tınılarla anıldığı bugünlerde, böylesi duyguların ancak tarihî referanslarla birlikte anılmasıyla, tarihte olabilecek ilginç olaylar olarak aktarılmasıyla yetinilmemesini yürekten diliyorum.

Sevgili Garo, 2010’un bu ilk saatlerinde seninle bunları paylaşmak istedim. Vakit bulsak, otursak konuşsak; neler oldu, nelere alıştık, nelere yabancılaştık bir dertleşsek. Kime yararı olur bilemem, bana iyi geleceğine, kendimi daha iyi hissedeceğime eminim.

Gözlerinden öperim, görüşmek üzere…

Bülend Tuna

1 yorum:

  1. Yüreğine sağlık, eksiğimi tamamlamışsın. Okumuşsundur belki, GARO'ya yazdım dün. Sana daha açık yazayım. Garo, direnişin ve pek tabii beraberliğin ve dayanışmanın masalcısı Garo, Nilgün ve ailesi dışında beraberligin ve dayanismanin yoksunluğunu yaşadı ve kırıldı. Herbirimizin nedeni vardı kendine göre ve fakat bunlar onun için gerçeğin öteki yüzü değildi. Bu son inme terkedenleri terk etmekti bir yanıyla, diger yanıyla da galiba Nilgun'e son bir özür dilemekti. Hissettiklerim böyle.
    hcözdil

    YanıtlaSil