İstanbul depremini beklerken gündeme alınması gereken bir konuyu tekrar hatırlatmak istedim: müzelerdeki eserlerin korunması sorunları.
Ayasofya’nın ardından Kariye’nin de müzeden camiye döndürülmesiyle başlayan tartışmalar farklı boyutlarda sürdürülmeye devam ediyor. Konunun önemi nedeniyle devam etmesi de kaçınılmaz. Konuyla ilgili görüşleri sorulan değerli tarihçiler, mimarlık tarihçileri ve sanat tarihi uzmanları haklı olarak tartışmanın böyle bir kültür varlığının korunması ve sağlıklaştırılarak gelecek kuşaklara nasıl aktarılması gerektiği üzerinde durulması gerektiğini vurguladılar.
Depremini bekleyen İstanbul’un riskli yapı stokunun yenilenmesi, başta kamu yapıları olmak üzere depreme hazır hale getirilmesi, depremde ağır hasar görmesi beklenen mahallelerin sağlıklaştırılması gibi çok önemli, ancak önemli olmasına rağmen ihmal edilmiş ağır bir gündemi var. Bu gündem içerisinde elbette kültür varlıklarının beklenen büyük İstanbul depremine yönelik korunması, kollanması gibi projeler de var. Her sene milyonlarca kişi tarafından gezilen Ayasofya dünyadaki diğer kültür mirası listesindeki yapılar gibi ulusal ve uluslararası bir ilginin odağında. Ayasofya ve Kariye müzesinde Kültür Bakanlığının ilgili uzmanlarının ve üniversitelerdeki akademik katkının beraberliğinde bunca yıldır özenle yürütülen koruma çalışmalarının bundan sonraki seyrinin nasıl olacağı hepimizi endişelendiriyor.Burada
kültürel mirasın korunması konusuyla ilgili bir başka endişeyi dile getirmek
istiyorum. 22 Mart 2020 Pazar günü Zagreb’te 5,3 ve 4,6 şiddetinde depremler
oldu. Çok da şiddetli olmayan bu depremlerle ilgili haberler Türkiye medyasında
yer aldı. Ayrıca müzelerdeki tahribatı yansıtan özel fotoğraflar konuyla ilgili
sosyal medya kaynakları tarafından servis edildi. Bunlardan bazılarını burada
paylaşıyorum. Bu fotoğraflarda gördüklerimiz beklediğimiz İstanbul depreminde
göreceklerimizin bir fragmanı gibi. Müzelerimizde sergilenen binlerce eser, bu
topraklardaki geçmiş yaşamların izlerini yansıtıyor ve bize sorumluluğumuzu
hatırlatıyor. Bugünün kuşaklarına emanet edilmiş bu kültür varlıklarının güvenli
bir sergileme düzeneği içerisinde olup olmadıklarını nereden bileceğiz?
Mimarlar
Odası İstanbul Büyükkent Şubesinin yayımladığı Mimarist dergisinin ilk yıllarında
1999 Marmara depreminin hafızalarımızdaki tazeliğinden hareketle bu konuyu
gündeme taşımıştık. O zamanlar yayın kurulunda görev yapan sevgili Havva Kanbur
arkadaşımız Topkapı Sarayı Müzesi Müdiresi Sanat Tarihçisi Filiz Çağman’la bu
konuda bir söyleşi gerçekleştirmişti. Topkapı Sarayı’nda Depreme Yönelik Koruma
ve Bilinçlendirme Çalışmaları / “Deprem Bölgesindeki Müzelerde Estetik Hiçbir
Zaman Ön Sırayı Almayacaktır” başlığıyla
yer alan bu söyleşiye Mimar.ist’in internet sayfasından erişebilirsiniz. (Mimar.ist,
sayı 4, Kış 2002)
Aradan geçen
bunca senede depreme yönelik bilgimizin arttığını, ancak deprem tehlikesi
anılarımızda bulanıklaştıkça yapılması gerekenlerin gündeme alınmasının ihmal
edildiğini gözlüyoruz. Bu gerçeği göz önüne alarak bir kez daha bu önemli
konunun ele alınması ve irdelenmesi gerektiğini hatırlatmak isterim.
Üniversitelerimizin ilgili birimlerinde konuyla ilgili çalışmalar yapıldıysa
kamuoyuyla paylaşılmasını, mimarlık gündeminin bu konuyla da ilgilenmesini diliyorum.
Müze yönetimlerinin ve ilgili kamu kuruluşlarının envanterlerindeki ürünlerin
depreme yönelik risklerini gözden geçirmeleri, bir düzenleme gereği varsa
acilen gündeme almaları gerektiği açık, kimse “pardon” deme lüksüne sahip
değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder