Dünyada,
bölgemizde ve ülkemizde çok hızlı altüst oluşları yaşıyoruz. Felaketlerle dolu
böylesi günlerde yaşanan insanlık dramlarının vicdanlarımıza yüklediği acının
yanı sıra mesleğimizle ilgili gelişmeler gölgede kalabiliyor ve gerekli ilgiyi
göremeyebiliyor. Ülkemizin geleceği konusunda yaşadığımız belirsizlikler
elbette birincil önceliktedir ve hepimizi olduğu gibi Odamızı da doğrudan
ilgilendirmektedir. Burada ülke sorunlarından ayrı düşünülmesi mümkün olmayan,
meslek örgütü olarak her şeye rağmen ele alınmasını, değerlendirilmesini
gerekli gördüğüm bir konuyu dile getirmeye çalışacağım.
“Kuşaktan
Kuşağa Mimarlar Buluşması” etkinliğine 50. yıl plaketi almak üzere gelen Prof.
Dr. Mete Tapan’la ayaküstü sohbetlerimizde henüz ziyaret ettiğimiz ve beğendiğimizi
belirttiğimiz Eskişehir’deki “OMM - Odunpazarı Modern Müze” binası gündeme
geldi. Benzer şekilde İstanbul’da yeni açılan ve açılması beklenen pek çok yeni
yapının da yabancı mimarlık ofisleri tarafından tasarlandığının dile
getirilmesi, ülkemizdeki önemli bir sorunun tekrar tartışılmasını tetikledi. Bu
yapıların mimarlık eleştirisi kapsamında olumlu / olumsuz pek çok yönünün
farklı yayın ortamlarında yer alması kaçınılmaz olacaktır. Mimarlara Mektup bültenindeki bu yazıda onlardan ayrı olarak
konunun bir başka boyutuna dikkat çekmek istedim.
Mete Tapan’ın yıllar önce Yapı dergisinin Kasım 1997 tarihli 192.
sayısında yer alan “Türkiye Yabancı
Mimarların Çiftliği Olmamalıdır” başlıklı yazısını da bu tartışmaları
tekrar gündeme taşımak amacıyla ve kendisinin izniyle paylaşıyorum. Tapan 2005
yılında “Yabancı Mimarların Ülkemizde
Çalışmalarına Yönelik Bazı Düşünceler”
başlığı altında konuya tekrar dönerek Mimar.ist dergisinin (Mimar.ist, Mart
2005, Sayı: 15) “Mimarlık ve Gelecek”
dosyasındaki yazısında benzer düşüncelerini irdelemeye devam etmiş. Bu
yazısında ülkemizdeki işverenlerin yabancı mimar hayranlığını hicveden Şevki
Vanlı’nın “Yarı Şaka, Çok Ciddi /
Kâğıttan Patronlar” başlıklı yazısına da atıfta bulunuyor (Yapı dergisi,
Şubat 1998, sayı: 195). İlgilenenler için kaynak belirtmekle yetineyim.
Mimarların ve Mimarlığın Değişen Kimyasını
Gözlemek
Mimarlığın
şu an içinde bulunduğu durumu ve geleceğine ilişkin daha fazla irdelemeler yapmamız
gerektiğini belirterek başlamak isterim. Çok ciddi boyutlarda mimar
işsizliğinin yaşandığı bir dönemdeyiz. Meslektaşlarımız yaşanan kriz ortamında,
daralan inşaat ve yapı üretim pazarında yeterince istihdam olanaklarının
bulunmamasından yakınıyorlar. Ücretli çalışan mimarların karşılaştıkları
sorunların, kamu kesimindeki teknik eleman istihdamındaki daralmanın ele
alınarak değerlendirilmesi ve bu alandaki tartışmaların yönlendirilmesi,
taleplerin çözüm önerilerinin aktarılmasına yardımcı olunması meslek örgütü
olarak yapılması gereken en önemli görevlerden biri.
İşsizliğin
arttığı ve ekonomik krizin tüm boyutlarıyla hissedildiği bu ortamda bir başka
önemli konuyu daha gündeme getirmek istiyorum. Mimarın yapı üretim sürecindeki
rolünün değiştiğini, işveren-mimar ilişkilerinin başkalaştığını, mimarın pek
çok uygulamada artık sadece teknik hizmet üreten bir duruma indirgendiğini
gözlüyoruz. Müelliflik kavramı, bu alandaki kazanımlarımız hırpalandı, yaşanan
sorunlar daha sık gündemimize gelmeye başladı. Geçtiğimiz dönemde
gerçekleştirilen “Fikrî Haklar Çalıştayı” bu kapsamdaki sorunlarımızın irdelendiği
önemli bir platform olarak gerçekleşmişti. Mimarlık meslek hukukumuzun
geliştirilmesi, mimarlığın zedelenen hukukunun onarılması, gündemde önemini
korumaktadır.
Farklı
imzacılık türleri ile karşı karşıya kalıyoruz. Bütün bunların yanı sıra yabancı
mimarların ülkemizdeki çalışmaları dikkat çekecek boyutlara ulaşmış durumda. İnşaat
tabelalarında, proje ve yapı tanıtım bültenlerinde herhangi bir uluslararası
ortak hizmet üretiminden söz edilmemekte, doğrudan yabancı mimarlık ofislerinin
adları anılmaktadır. Ülkemizdeki geçerli olan hukuka göre bu yapıların müellifi
olarak belirtilen meslektaşlarımızın durumu tartışmalara neden olmaktadır. Sadece
bürokratik işlerin takibi ile uğraşan ve “yerli partner” olarak süreçte yer
alan mimarın bu “görev bölüşümü”nün hukuki karşılığı bulunmamaktadır.
Yabancı Mimar Tercihinin Sorgulanması
Eskişehir’deki
“OMM - Odunpazarı Modern Müze” ve İstanbul’daki Arter gibi kültür-sanat
yapılarının tasarımları üzerinden tartışmaya başladık, ancak konu sadece bu
yapılarla sınırlı değil. Büyük sermayenin gücüyle orantılı bir şekilde kentlerimizin
şekillenmesi sürecinde aktif bir şekilde yer aldığını ve siyasi erk
sahipleriyle kurdukları yakın ilişkilerle mimarimizi etkilediğini
belirtmeliyiz. Kentlerimiz büyük endüstri kuruluşlarının, holdinglerin devasa
yapılarıyla doldu; ekonominin devleri büyüklüklerini aynı zamanda yapılarıyla
da göstermek istiyorlar, böyle bir prestij arayışı içindeler. Bu yapılardaki
görkem arayışı Ankara’da gözlediğimiz devlet yapılarındakinden pek de farklı
değil. Dev cüsseleriyle kentte konuşlandıkları bölgeyi tanımlayabiliyorlar. Bu
yapılarla birlikte bize özgü farklı bir uygulama da gözleniyor: Holdinglerimiz
yapılarının heybeti kadar, bu yapıların arazilerinin imar sorunlarını
çözebilmekle de övünüyorlar. İmar suçlarının olağanüstü hoşgörüyle karşılandığı
ülkemizde bu beceri olumlu bir sicil olarak anılabiliyor. Küreselleşmenin yoğun
etkisinin en kolay gözlenebileceği mimarlık alanında, işverenlerimizin
uluslararası alanda şöhret yapmış mimarları çağırmaları ya da onların
yapılarının benzerlerini sipariş etmeleri, özellikle metropol kentlerimizde
değişik bir pazarın doğmasına yol açıyor.
Ülkemizdeki
inşaat piyasası sıkıntılı bir süreçten geçiyor, buna rağmen ciddi bir pazar olduğu,
yabancıların bu piyasadan pay kapmak istedikleri bir gerçek. Yakın tarihlerde
bazı ünlü yabancı mimarların, yanlış ve haksız imar uygulamalarını perdelemek
için ülkemize davet edildiklerini, ülkemizde geçerli imar hukuku çerçevesinde
çalışma izni alma zahmetine bile katlanmayan bu yabancı mimarlara, büyük
iltifatlarla önemli kentsel projelerin sorumluluğunun verildiğini hatırlayalım.
“Her terzi ipek kumaş dikemez” sözü henüz tazeliğini koruyor.
Küreselleşmenin
çok yönlü bir şekilde bütün dünyayı etkilediğini, ülkemizin ve mesleğimizin de
kaçınılmaz olarak bu sürecin içinde olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu süreci iki
zıt kutuptan izlemek ve yorumlamak mümkün; ülkemizde her iki örneği de sıklıkla
izliyoruz. Küreselleşmeyi büyük bir açılım, dünyayla entegrasyonumuzu
sağlayacak bir umut olarak görmek ve bu şekilde olumlamak pekâlâ mümkün.
Şüphesiz ki bu durumda karşılaştığımız sorunların yorumlanmasında bazı
açmazlara düşebilir, elimizden gidenin ardından şaşkınlıkla bakabiliriz. Belki
de bu kâbusu görmemek için korumacılığı genişletmeyi, uluslararası ilişkilere
yönelik bir tehdit söylemini tercih edebilir ve bununla avunabiliriz. Oysa
günümüzde gerek ticari, gerek siyasi, gerekse de kültürel ilişkilerde
uluslararası etkileşime girmeyen, bunu dışlayabilmeyi beceren bir alan bulmak
oldukça güç.
Meslektaşlarımız
dünyanın her yerinde mesleklerini yapabiliyorlar, ancak proje üretimi
sürecindeki konumları, önemli bir tartışma konusu olarak önümüzde durmaktadır.
Proje üretme kapasiteleri anlamında bir eksikliğinden söz edemeyeceğimiz
ülkemizin sayılı mimarlık büroları uluslararası alandaki ihalelerde ancak
taşeron olarak iş alabilmekte. Mimarlar Odası ve UIA yıllardan beri uluslararası
ortaklıklar kurulmasını öneriyor, fakat bu süreçte eşit değerde bir ortaklık
yapılamıyor. Bir yandan yetki alabilmiş bir yabancı kuruluş oluyor ve yerel
ortağı oluyorsunuz. Bu asimetrik ilişki bir ölçüde taşeronluk niteliği taşıyor;
büyük ihaleleri bölgede, hatta ülkemizde yabancı kuruluşlar alıyorlar ve size
aktarıyorlar. İmzacılık anlamında bir ortaklık söz konusu ediliyor. Neticede
kötü bir hizmet üretmiyorsunuz, ancak bu çerçevede kalabilir, onunla
yetinebilirseniz uluslararası ortaklık düzeyinde bir ilişki sürüyor. Bu bizi
yaralayan bir şey, bunu aşmamızın önemli yollarından birisi de eğitim; hem
üniversite eğitimi, hem üniversiteden sonraki meslek içi eğitim. Üstelik sadece
büro sahibinin değil, bürodaki bütün teknik kadronun meslek içi eğitiminin bu
kapsamda değerlendirmeye alındığı bir ihale düzeni söz konusu.
Sorun uluslararası
standartlara sahip bir mimarlık eğitiminin, bir mimarlık hizmetinin ülkemizde de verilebilmesinin koşullarını yaratmaktır. Meslektaşlarımızın
gerek ülke dışında, gerekse yurtiçinde yabancılarla ortaklaşa yürüttükleri
mimarlık hizmetlerinde eşit olabilmelerini sağlamak; kendi ülkemizde kendi
meslektaşımızın taşeron derekesine indirilmesine engel olmak hepimizin ortak
hedefi olmalıdır. Mimarlara Mektup bülteninin Kasım 2019 tarihli 249. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder