Sevgili Garo,
pek çoğumuz gibi elektronik dünyayı geç keşfedenlerdendi, büyük bir heyecanla
hepimizi ileti bombardımana tutuyordu. Yakın uzak tarihten yorumlayarak yaptığı
paylaşımlarla, gösterilmek istenmeyenleri hatırlatıyor, unutulmaması
gerektiğini vurguluyordu. Dijital ortamda yaptığı gezintilerden derlediklerini,
kolay bulamayacağımız müzikleri, pek duymadığımız “masalları” kendi üslubunca
aktarıyordu.
Bir ara “masallarında”
Fransız direnişçilerini, faşizme karşı kahramanca mücadele edenlerin
hikâyelerini anlatmaya başlamıştı. Kendisine direnişçilerin kurşuna dizilmeden
önce ailelerine gönderdikleri son mektupların derlendiği bir kitaptan söz etmiş
ve incelemesi için ödünç vermiştim. Kitaptan bazı bölümleri “masallar”
aracılığıyla herkesle paylaşmıştı.
(Hayatı Seviyorlardı, Fransız Rezistansçılarının Son Mektupları, Çeviren: Halim Karslıoğlu, De Yayınları, Mart 1987)
(Hayatı Seviyorlardı, Fransız Rezistansçılarının Son Mektupları, Çeviren: Halim Karslıoğlu, De Yayınları, Mart 1987)
Garo’nun
hatırlattıkları beni de heyecanlandırmış ve eski günlere götürmüştü. Kendisine
bu duygularımı ve anılarımı paylaştığım bir mektup gönderdim. Karşılıklı uzun
sohbetlerimiz oldu, anısıyla birlikte konuştuklarımız da bizde kalsın. “Garo’yu
kaybettik” haberini alınca gönderdiğim mektubu yeniden okudum, onunla
konuştuğumu hissettim. O zaman aramızda kalan bu özel yazışmayı şimdi paylaşabileceğimi,
anlattığı “masalların” tekrar hatırlanmasına vesile olabileceğini düşündüm.
Sevgili
Garo’yu, sevgili dostumuzu bu şekilde anmak, bu duygularla uğurlamak istedim.
(Garo’ya 1
Ocak 2010 tarihinde gönderdiğim mektup)
Sevgili Garo,
Fransız direnişçilerini
böylesi bir içtenlikle anman, onların destansı direnişini gündeme getirmen
doğrusu beni de heyecanlandırdı ve Paris günlerime götürdü. Sana verdiğim,
direnişçilerin kurşuna dizilmeden önceki son mektuplarını içeren kitap dışında,
bir de o günlerin fotoğraflarının yer aldığı bir albüm kitap var bende, ilk
fırsatta bakman için sana getireceğim.
Paris’te
sokakları arşınlarken duvarlarda bazı mermer kitabeler görürdük, “Fransa’nın
özgürlüğü için direnen demiryolu işçisi … şu gün bu noktada kurşunu dizildi.
Anısı önünde saygı ile eğiliyoruz” gibilerinden bir yazı olurdu. Bu mütevazı
anıtların altında her zaman bir metal halka bulunur. Bu halkalar çiçek konması
için yapılmıştır; çoğu zaman oraya çiçek takıldığını görürdüm, bazen taze
konmuş olurdu, bazen de kurumuş. Bir keresinde iki küçük kız çocuğunu
yanlarında bir büyüğü ile beraber çiçek koyarken de gördüm, çok duygulandım.
Özellikle kentin içerisinde demiryolu istasyonlarının civarında bunlara çok
rastlanır, Kuzey Garı’nın arka tarafında oldukça fazladır. Demiryolu
işçilerinin Alman ikmal hatlarını baltalamak için verdiği mücadelenin efsaneleştiğini
biliyoruz.
1984 yılında
Paris’e indiğim gün Yılmaz Güney’in öldüğünü öğrenmiş, ancak cenaze törenine
katılamamıştım. Daha sonra ziyaret ettiğim Père Lachaise Mezarlığı bir tür
Paris tarihi kitabı gibiydi. Hemen her dinden ve ateist insanların bir arada
gömülü olduğu bu olağanüstü mezarlık aynı zamanda Paris Komünarlarının son
direndikleri ve kurşuna dizildikleri bir yerdi. Kurşuna dizildikleri duvar hâlâ
duruyor. Öte yandan Paris Komünü belasından kurtulan burjuvazinin şükran
amacıyla yaptırdığı Sacre Coeur kilisesi ise tüm Paris’e tepeden bakıyor ve
yöresindeki Montmartre’ın (yani Şehitler Tepesi’nin) cazibesine kapılan
turistlerin yoğun ilgisini çekiyor. Herkes göreceğini, görebildiğini, görmek
istediğini görüyor. Bir kentin mücadele tarihinin sokak sokak, anıt anıt
okunabilmesi, yaşayanların geçmişi yanı başlarında hissedebilmeleri gerçekten
heyecan verici.
Zaman zaman
İspanya’da direnişe katılan uluslararası tugayların içinde neden hiç Türkiyeli
bir devrimcinin olmadığını düşünmüşümdür. Fransız Rezistans hareketinde aktif
rol alanların farklı ulusal ve etnik kökene bağlı olmayı umursamamaları,
idealleri uğruna ölmeyi göze alabilmeleri, dünya vatandaşı olabilmeyi
içselleştirebilmeleriyle mümkündü ve öyle de oldu. Ulusalcılığın olumlu
tınılarla anıldığı bugünlerde, böylesi duyguların ancak tarihî referanslarla
birlikte anılmasıyla, tarihte olabilecek ilginç olaylar olarak aktarılmasıyla
yetinilmemesini yürekten diliyorum.
Sevgili Garo,
2010’un bu ilk saatlerinde seninle bunları paylaşmak istedim. Vakit bulsak,
otursak konuşsak; neler oldu, nelere alıştık, nelere yabancılaştık bir
dertleşsek. Kime yararı olur bilemem, bana iyi geleceğine, kendimi daha iyi
hissedeceğime eminim.
Gözlerinden
öperim, görüşmek üzere…
Bülend Tuna
Yüreğine sağlık, eksiğimi tamamlamışsın. Okumuşsundur belki, GARO'ya yazdım dün. Sana daha açık yazayım. Garo, direnişin ve pek tabii beraberliğin ve dayanışmanın masalcısı Garo, Nilgün ve ailesi dışında beraberligin ve dayanismanin yoksunluğunu yaşadı ve kırıldı. Herbirimizin nedeni vardı kendine göre ve fakat bunlar onun için gerçeğin öteki yüzü değildi. Bu son inme terkedenleri terk etmekti bir yanıyla, diger yanıyla da galiba Nilgun'e son bir özür dilemekti. Hissettiklerim böyle.
YanıtlaSilhcözdil